Milletin, 2002 yılından bu yana cuntacılığa ve siyasette ‘vesayet’ kültürün karşı sürdürdüğü siyasi mücadeleyi Talut – Calut mücadelesine benzettiğimi daha önce de bir vesileyle yazmıştım.
Esasında Kuran-ı Kerim’in tüm kıssaları aynı zamanda her dönemde görülebilecek benzer hadiselere tatbik edilebilecek bir şablon niteliğindedirler.
Calut – Talut kıssası da öyle. Kıssadaki ‘Calut’ ; güçlü ve despot bir rejimi, ‘Beni İsrail’; mazlum hale düşmüş inananları, Talut’u, halkın arasından seçip komutanlığa hazırlayan ‘nebi’ ( Şamuel?); onu destekleyen hak dostlarını (İskenderpaşa veya Erbakan da diyebilirsiniz), ‘Talut’un komutanlığına itiraz edenler’; menfaatlerini mevcut düzenin devamında görenleri, ‘içinde sekine ve kutsal emanetler bulunan sandık’ ise kamu vicdanını ve seçmenin gücünü temsil eder aynı zamanda.
Sayın Erdoğan’ın, siyasi mücadelesi ve siyasi sergüzeşti dikkatle izlendiğinde kıssa ile tam örtüştüğü görülür. Kıssada ‘nebi’nin adının anılmamış olması bile muazzam bir hikmet içermektedir ki, inanan kesimlerin her biri, onu, kendi mürşitlerinin eseri sanarak desteklesinler…
Malum olduğu gibi Talut, alt kesimden gelen, liderliği kendi toplumunun önde gelenleri tarafından bile ‘kıskançlık sebebi’ olan, önüne türlü maniler çıkarılan, ancak ‘nebi’nin destek ve himayesi ve kayıp sandığı bulup ona getirmesi –ki sandık ve içindeki sekine, ilahi destek ile birlikte toplumun kalbindeki sevgiyi ve güveni temsil eder- sayesinde liderliği kabullenilen biridir. Yani ‘Beni İsrail’in (yani inananların/cemaatlerin tümünün) ona güvenip arkasında yer alması bile ilahi bir destekle (kanuna göre muhtar bile olamayacaktı) mümkün olabildi ki bu onun ilk zaferidir.
Talut dört bin askerle yola çıktı. Esasında, başlangıçta üstlendiği misyonun azametinin farkında değildi tıpkı ordusunda yer alan çoğu askeri gibi. Cenab-ı Hak da bunu bildiği için onları bir nehir –iktidar- ile sınadı. Talut onlara, ‘bir avuçtan fazla içen benden değildir”, dedi ama dört bin kişiden yalnız 314 kişi emre uydu ve fazlasını içmemeyi –yani iktidar nimetlerinden yararlanmamayı- başardı. Diğerlerinin tamamı suyu kana kana içtiler; yani iktidarın gücünü şahsi menfaatleri için kullandılar. İktidar olan çoğu selefleri gibi…
Talut o 314 kişi ile Calut’a (ve saklı bir diktatörlük olan rejimine) karşı mücadeleye girdi. İçlerindeki o 314 kişiden biri de Davut (as)’dı. Davut, ‘uzaktan attığı’ bir taş ile Calut’u alnının ortasından vurdu. Calut yıkıldı ve böylece Talut savaşı kazanmış oldu.
Bu kıssayı aynı zamanda her çağa uyarlanabilecek bir semboller bütünü olarak okuyan bana göre bu mücadele, referanduma kadarki süreçidi… (Ergenekon davasının açılması, belge ve bilgilerin açığa çıkması, kendilerini dokunulmaz görenlerin kapı arkalarındaki entrikalarının milletinin gözünün önüne getirilmesi, yargı sürecinde yaşananlar, yapılanlar, verilen mücadeleler ve destekçiler düşünülürse sembollerde geçen isimler yerli yerine oturur zannederim.)
SAVAŞTAN SONRA NE OLDU?
Kuran ‘da Talut- Calut kıssası, Calut’un öldürülmesi ile son bulur. Ondan sonra Davut aleyhisselamı kral olmuş görürüz. Neden savaşın komutanı Talut değil de Davut devleti kurmakla görevlendirildi ve o arada neler oldu bitti, Kuran aktarmaz.
Tevrat ise savaştan sonraki meseleleri de verir: Savaş ‘Beni İsrail’in (yani inananların) muzafferiyeti ile sonuçlanınca (bizim örneğimizde 12 Haziran seçimleri) işler biraz karışır. Çünkü şartlar, hızla Davut’a yönelir ve Davut ismi öne çıkmaya başlar. Devleti yeniden yapılandırılması işinde toplumun Davut’a meylettiğini görünce Talut, Calut’un ayakta kalan güçleri ile işbirliği yaparak Davut’u saf dışı bırakmak ister. Ona karşı gizli bir mücadele başlatır. Talut, iktidarı ‘Davut’a kaptırmak niyetinde değildir. Ama başaramaz…
Bunun üzerine ‘nebi’ Talut’tan yüz çevirir, muzafferiyetine layık bir şükran yapmadığı ve gurura kapıldığı için üzerindeki ilahi teyidin alındığını söyler. Fakat Talut buna aldırmaz ve mücadelesini sürdürür. Sonra yaptıklarından pişman olur Talut ama mücadeleden de vazgeçmez. Kısacası, Davut (as)’un ‘Beni İsrail’in kralı olarak sahneye çıktığı döneme kadar müthiş çekişmeler ve sıkıntılar yaşanır… Kuran Talut ile Davut arasındaki mücadeleden söz etmez. Biz bunu, “Bizim Talut’umuz ile bizim Davut’umuz arasında anlaşmazlık çıkmayacak inşallah” diye yorumlayabiliriz!
***
AK PARTİ CHP’LEŞEBİLİR Mİ?
Şimdi gelelim son günlerin tartışmasına… AK Parti CHP’leşebilir mi? Yani peş peşe iktidara gelişi, onu da CHP gibi millete tepeden bakar bir hale düşürebilir mi?
Teorik olarak mümkündür. Ama biz elbirliği ile bunu önleyeceğiz.
Elbette, AK Parti öncülüğünde verilmiş olan şu siyasi mücadele, en az Milli Mücadele kadar kıymetlidir. Hatta onun tamamlayıcısıdır, denilebilir. Çünkü Mustafa Kemal liderliğindeki İstiklal Mücadelesi, Türk milletinin maddî varlığını kurtarmak amaçlı idi. O mücadele o gün verilmeseydi belki bugün Anadolu’da bir Türk varlığından söz edilemeyecekti.
Bununla birlikte o mücadele, Batılıların bağımsızlığımızı tanımalarına yetmedi. Karşılığında, Lozan’da ‘ruhumuzu rehin bırakmamızı’istediler. O gün başka çare bulunamadığı için -mi yahut kendilerinin de işine geldiği için mi bilmem- ruhumuz Batılılar nezdinde ‘rehin’ bırakıldı da bağımsızlığımızı tanıdılar.
Evet, Türkün bir devleti olmuştu ama ‘ruhu’ ve ‘manası’ esir alınmıştı. Tıpkı Ayasofya gibi… Maddi varlığı işte orada öyle duruyor. İki din ortasında müze olarak… O mabet nasıl yeniden cami olmak için bekliyor idiyse Türk milleti de bir an evvel ruhunu rehinlikten kurtarmak istiyordu.
İşte AK Parti ile birlikte milletin başlattığı bu yeni ‘ milli mücadele’, rehin bırakılan ruhun geri alınması mücadelesi oldu. O yüzden de işin farkında olan herkes, cemaatler dahil –hatta Bediuzzaman’ın tüm talebeleri, hiç yapmadıkları şeyi yapıp AK Parti’yi desteklediklerini deklare ettiler- risk de alarak 12 Haziran seçimlerine destek verdiler. (İskender Paşa cemaatinden Nurettin Coşan’ın karşı çıkışı da manidardır. Yukarıda aktardığımız kıssada ‘nebi’nin, Talut’a , ‘sen gururlandın, şükraneyi iyi yapamadın’ diyen çıkışını hatırlayın…)
Biz de ümit ediyoruz ki bu mücadele, Türk milletinin yeniden diriliş mücadelesi olacaktır. Esasında Sayın Erdoğan’ın son balkon konuşmasındaki ufuk ve ihatası da bunun habercisi gibiydi. Belki yakında Ayasofya da “henien leküm!” diyecektir bize…
12 Haziran aynı zamanda, Türk milletinin, Süfyan’ın elinden yakasını kurtardığı gündür. ‘Türk’ü ve Türklüğü, İslamın bir kısım şeairine karşı muvakkatten kullanır’ diye haber verilen Süfyan’ın! Tüm İslam âlemi, eski ağabeyleri ve ‘İslamın kahraman bayraktarı’na kavuşmanın sevincini yaşayacak!
12 Haziran azim bir mücadele oldu inşallah! Dolayısıyla onun liderine, öncülerine, destekçilerine, katkı verenlerine millet olarak saygı göstermek bizim vazifemizdir. Elbette her nimetin sahibi Allah’tır ama insan, nimetin kendisine ulaşmasına vesile olan ele de minnet duyar. Bizimkisi öyle bir minnettir!
Fakat bir de ikazımız var. Diyoruz ki inşallah şu minnetimiz, ‘gururlanmalarına’ yol açmaz. Arkasında ‘ilah desteğin’ apaçık görüldüğü şu başarıyı, İstiklal Savaşı’nı kazanan ekibin yaptığı gibi –kimi kendisini Türkün atası ilan etti, kimisi kutsal şef ve tek adam oldu, o da yetmedi saltanatlarını ebedi kılmak için jandarmayı padişah, memuru millete efendi yaptılar – yeni bir tiranlığın vesilesi yapmazlar.
Cumhuriyeti kuranların ilk dönemlerine bakınız, ne kadar da mütevazı ve millet aşkı ile dopdoludurlar: “Bu zafer milletin eseridir”, “hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir”, “Türk milleti zekidir, çalışkandır, asildir, medenidir, falandır feşmekandır…” dediler ama sonra onları takip edenler milleti aşağılamaya başladılar. Başlangıçta ‘milletin efendisidir’ dedikleri köylü, uzun süren bir iktidar sarhoşluğu neticesinde ‘fasa fiso’ , ‘kıllı’ vatandaş, ‘göbeğini kaşıyanlar’ derekesine düşürüldü(!)
Fakat biz inanıyoruz ki şu ekibin yüreği halk ile beraberdir. Üstelik o halkın Hakkın emaneti olduğunu da biliyorlar. Hesap günün geleceğine de inanıyorlar. Zaman zaman iktidar gücü gözlerini kamaştırsa da ila nihaye kendilerini aldatmasına müsaade etmezler. Kamu kovanındaki balın zehirli olduğunu bilerek halka hizmetlerini sürdürürler…
***
İKTİDAR AFETİ
Halife Ömer (ra), ‘iktidar afeti’nin farkında olduğu için, her sabah evden çıkarken, kendisine ‘Unutma ya Ömer, öleceksin!’ diyecek bir adam tutmuştu.
Keza eski büyük Osmanlı padişahları da halkın içine çıkacakları zaman, sağında solunda onlara ‘Gururlanma padişahım senden büyük Allah var!’ diyecek görevliler salarlardı halk arasına…
O slogan, zamanla zayıf padişahlar döneminde ‘Padişahım çok yaşa!’ şeklini aldı. Şimdilerde ise meydanlar “Türkiye seninle gurur duyuyor!” diye inliyor. Düşünebiliyor musunuz? Koca bir millet sizinle gurur duyuyor. Hangi insan bu kadar ağır tahrike dayanabilir ki?
Ama ben inanıyorum ki sevgili Başbakanımız bu tür kışkırtıcı övgülere aldırmaz. Gözünü Allah’ın ‘aferin!’ine dikmiş bir insan, övgülere ehemmiyet vermez. Nefsin ne mübtezel bir firavun olduğunu da unutmaz!
Ben de şahsen onunla gurur duyuyorum. Sabrı, cesareti, metaneti ve millet adına dik duruşu sebebiyle… Aramızdan çıkıp bizden birisi kalabildiği için… Namazında niyazında bir insan olduğu, bizimle aynı safta divana durduğu için… Böyle kaldığı sürece de onunla hep gurur duyacağız.
Ve tabii gece gündüz bu millete hizmet eden isimsiz kahramanlarla gurur duyuyorum. Asayişi temin eden polisimizle, sınırda derin bir teslimiyet içinde varlığını milletine adayarak bekleyen askerlerimizle ve her sabah kalkıp fırınını yakıp bu millet için ekmek pişiren fırıncıyla, kasapla, sabahın köründe kalkıp, üç kuruş için dükkân açan ve yarı sattığını da deftere yazan bakkal ile gurur duyuyorum.
Ben bu millet ile bu Müslüman halk ile gurur duyuyorum. Bütün kışkırtmalara rağmen birlik ve beraberliği korudukları için, bütün dayatmalara, bütün aldatmalara ve tüm tahkirlere rağmen dininden ve irfanından vaz geçmediği için bu halk ile iftihar ediyorum. İsyan etmek için sayısız sebepler bulunmasına rağmen isyan etmeden, sabır ve metanetle bu topraklardaki varlığını, birlik beraberliğini koruyabildiği için Anadolu insanıyla gurur duyuyorum.
Bu toprakların temiz kadınıyla gurur duyuyorum. Onun iffetli varlığına hizmet, hakka hizmettir.
Aile kurma ve sürdürmedeki –her şeye rağmen- mahareti ve istidadındaki muazzam analık duygusuyla gurur duyuyorum. O ki askere gönderdiği ‘kuzu’suna kına sürecek kadar hadiselerin farkındadır ve âlicenaptır. O ananın kuzusu olmakla gurur duyuyorum.
Bu milletin gerçek hakanları, komutanları, liderleri hep o ananın evladı olmakla gurur duydular.
Ne mutlu o gururla yetinenlere!
Ümit ederim AK Parti de millete hizmet etme gururu ile yetinirler! O zaman gerçek efendi olurlar. Ne demiş görklü Nebi (ASV): “Seyyidü’l-kavmi hâdimuhum.” Bir milletin efendisi ona hizmet edendir!