Türkiye’nin harice bakan yüzü itibarıyla mevcut potansiyeli, fıtri değil. Makul görülse bile…
Çünkü ne yaşadığı coğrafyada gördüğü itibarı hak edecek izzetli bir politikası var, ne o politikayı besleyecek bilgi ve ekipman desteği…
Zira şu itibar fıtri olsaydı, İsrail, Türkiye’ye karşı bu kadar bigâne davranmaz, Başbakanları Netenyahu çıkıp “Türkiye önemlidir ama biz ne özür dileyeceğiz, ne de tazminat ödeyeceğiz!” diyemezdi. En azından bunu bu kadar pervasızca ve aleni ifade etmezdi.
Onlar da çok iyi farkındalar ki bu itibar, ‘itibârî’dir; kurumsal değil, şahsîdir. Bu da demek oluyor ki, Türkiye’nin, varmış gibi görünen dış itibarı şahıslara, şahısların bireysel ilişkilerine endeksli. Şu insanların itibarı düşürülse veya onlar iktidardan indirilse, Türkiye de o itibarı kaybedecek. Çünkü o itibar bu milletin ürettiği bir değere dayanmıyor.
Eğer şu itibar üniversitelerimizin ürettiği bir bilgiden yahut hariciyemizin projelendirdiği bir vizyon/misyondan kaynaklanıyor olsaydı ve üretimimiz ve ekonomik yapımız da şu maksatları destekler mahiyette bulunsaydı, bu itibar ve açılım fıtridir diyebilirdik.
Ama değil.
Türkiye’nin şu dönemde elde ettiği itibarı ben tarih içinde doğup parlamış ve sonra hemen sönüp gitmiş, varlığı kurucu liderin kabiliyet ve vücudu üzerine bina edilmiş devletlerin haline benzetiyorum. Tarihimizde kısa sürede yükselip yok olmuş bir yığın hanedan devletler olmuştur. İşte şu andaki dış itibarımız da buna benziyor benim açımdan.
Türkiye’nin bugünkü dış itibarı da sayın başbakanın parlayan yıldızı ve Sayın Davutoğlu’nun basiretinden kaynaklanıyor. Yani ez kaza şu iktidar –hatta iktidar da değil doğrudan başbakan- zaafa uğrasa, o itibar de uçup gidecek. Peki bu makul mü?
Hayır!
Bu makul değil, lazım da değil. Çünkü aldatıcıdır. Bir İtalyan sosyologun geçenlerde dile getirdiği gibi, “Türkiye’nin mevcut durumu anlaşılabilir değildir. Galiba tanrı istediği için böyle” demiş. İmam Rabbanî hazretleri “Dad-ı hakrâ kabiliyet şart nist” (Allah vergisi iş kabiliyet gerektirmez) buyurmuş. Elbette Allah’ın bir şey vermesi için kabiliyet şart değil. O’nun atasının sebebi, fıtri talep ve halisane niyettir.
Bu milletin halisane niyeti ve fıtrî talebi olduğunu var sayalım. Ama yine de dünyevi müesseselerin sürdürülebilmesi için sadece iyi niyetli olmak veya onu talep etmek yetmez. Zira insanoğlu için sa’yden başka bir hakikat yoktur.
Bu açıdan bakıldığında, evet Türkiye, ne patent üretimiyle, ne bilimsel çalışma ve kurumlarıyla, ne ekonomik yapısı ve istihdamıyla ne de nüfusunun yüksek niteliği ile bu itibarı ve konumu hak ediyor.
Bir kere daha içerde bir birliktelik sağlayabilmiş bir toplum değiliz. Hala topraklarımızın bilmem kaç parçaya bölünme ihtimali tartışılırken, hala güçlü bir toplum yaratmak için gereken birlik ve beraberliğimizin en başat iki unsuru (Kürt- Türk) arasındaki niza’ devam ederken ve iktidara kurumsal destekler yokken Türkiye’nin bu coğrafyada itibar kazanması makul değil.
Bu itibarın, Osmanlı’nın bıraktığı hatıraların bir geri dönüşümü olup olmadığından da tam emin değilim.
Osmanlıdan ayrılan unsurların daha sonraki yıllarda yaşadıkları sancılı itibarsızlık, onları eski efendilerinin varisi sandıkları Türkiye’ye karşı minnet duymaya sevk ediyor olmasını anlayabilirim. Fakat öyle bile olsa, Türkiye’nin, şu ilgiyi ve güveni boşa çıkarmayacak istikrarlı; arkasında güçlü bir ekonomik ve siyasi destek bulunan sürdürülebilir bir iktidarı ortaya koyması gerekir.
Türk halkının istikbali hakkında ciddi umutlar taşıyan ve bu yolda sürekli deliller ve emareler sunan biri olarak ben dahi hala Türkiye’nin son üç beş yıldır ihraz ettiği (kazandığı) itibarın yapay mı doğal mı olduğundan emin değilim.
Zira Türkiye’nin şu anki –doğal olmayan- yükseltilmiş konumu, bölge için derin ve büyük emelleri ve palanları bulanan Amerika’nın öngörüleri ile birebir uyuyor.
Yani şu itibar, Berezenski’nin yıllar önce işaret ettiği kurgulanmış, -tabii ruhu ellerinde olan- bir Osmanlıcılık hülyasının kurgulanmış bir itibarı mıdır yoksa, bizim düşündüğümüz ve behemehal olacağına inandığımız ittihad-ı İslamın bir mukaddimesi olan doğal bir itibar mıdır?
Evet bölge ile ilgili derin emelleri bulunan büyü oyun kurcunun (Yani kendilerini Amerika’nın planları arakasına gizleyen Büyük Siyonist örgüt) Türkiye ile ilgili planları da bugünkü konsepte uyuyor.
O yüzden Türkiye’nin, dolayısıyla iktidarın sık sık kendisini ve imkânlarını sorgulaması gerekiyor. Fakat mevcut iktidarın kendisini sorgulaması veya buna ihtiyaç duyması zor.
Çünkü onu buna mecbur edecek bir muhalefet yok. CHP, doğal muhalefet yapmayı beceremiyor. Kurucu parti megalomanlından kurtulamıyor ki millet adına muhalefet yapabilsin. O hangi şartlarda bulunursa bulunsun sürekli kendisini ülkenin sahibi iktidarı ise bir gasıp, hak yiyici görüyor. O yüzden de mağduru oynamaktan muhalefet yamaya geçemiyor. Muhalefet diye yaptığı, iktidarlara ‘sen kim oluyorsun da benim hakkım olan iktidarı benden alıyorsun’ mızıklanmasıdır.
O yüzden de iktidarlar CHP’nin hiçbir talep ve isteğini kale almıyorlar, almamakta da haklı sayılıyorlar toplum nezdinde.
Peki, bu iyi midir? Hayır. Zira denetlenmeyen, akıllı bir muhalefet tarafından sıkıştırılmayan bir iktidarın, gücünü kötüye kullanma ihtimali hep vardır. Seçimle gelen diktatörlerin ortaya çıkış sebeplerinden biri de budur. Yani ciddi kale alınır bir muhalefetin bulunmaması.
Türkiye’de doğal bir siyasi muhalefetin bulunmamasının başka riskleri de var.
Türkiye, cuntacı yaklaşımlardan ve darbeci zihniyetlerden daha yeni yeni kurtulmaya çalışıyor. Eğer iktidarın karşısına hatırı sayılır bir muhalefet çıkarılamazsa, bugün sorgulanmakta olan ve yargılanın kesimler muhalefete başlarlar ki bu muhalefet, bilindik yöntemler kullanmaz.
Benim kanaatim, Türkiye hızla o tür bir muhalefete, yerin altına çekilmiş bir muhalefete sürükleniyor. Ergenekon örgütü ile ilintilendirilen ve fakat yeterince de sorgulanamayan unsurlar yer altına inip muhalefete başlarlarsa bu Türkiye için yıkıcı olur. Bence talebe hareketleri, bu tür muhalefetin başlatıldığının da bir işareti olabilir.
Çünkü Ak Parti’ye karşı sürdürülen muhalefet siyasi değil sadece… Marjinal de olsa onu kuvva-yı milliye ruhuna aykırı bir yapılanma sayan kesimler var ve bu kesimler örgütlenmenin her türlüsünü biliyorlar.
Eğer Türkiye’nin şu yeni konumu, gerçek ve fıtri bir hal ise, bu bölgede racon kesen oyun kurucular, Türkiye’yi kendi arzu ettikleri konumda tutmak için –hizaya sokmak için- şu derin muhalefeti yapılandırır ve desteklerler…
Bu da Türkiye’yi yeniden bir 12 Eylül öncesine sürükler. Ve ittihad-ı İslam bir sonraki bahara ertelenir. Halbuki o muhteşem istikbalin olmazsa olmazı ittihad-ı islamdır. Yani Müslüman devletlerin güç birliği yapmaları…
Türkiye bu ittihadı sağlamaya mecburdur. Daha kendi iki ana unsurunu barıştırmamış bir Türkiye’nin diğer Müslüman halkları yanına alması imkânsızdır.
Hem kendi içindeki ihtilafı çözmek, hem dış arenada doğru hareket edebilmek için, Türkiye’nin güçlü bir iktidar kadar aklı başında gerçek bir muhalefete de ihtiyaç vardır.
Ak Parti, seçimle gelen bir diktatörlük peşinde değilse –ki değil- muhakkak sağlıklı bir muhalefet için de kolları sıvamalıdır. Söylediğimin absürt olduğunu biliyorum elbet. Ama ben bu milletin istikbalinin derdindeyim. Bu iktidar bugün var yarın yok. Hayırla anılmaya ise herkesin ihtiyacı var.
Karşısında alternatifi olmayan bir Ak Parti’nin, CHP’nin tek parti iktidarındaki hatalarına düşmesi ve tıpkı onlar gibi hatasını hikmet sayması ihtimali var. İşte o zaman, çoğunun başında eski askerlerin bulunacağı sivil örgütler muhalefete başlar ve Türkiye’nin geleceği bir kere daha kararır Allah korusun!