Hayatın, aklın sınırları içinde kalarak yaşanabilir olması mucize olduğu halde insanlar hep akıldışı gelişmeler ve mucizeler beklerler.
Bunlardan biri de Mehdi ve Mesih beklentileridir. Sanılıyor ki, biri gelecek, Cenab-ı Hak onun hatırına parmağıyla dünyaya şöyle bir dokunacak ve âlemi nizama sokacak!
Bu ‘nizam’ sözcüğünden kim neyi anlıyor bilmiyorum ama şunu biliyorum; insan, bir hayrın gerçekleşmesi için gayret göstermezse, hiçbir halt olmaz!
Bu sözümü doğrulayacak sayısız ayet ve hadis var. Bir tek ‘İnsan için çalışmasından başka hakikat yoktur’ ayeti her şeyi izaha yeter.
Tabii ki fevkalade zamanlar ve o zamanlara uygun haller hep vardır. Fakat mümin, gayretle mükelleftir. Ha tabii ki her gayret her daim tam da istediğimiz gibi sonuçlanmayabilir. İşte o zaman da sabır gerekir. Sabır da beklemek değil, arzu ettiğimiz neticelere varmak için farklı yollar denemek demektir.
Gayret, gayret, gayret yani.
Efendim malum, bir yılı daha geride bıraktık. Hicriymiş, miladiymiş fark etmez. Yılbaşı insan uydurması da olsa, bir murakabe, bir hesap kitap yapma zamanı olması bakımından güzel bir şeydir. Bir önceki yılı, inançları doğrultusunda başarılı addedenler diliyorlarsa o gün kendilerince bir kutlama bile yapma hakkına sahiptir. Başarısız bir yıl geçiren için de o gece veya gün, ‘ben nerede hata yaptım ki şöyle oldu böyle oldu’ demek için bir tezekkür zamanıdır.
Bu açıdan bakılırsa yılbaşları, bir ‘duygusal yaklaşımı’ hak ediyor. Tabii her şeyde olduğu gibi şu işi de zıvanadan çıkarmayı başarmıştır insanoğlu o başka!.
İbadet ve tezekkürün, duanın tekrar edilmesi bir örf-i rabbanîdir. Tekrarın faydalarına girmeyeceğim fakat bu bir gerçek. Nasıl ki yeme içme ve bazı hazlarımızın tekrarı bize usanç vermiyor, aynı şekilde, diğer midelerimizin de bu tür gıdalardan haz alması usanç vermemeli.
Malum insanda üç mide vardır. Bunlardan biri nesnelerden yararlanan midemiz (bildiğimiz mide), diğeri nesneler arası ilişkilerden beslenen mide (akıl) üçüncüsü ise nesnelerde geçerli kanun ve esmanın hikmetinden beslenen midemiz (kalp). Bunların her birinin gıdaları olduğu gibi, teşekkür ve şükranları da olmalıdır.
Yani insanlar küçük küçük nimetere gündelik hamd ve tahmidlerle şükrettikleri gibi, külli ve geniş nimetler için de büyük ve killi teşekkürler ve minnet ifadelerine ihtiyaçları vardır. Bayramlar, mili günler ve kamu nezdinde itibar gören kutlamalar böyledir; öyle görmekte mahzur yoktur…
Yine böyle vaaz gibi yazıya dalmışken bana sıkça yöneltilen bir eleştiriye de temas etmek istiyorum. Diyorlar ki, “Senin yazıyı hangi kategoriye koyacağımızı bilemiyoruz. Neden sen de siyaseti herkes gibi şu şöyle dedi, bu böyle dedi bence böyle olmalıdır şeklinde yazmıyorsun. Ve yazılarında çok kıssa ve dini argüman kullanıyorsun. Ya sadece dini yaz, ya da seküler çizgide kal!”
***
Uzun süre (yedi yıl kadar) o tarz yazdım. Yani sosyal meselelere ayet ve hadis örneği getirmeden.
Sonra bir şeyi fark ettim: insanların meseleler karşısındaki duruşu temelde iki şekildedir. Bir Yaratıcının (özellikle Allah demedim ki kapsam daralmasın) kamu düzeni üzerindeki hükümranlık hakkını benimseyen ve benimsemeyen. Veya nimetlerin kullanımında ‘haram -helal ilkesi’ni tanıyan ve tanımayan!
Orta yere sıfırı koyduğumuzda renk ıskalası da ona göre belirlenmiş olur. Bazı insanlar vardır, Yaratıcıya inanmaz. Ama içinde yetiştiği kültürün postülaları dini olduğu için onun birçok eylemleri de dine aitmiş gibi görünür. Aslında değildir. Mesela Cuma namazını bile kılmaz ama ölmüş anasına mevlit okutur vs. gibi.
İşte şu insanı ele alnı! Meseleler karşısındaki duruşu, inanmayan; mesela ateist olduğunu gizlemeyen birinin reflekslerinden farklı olmuyor çoğu kere. Hâlbuki etrafı onu dindar veya dine saygılı sanıyor. Ama değil.
Bu hakikati hissedince şuna karar verdim; meseleleri eğip bükmeye gerek duymadan İslam ölçülerimle izah etmeliyim. Ayet ve hadis ve ahkâm olmadan nasıl bireysel hayatımı tanzim edemiyorsam, sosyal ve kültürel hayatımı da onlarsız yapamam ve yapmamalıyım. Ayeti ve hadisi inkâr ederek veya görmezlikten gelerek yapacağım izah hep öteki tarafın tezine güç katıyor. Birileri beğenecek diye hakkın hatırını kırmaya değmez.
Mademki, ekseriyet üzerine söz sabit olmuş ki, inanmayacaklar, öyleyse kalbi diri olanları muhatap alayım. Öyle de yaptım. Sözü süslemeye bile bazen gerek duymuyorum. (Yoksa haberi satmanın, sözü ilginç kılmanın bütün hallerini biliyorum. Yıllarca bir özel ajansta haber müdürlüğü yapıp haber sattığıma göre.)
Hani bir gün zatın biri Beyazıt’ta Kur’an dinlerken, Şeytan gelip, “Sen Kur’an’ı Allah kelamı diye dinlediğin için sana bu kadar anlamı ve hikmetli geliyor. Hele bir tarafsız gözle bak, insan kelamı imiş gibi dinle, bak nasıl ehemmiyetsiz bir şey oluyor” demiş.
O da tam öyle yapacakken birden anlamış ki, bu teklifi kabul ettiği an zaten Şeytan’ın tarafına geçmiş oluyor.
Ya, gördünüz işte yine işin içine ayeti, Kur’an’ı, Şeytan’ı soktuk. Şimdi ben bunları yok sayarak yaklaşsam ne yapmış olurum?
İşte böyle!
***
Dolayısıyla 2010 için size aktaracaklarım da yukarıda zikrettiğim minval üzere olacaktır…
- Bir mümin için, 2010, 2009’dan daha başarısız veya eşit olursa, o mümin ziyandadır. Bu demektir ki, 2010, 2009’dan daha kötü olacak!
- 2009 yılında işsiz olan bir Türk vatandaşı, kendisi bir iş sahibi olmak için teşebbüs etmez ve maddi-manevi donanımlarını geliştirmek için adım atmaz da yine hükümetten bir şey bekleyerek yılını geçirirse, ben haber vereyim, bu yıl sefaleti daha da artacak.
- Bir iş adamı, aklını kullanıp, üretimini yabancıların da itibar edebileceği kalite ve fiyata getiremezse, bu yıl teğet geçen ekonomik kriz, 2010 yılında onun göbeğinden duvara mıhlayacak!
- Hükümet, 2010 yılında da “şu şöyle dedi, bu böyle yapıyor”bahanelerine sığınıp -milletin ona verdiği anayasa yapamaya yetecek sayıya rağmen- yapması gerekenleri yine ertelerse -ki yüzde 80 ihtimalle 2010’un içinde seçime gidilir- millet de onu yeniden hükümet yapmayı erteleyecek!
- Hükümet, ülkenin ekonomik gelirlerini reel anlamda büyütmek yerine, birtakım para oyunları ve zamlarla -eski hükümetlerin yaptığı gibi- devlet hizmetlerini milletin sırtına yüklerse, millet de hükümeti 2010 trenine yükleyip ataa gönderecek!
- Devletin elinde ne var ne yok satıldığı halde, hükümet, hala da borçlarını yine zamlar ve keyfi cezalarla milletin sırtına yüklerse, millet bu hükümetten -diğerlerinden farkı olmadığı için- desteğini çekecek!
- Millet, hükümetin ardındaki desteğini çektiğinde, bugüne kadar saklı bir çıban gibi içimizde zonklayan ‘derin cerahat’, ucu açıldığı ve fakat tedavi de edilmediği için bütün cerahatini milletin üstüne boca edecek!.
- Ergenekon, jitem vb gibi eski düzenin saklı ve açık bütün destekleyicileri hiçbir insaf ve kayıt tanımadan siyasi ve idari operasyonlara girişerek bu hükümeti destekleyen millete ceza kesecek!
- Böylece millet gelmiş geçmiş en cesur ve en merhametli ve en çok umut bağladığı hükümeti de kaybetmiş olacak!
- Böyle olunca da Kürt yine Kürt, örtülü kadın kara Fatma, müslman potansiyel terörist, meslek lisesi mezunları üvey evlat. IHL mezunları da ‘zenci’ kalacak.
Hâsılı, siz kendinizi değiştirmedikçe, Allah’ın sizi 2010 yılında da değiştirmediğini göreceksiniz. Kalkıp bir adım atmadıkça ve doğru hareket etmeyi öğrenmedikçe, dilek ağaçlarına bağladığınız her ipin, her çaputun ayaklarınıza bağ olduğunu göreceksiniz.
Eğer 2009 yılında sürdürülebilir bir başarı sahibi idiyseniz biliniz ki bu tesadüfî değildir. Mutlaka bir şeyleri doğru yapıyordunuz ki hayat sizi başarılı kıldı. O zaman o doğruların ne olduğunu ve nasıl daha da geliştirilebileceğini araştırın ki 2010’da önünüze çıkacak değişik şartlarda da o başarıyı sürdürebilesiniz. Aksi takdirde ‘kader’e ihtiyaç duyarsınız. Kader bile bir nimetin devamını “şükretmek ve nankör olmamak” kaydına bağlamış.
Yok, eğer 2009 yılında başarılı değil idiyseniz, biliniz ki mutlaka bir şeyleri yanlış yapıyormuşsunuz. O zaman doğru bildiklerinizden başlayarak, her şeyinizi gözden geçiriniz. Çünkü doğru bilgi ve doğru yöntem varsa ve ne istediğinizi de biliyorsanız, onu elde edersiniz. Aksi takdirde 2010 yılında ‘kader’ sizi ‘out’ eder. Yani;
1- Asıl vazifesinin, kendisine verilen yetenekleri geliştirip âleme, kendinden bir eser bırakmak ve ölüm sonrasındaki saadet ve mutluluğu için hazırlık yapmak olduğunu bilen biri için muhakkak ki 2010 da başarılı geçecek; din, kitap ve peygamberlerin, bu çabasında kendisine yardımcı olduğunu bilerek müsterih yaşayacaktır.
2- Bu mülkün Allah’ın eseri; insanın da onun kulu, misafiri ve muhatap halifesi olduğunu; bu misyonundan dolayı sonsuz sayılacak imkân ve cihazlarla donatıldığını bilen bir insan 2010 yılında da ayni hali sürdürecektir.
3- başarı ve başarısızlığın insanın nefsinden ve beceriksizliğinden kaynaklandığını müdrik bir insan, ‘Allah’ın hiç kimseye zulmetmediğini’ bilerek ne fakirliğinin faturasını kadere kesecek, ne hastalığının sebebini takdirle izah edip kendisini acze mahkûm edecektir. ‘Veren el’ değilse ‘veren el’ olmaya, veren else öyle kalmaya devam edecek.
4- Başarısızlığın en büyük nedeninin bilgisizlik, basiretsizlik, ön yargı ve inat olduğunu; ‘Müslüman’lığın, kendisini şartlara göre değiştirebilen ‘konvansiyonel insan’ modelinin adı olduğunu, o yüzden de “orta” ve “şahit” ümmet kılındığını müdrik bir insanın 2010 yılı da ilmini ve fehimini arttırmakla geçecektir.
5- Başarıya ve mutluluğa giden yolda “değişebilirliğin” büyük bir anlam taşıdığını, o yüzden namaz kılınırken, “kıblenizi değiştirin” talimatı geldiğinde inananların tereddütsüz kıblelerini değiştirdiğini. Oysa kıble değiştirmenin toplumların asla yanaşmadığı bir gerçeklik olduğunu, bilen bir müslüman, kendisini şartlara göre güncelleyebildiği için 2010 yılında da bir sıkıntı görmeden hayatını sürdürebileceğini haber vermek isterim.
İşte böyle… Seküler bir yazı olmadı yine. İdare edin! Selam ve dua ile…