2014

Türkiye’de siyaset gerilim üzerine kurulmuş. Hiçbir lider diğerini dinlemeyi bilmiyor. Tahmin ediyorum bu, bizim padişahlık geleneğimizden kalma bir huy. Zira ancak padişahlıkta, karşıdakinin sözünü kale alma olabilir.

Bizim siyasi liderlerimiz, ötekinin söylediği ne kadar makul de olsa kabul edemiyor. Etse taraftarları nezdinde değer kaybedeceğini sanıyor…

Liderlerin bu kavga ve gürültüleri arasında toplum da memleketin gerçek halini ıskalıyor. Vatandaş, eğer ideolojik saplantı batağına saplanmamışsa gelişmeleri anlayabiliyor ve nereden nereye gelindiğini görüyor.  Ona göre değerlendiriyor. Ama taraftarlığı, aynı zamanda bir ideolojik tutum kazanmışsa onun meseleleri değerlendirmesi, akıl ve izan çerçevesinde olmuyor…

Türkiye’nin kurulduğu safhaya kadar Osmanlı toplumunda iki yapısal ideolojik tutum vardı: Sünnilik ve Alevilik!

Sünni, iktidardı aynı zamanda ve doğal olarak Alevilik de muhalefet. Padişah ne kadar düzgün olursa olsun, ona karşı candan bir taraftarlık olmazdı… (Çünkü Osmanlı saltanatı da -en azından Sünni bir duruş sergilediği çin- bir Yezid saltanatıydı).  Hele Yavuz Sultan Selim’in, Anadolu birliğini korumak için Şah İsmail taraftarlarına karşı giriştiği tedip hareketlerinden sonra, Aleviler, kendilerini hep “mağdur” bilerek hareket ettiler. Gezi olayları benzeri her hali, yüreklerindeki o sıkıntıyı göstermek için fırsat bildiler. Cumhuriyet dönemine gelinceye kadar hal buydu.  Şu haklıydı bu haksızdı diye aktarmıyorum, bir durum tespiti yapıyorum.

Cumhuriyetle birlikte bu kere de Sünni kesim kendisini mağdur edilmiş kabul etti. Çünkü bütün imkânlarını seferber ederek, verdiği Mili Mücadele neticesinde kurulan hükümet, onun asırlardır devem eden dini teamüllerine aykırı hareket ediyordu. Kurucu ekibin dine karşı sert tutum alması onu ciddi bir hayal kırıklığına uğratmış ve küstürmüştü. Bu küslük o kadar ileriye vardı ki, Sünni kesim, çocuklarını sistemin okullarına bile vermekten imtina etti. Çünkü okullarda, çocuklarının dinsizleştirildiğine kanaat getirmişti. Bu dönem Alevi kesimin, -zahiren öyle görülmese de- devletin tüm sistemlerini ele geçirdiği ve en kritik noktalara yerleştiği dönem oldu. Yani Alevilerin kendisi olmasa da ‘anlayışları’ hâkim olmuş gibi görüldü.

Bu dönemde, Türk İslam devlet geleneğinin karakteriyle ciddi oynamalar yaşandı. İslamiyet zorla ‘laiklik’le aşılanmak istendi.  O sıralar bu çabalara karşı ses çıkarabilecek kimse yoktu. Ses çıkaranlar da zaten en sert biçimde cezalandırılıyordu. Bediuzzaman hazretleri, bu çabaların tehlikeli olduğunu, İslam’ın laiklikle aşılanamayacağını; toplumdaki ümmet anlayışının, ırkçı tutumlarla zehirlendirilmesi halinde, Türk kavminde, bir daha asla uzlaşma şansı bulunmayan iki tarafın oluşacağını söyleyip durdu ama dinleyen olmadı.

Gerçekten de o çabalar, toplumun tüm kesimlerinde derin yaralar açtı ve bugün kendini ulusalcı diye tanımlayan; en temel karakteristiği ‘islamî hayat karşıtlığı’ olan bir kesimi var etti.  Bediuzzaman, toplumda bu kırılmalar oluşmadan önce de hem CHP’yi, hem Alevileri hem de Sünni kesimi uyardı.  Denimin CHP Genel sekreteri Hilmi Uran’a gönderdiği bir mektupta, bir zındıka komitesinin CHP’yi ele geçirmeye çalıştığını, buna müsaade edilmemesi gerektiğin, müsaade edildiği takdirde partinin yüzde beş bile olmayan o zındıka taraftarlarının eline geçeceğini hatırlatır. Keza hem Alevi kesime, hem Sünni kesime, aralarında Şii, Sünni kavgasını bir an önce bir kenara bırakıp İslam dininin sayısız birliktelikleri üzerinde mutabık kalmalarını telkin etmiştir. (Emirdağ Lahikası Ve Lemalar).

Bediuzzamanın, zındıka komitesi değdiği, tanrı tanımazlığı esas almış Komünizmdi. Komünizm kendisini ‘sol’ kavramıyla memlekete sokmuştu. Nitekim İsmet İnönü, CHP’nin  ‘millici’ karakterini, “ortanın solu” tabiriyle tadil etmek zorunda kalmış, CHP’nin artık mili değil, solcu bir parti olduğunu beyan etmişti. Kırklı yılların sonuna kadar milliyetçi olan CHP, o zındıka komitesinin çabaları neticesinde 60’lı yılların ortalarına doğru ‘sol’ bir parti özelliği kazanmıştı. Sol Türkiye’de, kendini her ne kadar sosyal adalet vs. gibi söylemlerle aktarmaya çalışmışsa da siyaseten genel tavrı, Sünnilik karşıtlığı şeklindeydi. Tabii ki net bir Alevi taraftarlık değildi! Çünkü hakiki bir Alevilik ile de anlaşamayacağını biliyordu. O yüzden Alevi kesimde de Ali’siz bir Alevilik anlayışı oluşturmaya çalıştılar ve başardılar. Bugün bile Alevilik, o etkiden kendisini tam kurtarabilmiş değildir.

Yazık ki zındıka komitesi başarmıştı. Kendi taraftarlarını var etmiş ve Türk toplumunun içine, artık hiçbir meselede uzlaşamayan iki taraf var edebilmişti: Dine taraf olanlar – olmayanlar!

Bugün ülke bu uzlaşmaz iki kesimin çekişmesi ile çalkalanıp duruyor. Herhangi bir lider bu uzlaşmazlığı gidermeye yönelik adım atsa hemen harcanıyor. Bendeniz, 1999 seçimleri öncesinde Sayın Baykal‘a yarım saat kadar, dedem üzerinden CHP’yi anlatmaya çalışmıştım. “Eğer CHP, din karşıtlığı tutumundan vazgeçmezse ebter kalmaya devam edecek” demiştim. En azından bu partinin dine karşıtlığını biraz tadil etmesi gerektiğini söylemiştim. Ve anlamıştım ki, Deniz Bey bunu yapmayı istese de -ki istiyordu- CHP’li taraftar asla buna müsaade etmeyecek.  CHP maalesef bu anlayıştan dolayı İslam kelimesine karşı ‘irite edilip kalmış‘ bir hal içinde. O yüzden de ebterdir.

CHP, bu isim altında kaldığı sürece, hiçbir çabası iktidar olmaya yetmeyecektir. Bu iktidar olamama hırsı da onu sürekli asabi, hırçın, kavgacı kılıyor ve hakiki manada ülkenin ayağına takılmış bir pranga oluyor.

O zaman da söylemiştim Sayın Baykal‘a; “ismini değiştirin CHP’nin”, diye. Bunu yaparsanız, o uzlaşmaz kesimin yobazlığından kurtulur hem de belki iktidar da olursunuz!

Yapamadı. Sanırım Sayın Kılıçdaroğlu da CHP’yi bu karakteristik özelliğinden kurtaramayacak! Dolayısıyla iktidar olma şansı da olmayacak! CHP, iki kere ismini değiştirdi -DSP SHP- her ikisinde de iktidar oldu veya iktidar ortağı oldu…

Şimdi yeni bir seçim dönemine giriliyor. Bakıyorum aynı tutum devam ediyor. Hakiki manada muhalefet olamıyorlar. CHP muhalefeti, Bekir Coşkun ve Yılmaz Özdil muhalefetine benziyor. İktidara karşı değil, millete ve onun inançlarına karşı muhalefet ediyor. O yüzden de ebterdir. Ebter, ebter tohum gibi onu yiyeni de ebter kılıyorlar[1]

Bu açıdan hep şunu söylemişimdir: Muhalifi CHP olan iktidarın işi kolaydır!

Biraz dürüstlük, helale- harama biraz riayet ve milletin malına karşı tokluk…  CHP, sittin sene onun iktidarda kalmasını sağlar… Çünkü CHP’nin muhalefetinin içinde ‘iyiye iyi deme’ geleneği yoktur. Zaten onun muhalefeti, iktidara karşı değildir. Milletin, milli ve dini karakterine karşıdır;  milletin tarihten tevarüs ettiği dini mahiyet ve mili karaktere…

CHP şu huyunu bıraksa, milletin manevi değerlerini yok saymayarak politika yapsa eminim sağcı veya merkezci partiler de kandillerine çeki düzen verecekler ve bu ülke dev adımlarla ileriye hamle yapılacak. Ama maalesef bu kör döğüşü;  ötekini karalamayı kendi temizliğinin kanıtı sayan siyaset geleneği, Türkiye’nin bugününü sıkıntıya sokmakla kalmıyor, geleceği mukadder gibi görünen o parlak ihtişamlı zamanlarını da tehir ettiriyor…  İşti görüyorsunuz, gerçekleştirilen projeler ne manilere rağmen gerçekleştiriliyor. Toplum bunu ne zaman fark eder, nasıl buna bir çare bulur bilemiyorum…

2014 YILI ÜZERİNE BİR TAHMİN

Bediuzzamanın Yedinci Lem‘a namıyla yazdığı o işaretlerle dolu bahsini okurken, birden bir ayet dikkatimi çekti. Herhâlde Üstadın, Fetih Suresinin ahirinde yer alan o ayetleri Kuran’ın ‘ihbarat-ı gaybiye’ si açısından değerlendirmesi zihnimi etkilemiş olacak ki, “Huvellezi ersele rasulehu bi’l-hudâ ve dini’l-hakki li yuzhirahu ale’d-dini kullih…” (O, Peygamberini hidayet ve hak din ile gönderendir. (Allah) o hak dini, bütün dinlere üstün kılması için (böyle yaptı)” farklı bir şekilde dikkatimi çekti.

Evet, manen İslam tüm dinler üzerine galebe etmişti. Fakat zahirde İslam hala, tüm dinlere galebe etmiş değildir. Kemiyet olarak da keyfiyet olarak da… Bu ümmet, tembelliği ve liyakatsizliğiyle -özellikle son beş yüz yıldır- İslam’ı ve Kuran’ı kendi şahsında kıymetsizleştirmiştir insanlık nezdinde.  Eğer hakikaten bizler, Kuran’ın ahlakını taşıyabilseydik, özellikle de son yarım yüzyıldan bu yana, insanlık kıtalar halinde fevç  fevç  İslam’a girecekti. Çünkü hiçbir dönemde insanlık vicdanı bu kadar uyanmamıştı ve hiçbir dönemde de İslam’ın kendisini aktarması önündeki maniler bu kadar kalkmamıştı. Her şey bizim lehimize olmasına rağmen Müslümanlar İslam’ı temsil edememenin utancından kendilerini kurtaramıyorlar.

Ama biliyoruz ve ümit ediyoruz ki bu hal geçecek ve İslam, üstünlüğünü zahiren de gerçekleşecek. Onun delili de Fetih Suresinin 28. Ayetinde yer alan “Li- yuzhirahu ale’d-dini kullih”  ibaresidir. ‘Yuzhirahu’ kelimesi ‘açık açık/ zahiren’  anlamına gelen za-ha-ra kökünden müzaridir. Geniş zaman  kipidir. Evet Resullulah’ın vefatından sadece 23 yıl sonra kadim dünyanın büyük bir kısmında İslam hâkim oldu. Ama “li-yuzhirahu aladdini kullih” (tüm dinlere zahiren de üstün olmak) gerçekleşmedi.

Öte yandan biliyoruz ki Ahir zaman Mehdisi geldiğinde tüm dünyayı emrine alacak ve Hz. İsa’nın sembolik de olsa -ki hakikatte de geleceğine dair hadisler var- inmesiyle tüm dinleri İslam etrafında ve onun şemsiyesi altında bir araya gelecektir.  Ben, bunu zamanını merak ettiğimden kalbime bu ayet düştü sanırım.

Li-yuzhirahu aleddini kullih- (İslam) tüm dinlere üstün kılınsın diye- ifadesine baktım. Bu ifadenin ebced değeri 1435 ediyor. Eğer ‘li yuzhirahû’ daki –– zamirindeki saklı ‘vav’ da sayılsa o zaman 1441 ediyor, yani 2020 eder.

1914, bizim Osmanlı devletimizi kaybedeceğimiz musibetlerin başlangıç yalıydı. Madem ki, o kaybımız inşallah istikbaldeki bir İslam devletiyle telafi edileceği müjdesi verilmiş –bakınz. Rüyada Bir Hitabe- Elbette üzerinden bir asır geçen o felaketin bir asır sonra telafi edilmesini Kudret-i ilahiyeden bekleme hakkımız vardır.

Elbette bu bir istihraçtır. Ama insana umut veriyor.  Tevratın şifresi ve diğer benzer çalışmlardan da biliyoruz ki, insanların fevç fevç islama girecekleri zaman hayli yakınlaştı. Nasr suresi, Kur’anın en ahir surelerinden biridir. İnşallah zahiren de gerçekleşecektir.

Umuyorum ve inanıyorum ki, şartlar zahiren aleyhte de görünse, bu 2014 yılı, geleceğin o büyük ve ihtişamlı zamanlarına kapının aralanacağı yıl olacaktır. Allah Resulünün ihbarını gerçekleştirecektir! Zira o nebi

“Bir gün bile olsa, Âli- Beytimden biri -bu haseben de olabilir- tüm dünyaya hakim olacaktır!”

Madem haber verilmiş olacaktır. Ve inşallah “Li-yuzhirahu aleddini kulluh” ayetinin remziyle bu önümüzdeki yıldan itibaren başlayacaktır! 7 gün sonra 1435. Hicri yılı  başlıyor. Rabim hayırlara vesile kılsın. Amin!


[1]) Ebter, sonu olmayan demektir, hibrit tohum gibi. Hibrit kelimesi de doğurmayan Yahudi kadının sıfatıdır.

Hakkında Mehmet Ali Bulut

1954’te Gaziantep’in İslâhiye ilçesinin Kerküt köyünde doğdu. İlkokulu burada tamamladı. Gaziantep İmam Hatip Lisesini ve ardından Gaziantep Lisesini bitirdi. 1978 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap ve Fars Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nden mezun oldu. Aynı Fakülte’nin Tarih Bölümünde doktora tezi hazırlamaya başladı. 1979 yılında Tercüman Gazetesi’ne girdi. Tercüman Kütüphanesinin kurulması ve kitapların tasnifinde görev aldı. Birçok kitap ve ansiklopedinin yazılmasına ve hazırlanmasına katkıda bulundu… Daha sonra gazetenin, haber merkezi ve yurt haberlerinde çalıştı. Yurt Haberler Müdürü oldu. Köşe yazıları yazdı… 1991 yılında Haber koordinatörü olarak Ortadoğu Gazetesi’ne geçti. Bu gazete 5 yıl süreyle köşe yazarlığı yaptı. Yeni Sayfa ve Önce Vatan Gazetelerinde günlük yazıları ve araştırmaları yayınlandı. 1993 yılında haber editörü olarak İhlas Haber Ajansı’na girdi. Kısa bir süre sonra ajansın haber müdürlüğüne getirildi. Mahalli bir ajans konumundaki İhlas Haber Ajansı, onun haber müdürlüğü döneminde Türkiye’nin ve Ortodoğu’nun en büyük görüntülü haber ajansı konumuna yükseldi. 1997 yılında İHA’dan ayrılmak zorunda kaldı. Bir grup arkadaşıyla birlikte Veri Haber Ajansı’nı kurdu. Finansal sıkıntılardan dolayı Ajansı kapattı. 1999 yılında BRT Televizyonuna girdi. Haber editörü ve program yapımcısı olarak görev yaptı. 2001 Mayısında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın danışmanlığına getirildi. 3 yıl bu görevde kaldı. Bir süre Ali Müfit Gürtuna’nın basın ve siyasi danışmanlığını yaptı. Turkuaz Hareket’in mantalitesinin oluşturulmasında büyük katkısı oldu. Bugün Gazetesi Yurt Haberler müdürü olarak çalışan Bulut, emekli ve sürekli basın kartı hamilidir. Eserleri: Karakter Tahlilleri, Dört Halifenin Hayatı, Geleceğinizi Okuyun, Rüya Tabirleri, Asya’nın Ayak Sesleri, Ansiklopedik İslam Sözlüğü, Türkçe Dualar, Fardipli Sinha, Derviş ve Sinha, Ruhun Deşifresi, Gizemli Sorular, Ahkamsız Hükümler, Can Boğazdan Çıkar, Sofra Başı Sağlık Sohbetleri gibi yayınlanma aşamasında olan çeşitli eserleri bulunmaktadır. Roman ve Hikaye: Mehmet Ali Bulut’un Roman türünde yazılmış Fardihli Sinha, Derviş ile Sinha adında iki romanı ve aynı serinin devamı olarak Zu Nima ve Fardipli Sinha 2 ve Fardipli Sinha 3 tamamlanma aşamasındadır. Diğer çalışmaları: Çeşitli dergilerde yayınlanmış çok sayıda makalesi, şiirleri bulunan Mehmet Ali Bulut son dönemdeki yazılarını haber7.com’da yayınlamaktadır. Bulut evli ve bir kızı vardır.

Ayrıca Bakınız

Çanakkale Geçilmedi…

Elhamdülillah, bu millet bir kez daha Çanakkale’nin geçilmez olduğunu gösterdi. Bir kere daha, bu millet, …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir