Anayasa Değişikliği Paketi’nin ikinci tur oylaması başlıyor.
Kimin demokrasiden/halktan, kimin cuntadan/diktadan yana olduğu görülecek.
İşi çok sıkı tuttuklarını/tutacaklarını tahmin ediyorum. Çünkü gerçekten paniklemiş durumdalar. Yıllardır ellerinde tuttukları arpalıklar, bir bir ellerinden çıkıyor.
Geçtiğimiz hafta, TGC (Türkiye Gazeteciler Cemiyeti)’de yönetimi belirlemek amacıyla basit bir seçim yapıldı. Ve ilk defa “değişim gurubu” adı altında bir kısım gazeteci, alışık olmadığımız bir konseptle biz yönetime talibiz dediler. Yarım asırdır devam eden ve hiçbir şey yapmayan, en büyük icraatları ayda bir içkili bir yemek tertip etmek olan ‘çağdaş’ yönetime karşı, gazetecilik sorunlarıyla ilgilenen ve ‘biraz daha demokrasi’den yana olan bir cemiyet için ortaya çıktılar. -Tuhaftır, şu sıralarda demokrasi ile çağdaşlık karşıt kavramlar olmuş. Çağdaşlar statükodan, demokratlar değişimden yana…) Seçime birkaç gün kala örgütlenmelerine rağmen, ciddi bir performans ortaya koyunca, yarım asırlık yönetim, hastanede yatan eski dostlarını bile sedye ile Cemiyete getirip oy kullandırdılar.
Paniklemelerine örnek olarak şunu söyleyebilirim. Sayın Oktay Ekşi gibi, cemiyete hayatında gelmemiş insanlar gelip oy kullandılar. Öyle isimleri getirdiler ki onlar için cemiyete gelmek itibar kaybı gibidir. Yıllardır cemiyetten çıkmayan insanlara sordum, yemin billah ile “filanı, feşmekanı cemiyette ilk defa görüyoruz” dediler.
İşte o manzarayı; yani burnundan kıl aldırmayan o büyük büyük gazeteciler basit bir cemiyet seçimleri için hayatlarında ilk defa gelip oy kullanıyorlarsa ortada ciddi telaş var demektir. Düşünebiliyor musunuz, geçen seçimlerde kişinin başkan olması için gereken miktarda oy alan bir arkadaşımız ancak birinci yedek olabildi. Yani cemiyet seçimlerine katılanların sayısı geçen sefere göre nerede ise tam iki kattı.
***
Orada, o kerli ferli insanların telaşını görünce, nedense Anayasa oylaması aklıma geldi. “Demek ki”, dedim, “dışarıdaki Ergenekoncular” cidden harekete geçmiş. Ha bu arada size şunu söyleyebilirim, şu ana kadar Ergenekon örgütü adıyla gözaltına alınalar, alınması gerekenlerin onda biri bile değil. Çünkü içinde siyasetçi yok, eski genelkurmay başkanları yok, üst düzey bürokrat yok, baron gazeteciler yok, üniversite çevrelerinin ağababaları yok… Hele şakşakçı gazeteci hiç yok…
Gazetecilerin ve Amerikalıların desteği olmadan kim darbe yapabilir ki. Gazete patronları birkaç gün önceden, gazeteyi çıkaracak olanlar da bir iki gün önceden darbe olacağını bilir. İçeride bir M. Balbay var bir de Tuncay Özkan var. Balbay saflığının, Özkan da kendi arzusunun eseri olarak içerdeler. Yarın çıkınca ulusalcı solcuların lideri olmayı arzu ediyor ya!
Dolayısıyla, denilebilir ki, “Ergenekoncuların” “büyük ekibi” daha dışarda. Öyle olmasaydı, Dursun Çiçek, nasıl bu kadar girdi çıktı yapabilirdi. Dursun Çiçek’in içeri alınması mühim! Eğer konuşursa –ki konuşma ihtimali çok yüksek- o zaman büyük balık avı başlayabilir… Yahut da sustururlar…
Ne ise onu zaman gösterecek. Biz Anayasa değişikliğine dönelim. Benim derdim o.
Demem o ki, bu değişiklik Meclis’ten geçerse, darbeciler ve darbecilik gerçekten darbe yiyecek. Onun için, Meclis çatısı altında ne kadar taraftarları ve beslemeleri varsa, onlardan borçlarını ödemeleri istenir ve istenecek.
Öyle olmasa, BDP’nin değişikliğe karşı çıkmasını nasıl izah edebilirsiniz. Çünkü İmralı’daki öyle istiyor. O, hiç ağabeylerini kırar mı?
Kurtlar Vadisi’nde bir replik vardı: Memati, Cevher’e, “Zaza neden Veli Küçük’e bu kadar bağlı. Onda ne buluyor?” diye sorduğunda, Cevher, “İşin başında o ona yol verdi, ve zaman zaman da onu padirelerden kurtardı’ diyordu… Sanırım İmralı’daki de, kendisini büyütüp besleyen ve sonra koca bir örgütün başına geçirenlere karşı borcunu ödeyecektir.
Yoksa, efendim, seçim barajını indirmediler o yüzden değişikliğe hayır diyoruz, mazereti komiğin de ötesinde…
Ama yine de anlamak mümkün. Çünkü BDP bir parti olmaktan ziyade, ‘Önderliğin meclisteki adamları’ olmaktan öteye geçemediler. Onları dahi mazur görebiliriz.
Ama MHP ile DSP’yi anlayamıyorum…
MHP’nin Ak Parti’ye beslediği kin ne kadar büyük olursa olsun, kendi deyimleriyle dinci milli tabandan gelen Recep Tayip Erdoğan’ın toplum nezdinde ihraz ettiği mevkiyi ne kadar kıskanıyorlarsa kıskansınlar, bu öfke ve haset, onları millet lehine olan bir işten alı koymamalıydı, koymamalıdır.
Bir dönemin neslini; her biri el dokuması olan yiğit yiğit gençleri, içerilere tıkayıp işkencelerle mahveden zihniyeti tarihe gömecek çabaya karşı çıkmak, haysiyet kırıcı burmalarla zürriyetlerine kast edilen o gençlerin hatırasına saygısızlık olur. Daima vatandan, milletten ve mukaddesattan yana olan Türkeş ve ekibi nerede bunlar nerede?
Daha fazla bir şey demeye dilim de varmıyor.
Gelelim DSP’ye…
Duydum ki Rahşan Hanım, el altından bütün DSP’lileri ve bağımsızları “değişime hayır!” demeye çalışıyormuş. Bunu nasıl şey anlayamadım. Eskiden, yani lise yıllarında, tarihte bir takım ülkelerin iç çekişmeler yüzünden nasıl yıkıldığını anlamakta güçlük çekerdim. İnsan, nasıl olur da, kardeşine karşı düşmanla bile işbirliği yapabilir. Tabii o zamanlar siyaseti de bilmiyordum, onun insan basiretini nasıl kapattığını da bilmiyordum!
Ne acayip durum değil mi? Kadıncağız, sevgili kocasını (Başbakan’ Ecevit’i) Başkentteki bir hastanede onu öldürmek isteyen cuntanın elinden zor kurtardığı halde şimdi onların ekmeğine yağ sürüyor! Kim bilir nasıl kemiği sızlıyordur Karağolan’ın! Belki de kederinden saçları ağarmıştır…
Rahşan hanımın bu çabasınını siz anlayabiliyor musunuz? Acaba tehdit mi aldı?
Hatırlayın bir zaman da bir parti lideri son anda Meclis’e girmekten vaz geçmişti de ülke şokt olmuştu. Sonra anlaşıldı ki tehdit edilmişti…
Her halde öyle bir şey. Değilse iş kritik; yani Ergenekoncular, her zeminde harekete geçtiler ve tüm unsurlarını sahaya sürdüler demektir.
Ve bu demektir ki, Ak Parti bile kendi içinden fire verebilir. Ben taa ilk başlangıçta, bir takım dosyaların refi için, bazı isimlerin Ak Partiye alınıp milletvekili yapılması için bir çalışma yapıldığını hatırlıyorum. Ben hasbel kader muttali olmuştum. Onların biri şimdi ingiltere’de. Diğerleri de sanırım hala partideler. Yani büyük ihtimalle Ak Parti içinde de, Ergenekon örgütünün ‘çağırıldığında gelecek’ ‘ülfet kuşları’vardır.
Demek ki değişimden yana olan güçlerin işi sıkı tutmaları gerekiyor. Maalesef Ak Parti STK’ları örgütlemede başarısız. Şimdilerde birkaç tane ‘Demokrasiyi Seviyorum’, ‘Sivil Anayasa İstiyorum’ veya ‘Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir’ mitingleri, yürüyüşleri yapılmalıydı. Mesela TBMM, sivil anayasa isteyenler tarafından çevrilip millet iradesi oradaki vekillerin gözünün içini sokulmalıydı…
Bu yapılmazsa onlar da birer insan, yanılabilir, şaşırabilir ve hata yeşil kağıtların büyüsüne kapılabilirler. Hatırlayın, 1970’li yılların sonunda, sol kesim uzun zamandır iktidar olamamanın hırsı ile, 11 milletvekili satın alarak kabine kurmuşlardı.
Bizdeki sol, sürekli sağ iktidarları ahlaksızlıkla itham eder ama fırsat düştüğünde ve icap ettiğinde en ahlaksız teklifte bulunmaktan sakınmazlar. Bunun için kılıfları da daima hazırdır: Rejimi ve Kutsal Laikliği korumak!
Darbecilerin en büyük yalanı bu: Rejimi korumak!
Farkında değiller ki, bu tutumları sebebiyle hem rejim hem Atatürkçülük sürekli erozyona uğruyor.
Sevgili bir dostum var, der ki, ‘Bu ülkede rejimin ve Atatürkçülüğün en büyük dört düşmanı var: İŞ Bankası, CHP, TSK ve Üniversiteler!
Atatürk’ün tam bağımsızlık ilkesi ve ülküsünü bu dört kesim baltalamış ve bizi Ergenekon denilen ve çevresi Sevr sır dağları ile çevrili Batı Kulübüne mahkum etmişlerdir. İş Bankası, Atatürk tarafından kurulan İhtisas Bankalarının yok edilmesine göz yummuştur.
CHP, halka dayanan Atarükçülüğü yok edip dipçik ve kıtlık olan İsmetçiliği Atatürkçülük diye dayatmıştır.
TSK, tam bağımsızlığı esas alan kendi savaş teknolojisini kendisi üreten bir ülke var etmek için çaba harcaması gereken kurum olması gerekirken, milletin başındaki örtü ve ezanla kafayı bozmuştur.
Üniversiteler de köpek yarışları yapmayı, millet adına bilim yapmaya tercih etmiştir…
Birilerine de, bu dört unsuru bahane yapıp el altından dikta icra etmek düşmüştür.
Ama millet, içine düşürüldüğü Ergenekon’dan kurtulmaya kararlı. Zaten güneş de yükseldi yükselecek!