İnsan, öğrenerek olgunlaşan tek varlık! Ötesinde topraksı varlık yok…
Berisindekilerin ise tamamı, bir hal üzere programlanmış olduklarından, tekâmül içeren öğrenmeye ihtiyaç duymazlar…
Âdem (insanlık), ilk dersini bizatihi O’unu var eden Allah’tan talim etti. Eşyanın isimlerini O öğretti Âdem’e. Böylece ilk muallim Allah Teâlâ oldu.
O, Rahman’dır. Önce kâinatı bir kitap yaptı sonra insana okumayı öğretti, beyanı öğretti ve eğitip âleme gönderdi. Ta ki eşyaya serpiştirdiği Marifet-i Zatiyesini okuyabilsinler diye!
Ve böylece öğrenme; Rabbi tanımanın vasıtası oldu. Öyle olunca da Rabbi tanıtmayan bir eğitim ve öğretim talim olmaktan çıktı. “Ben bilinmez bir hazine idim, bilinmek bana sevimli geldi” buyurdu Rab Teala ve insanı bilme kabiliyetiyle donatıp aleme gönderdi…
Bununla da yetinmedi ardarda “mürebbiler” (peygamberler) gönderdi. Ellerindeki ders programlarıyla (semavi metinlerle) gelip insanlığa rehberlik yaptılar.
Onların sonuncusu ve hâtemi Hz. Muhamed Mustafa (sav) oldu… Bütün ilimleri onda kemâle erdirdiği için Rab Teala; o da kendisini “ilmin medinesi”[1] olarak tanıttı. “Ben ilmin Şehri’yim” buyurdu.
Ve sonra ekledi: “Ve Ali onun kapısıdır”
Nitekim bilime gidin tüm yollar o kapıya vardı. O hem zahir hem batın ilimlere gideni yolların çıktığı kapı oldu. Bilmenin, ne büyük bir marifet olduğunu ondan daha iyi bilen olmadı. O yüzden de buyurdu ki:
“-Men allemeni harfen fekad seyyereni”! Bana marifet yolunda bir kelime öğreten beni kendisine köle yapmaya hak kazanır…
Bilmeye verilen kıymete bakın! Sonra dönüp cehalet ve tefrika çukurunda debelenen İslam alemine bakın. La ilahe illa ente. Sübhaneke. İnni kuntu minez-zalimin!
“Bana bir kelime öğretene köle olurum!”
Ne muazzam bir hikmet, anlayana! “ilim müminin yetiğidir, bulduğu yerde alır” buyurulmuş. Hatta Çin’de bile olsa gidip alınası bu nimet, yazık ki bizim yurtlarımızdan küsüp gideli asırlar oldu…
Marifet dersini, Hz. Ali’den öğrendiğini izhar eden Bediuzzaman ise, “Bu zamanda hakiki öğretmen evliya mertebesindedir” buyurmuş.
Son derece manidar bir tesbit!
Çünkü, bu çağın insanı güya bilim ile saptırıldı. Rabbin eseri kâinatın verileri, Rabbin yokluğuna delil yapıldı. Deccalizm sayesinde. Deccal, insanı Rabbine götüren marifet dersini, inkar-ı uluhiyete vesile yaptı. Zaten de o yüzden değil midir ki ta 1400 sene evvel Muhbir-i Sadık bizi ondan sakınmaya çağırdı… Deccaldan Allah’a sığının buyurdu.
İlim ile azmayı, dinden çıkmayı, Rabbinden uzaklaşmayı öğretti Deccal ve onun yolundan gitmeyi marifet bilenler! İnsanlar, kendi rızalarıyla Deccale köle oldular… Bu hizmet için de en çok öğretmen kullanıldı maalesef.
Bu hakikate binanen Bediuzzaman, kendisinden marifit dersi almak için gelen; “öğretmenlerimiz bize Allah’ı anlatmıyor” diye yakınan lise talebelerine diyecektir ki, “Siz öğretmenleri dinlemeyin kitaplarda yazılan hakikatleri alın”
Maalesef bu memlekette bir zamanlar öğretmenlere yüklenen vazife, hakikate değil dalalete rehberlik etme hizmeti idi! O yüzden de okullarımız uzun süre ne marifetten haber verebildi ne ilimden. Üniversitelerimiz, okullarımız ilim adamı marifet ehli yetiştireceğine deccalizme hizmet eden ideologlar yetiştirmeyi marifet bildi.
Şimdilerde okullarımız nasıldır bilemiyorum. Ama en çok değişen bakan Milli Eğitim Bakanı olduğuna göre, demek hala bir dikiş tutturabilmiş değil!
Ne ise konumuz siyaset değil, öğretmen. Mamafih muallime öğretmen denmesinin sebebi de onu hakiki manasından ve vazifesinden uzaklaştırma amacı taşıyordu. Meseleyi dil üzerinden bakmıyorum. Dildeki sadeleştirme çalışmalarının neye hizmet ettiğini herkes bildiği için bir temasla yetineyim. Muallim, bilinçle bir şekilde öğretmen yapıldı, öğretmen de rahat telaffuz edilemediği içir “örtmen” oldu. Çünkü tam de yaptıkları buydu. Örtmek! Hakikatin üstünü örtmek… Beşeri Rabbinden koparmak için hakikatin üstünü örtmek! Öyle yaptılar ama sonunda öğretmenlerin büyük bir kısmı muallim olmayı başardı. Yeniden milletin evlatlarına hakikat dersini vermeye başladılar inşallah.
Bugün bu ülkede yaşanan kısmi güzellikler dahi onların eseridir.
Rasulullah kendi talebelerine “eshabım” demişti aynı zamandı. Onların her birini bir hidayet kandili yaptı ve âlemi aydınlatmaya gönderdi. Onlar da ona yakışır bir talebe olduklarını gösterdiler ve 23 sene gibi kısa bir zamanda Maveruneh’ren Cebeli tarık’a kadar âlemi aydınlattılar.
Ey muallimler bu milletin evlatları şimdi sizden bu rehberlik hizmetini bekliyor. Onlara yol gesterin hidayetlerine vesile olun ki ‘eshab’ hakikati içine girebilesiliniz! İnanın siz de bu rehberliği yapaya layıksınız. Sizi bu vazifenizden dolayı tebrik ediyor, her gününüzün, bu gün gibi dikkat, rikkat ve şefkat üzere geçmesini temenni ediyorum.
Hz. Ali efendimiz, “bana bir kelime öğretene köle olurum” buyurduğuna göre derim ki, gelin ey muallimlerimiz şu milletin evlatlarına hakikat dersi verin ve onları Rabbine isal edin ki ayaklarınızın altını öpelim.
Kendinizi şeytanın sapkın ve saptıran bir maskarası olmaktan sakındırın!
Çünkü muallimlik benzetmede hata olmasın Allahın mesleğidir. Rasulullah buyurmadı mı “Allemeni rabbi, eddebeni Rabbi” diye.
Cenabı hak sonra o işe, Peygamberlere ve onları dahi yetiştiren fıtri muallim annelere havale etti.
Şu makam ne ulvi bir makam! Peygamberlik veya annelik makamı! Cennetin ayakları altında taşıyan makam!
Hepinizi can u gönülden tebrik ediyorum muallimlerim, öğretmenlerim, üstadlarım!
[1]) Alemin esrarını açığa çıkarmak için gecesini gündüzüne katan bilimsel çalışmalar yapan bilim adamlarını güya kendileri gibi dindar olmadıkları için kınayan din adamlarımızın kulakları çınlasın!