Bahtiyar Alman Milleti!

Aldığım notlara göre bu yazıma, Almanya’da, bir kısım siyasetçiler, göçmenlere, özellikle de Türklere karşı ‘öfke biriktiriyorlar’ diye başlamam daha makul görünüyordu. Çünkü bireysel anlamda şikâyetlerini dinlediğim herkes bu tür endişeleri dile getiriyordu.

Alman toplumunda, yabancı düşmanlığının, nerelere varabileceğinin örneği bulunduğuna göre, şu insanların kaygılarını görmemiz ve dikkate almamız gerekiyor. Yani en kolaycı yöntemle, en azından Türk hükümetini, meseleye duyarlı olmaya çağırmak, oradaki vatandaşlarımızın huzur ve güvenliğini sağlaması için harekete geçmesini istemek hakkımızdır.

Tabii meselelerin bu noktaya gelmesinde bize düşen sorumlulukları da hatırlayarak… Elbette ki gurbetçilerimizin büyük bir kısmı, niçin orada bulunduklarını müdriktirler. Fakat aynı zamanda bizim medeniyet ve kültürümüzün Alman halkı nezdindeki temsilcileri oldukları da bilmelerini isterdim. Ama maalesef bu konuda hiç de iyi örnekler olduğumuz söylenemez. Bu insanların, hem tüm Avrupa’da, ilk gelen işçilerimizi ne kadar büyük bir sevgi ve saygıyla karşıladıklarının sayısız örneklerini dinledim. Fakat yazık ki, kısa zamanda onları derin bir kırıklığına uğrattık.

Onları bezdirmek, bıktırmak bir yana, ahlaksızlığın, beleşçiliğin ve cehalet ve taassubun her haliyle tanıştırdık. Dolayısıyla bugün hadiselere, insan ve eşyanın hakikati noktasından baktığımızda, onların değil, esasında bizimkilerin oradaki yaşam tarzını kültürünü tehdit etmeye başladığını görüyoruz…

Olabildiğince kural ve düzen çerçevesinde oluşturulmuş, başkasının emeğini sömürmeyi en büyük ahlaksızlık bellemiş ve üstelik yıllarca ‘ari ırk’ propagandası altında kalmış bir toplumun; bizimkilerin, son derece düzensiz, kuralsız, hatta cahilce, keyfî ve –en azından bir kesim için geçerli olmak üzere- ‘tufeylî’ yaşam biçimlerine tahammül ediyor olmaları büyük bir toleranstır. Orada yaşayan insaflı Türkler, seçtiğim şu kelimelerden neleri ve kimleri kast ettiğimi elbette biliyorlardır.

Evet, Almanya’da bir rahatsızlık var. Bu rahatsızlık, iki Almanya’nın birleşmesi ve ardından Avrupa’nın Euro para birimine geçmesiyle, Alman toplumu, nerede ise yüzde 30-40’lar avaran bir ‘satın alma gücü’ kaybına uğramıştır.

İşsizlik ve okuma yazma bilmeyenlerin sayısı hızla artıyor. Üretim eskisi gibi değil. Çin, dünya genelinde olduğu gibi Almanya’yı da ekonomik anlamda sarsmaya devam ediyor.

Geçtiğimiz yıl, İsviçre’de bir iki mutfak eşyası bakayım diye girdiğim Migrostan, birkaç kutu çikolata alıp çıkmak zorunda kalmıştım. Elimi attığım her şey Çin malıydı. Aynı durum Almanya’da da başlamış. Girdiğim bir storda bir yığın Türk malına da rastladım.

Son olarak AB’den Yunanistan’a hibe edilen 100 milyar Euro’luk yardımın yaklaşık 40 milyarını Almanya üstlenmiş. Bunu da beş yıl içinde halktan toplamayı planlıyor.

Zaten alım gücü azalmış Almanlara, bir de çalışmayan ve devlet sırtından geçinen‘tüfeylîlerin -çalışabilecekken, çalışmayıp tefecilik yapan ve devletin verdiği sosyal yardımlarla geçinen Türklerin(!) sayısı az değil- bakımını ve geçimini üstlenmek artık zor geliyor.

Bu, işin bir yüzü! Yani sıkıntıları doğuran tarafı… İşin bir de öteki yüzü var ki ırkçıların uykusunu kaçırıyor. İslam! –Bizim ulusalcıların da yaptığı gibi aşırı milliyetçiler, dini sevmedikleri halde, nedense ırkçılığı körüklemek için hep dini kullanıyorlar.-  Evet İslam Almanya’yı zorlamaya başlamış. Birçok şehirde gettolar, sokaklar, caddeler oluşmuş. Öyle ki o caddelerde ve sokaklarda dolaşırken kendinizi bir Türk şehrinde zannediyorsunuz.

İşte bu durum Alman ırkçılarını rahatsız ediyor. ‘Almanya elden gidiyor’ propagandasına konu teşkil ediyor.  Bu da haklı olarak, orada yaşayan Türkleri ürkütüyor. Tabii işine gücünü bakan Türkleri… ‘Diğer Türkler’ bundan rahatsız değil. Hatta Türkiye ile Almanya’nın arısının bozacak şu meseleleri alttan alta kışkırtıyorlar desem yalan olmaz. Diğer Türklerden maksadım ‘Türkiye’de mal ve can güvenliği olmadığın’ iddiasıyla oraya sığınmış pkk ve benzeri örgütçüler… Onlar da orada Türk kimliği ile yaşıyor ve işledikleri her türlü pislik ve ahlaksızlık Türklerin hanesine yazılıyor.

Nitekim anlatılanlar, en toleranslı toplumları bile yabancılar aleyhine sevk edebilecek tür ve miktarda. Dolayısıyla ben, kılıcı öyle bodoslama çalıp, ‘imdat, Almanlar Türkleri kesmeye hazırlanıyor’ yaygarasına girişmeyeceğim. Evet, bir takım rahatsızlık verici gelişmeler var fakat bunlar henüz hükümet veya devletin gündemine girmiş değil. Üstelik hükümet o tür açıklamalardan ciddi rahatsız. Ben orada iken, Çalışma Bakanı’nın göçmenlerden rahatsız olanlara ‘Almanya için gelenler değil gidenler tehlikedir’ şeklinde cevap verdiği belirtildi. Büyük bir devletin idarecisine yakışan tavır da budur.

Mamafih bu haliyle bile Alman halkı bizden daha toleranslı. Eğer bizimkilerin oralarda yaptıkları ahlaksızlığı Almanlar burada yapsa biz yeri göğü birbirine katardık.

Biz daha azınlıkların en küçük taleplerine tahammül edemiyoruz ama oralarda cami ve okullar açıyor, okullarında Türkçe eğitim verilmesini istiyor ve bunu elde edebiliyoruz. Benim konferanslarımın birisi, kiliseye ait bir binada idi. Kendi kendime ‘acaba, biz, bir caminin avlusunda bir hristiyan ayini yapılmasına izin verir miydik? Verilseydi, tahammül eder miydik?” diye düşününce soğuk soğuk terledim. (Bu arada Sümela da yapılan ayini  hatırlatmak isteyenlere en de hatırlatmak isterim ki, itirazım  gününe idi, ayine değil…)

Öyleyse, biz dahi, onların bazı kızgınlıklarını, öfkelerini anlamamız gerekiyor. Tabii ki devlet, mevcut olan toleranslı durumu sürdürdükçe…

***

Almanya’ya daha önce de gitmek istemiştim ama vize vermemişlerdi. Bu kere Okur Kitapevi’nin Köln’de düzenlediği kitap fuarına katılmak için çağırılmıştım. Muazzam bir hareketlilik vardı.

Son derece fedakâr, harıl harıl koşturan, dışlayıp ötekileştirmek yerine kendinden sayarak, kendinden de bir şeyler katarak Almanya’nın geleceğine yatırım yapan o insanları görünce, yıllar önce okuduğum ama nasıl olacağına da akıl erdiremediğim o tanımlama geldi: BahtiyarAlman milleti!

Risale-i Nur’un, Müslümanlara kazandırdığı müspet hareket tarzının, peygamberin (asv)  nûrânî meşrebinden ve ashabın yüksek karakterli mücadele tarzından bir numune olduğunu hatırlatan Bediuzzaman, bu tarz mücadelenin, insanlık tarihinde yaşanmamış bir yaygın barışın tesis edilmesinin de teminatı olduğunu söyler.

Medeniyetler ve milletlerarasında kavgayı değil, dostluğu karşılıklı menfaat birlikteliğini ve paylaşımını esas alan müsbet hareket tarzının, bugünkü dünyaya tap taze, nûrânî bir hayat ve yepyeni bir veche kazandıracağını müjdeliyor. RN’nin bu müsbet hareketi sayesinde, çoktandır birbirine muârız zannedilen ehl-i mekteple ehl-i medresenin birbiriyle uzlaştığını, asırlardır çekişme içinde bulunan Şark ile Garbı da barıştıracağını haber veriyor.

Müslümanlar arasında fikri ve ekonomik birlikteliği sağlamanın yegâne çaresinin de Risale-i Nur tarzı; neticelerin eşit paylaşıldığı ve kimsenin ötekileştirilmediği bir tarzı hayat olduğunun toplum bilimciler tarafından da kabul edildiğini ifade eder.

Amerika’da Avrupa’da ve özellikle Almanya’da hakikatin ne olduğunu anlamaya çalışan samimi çabalar olduğunu; İslam ve hakikatin kabulünü zorlaştıran eski taassup ve ön yargıları bertaraf edecek bilimsel çalışmalar ve fikri aydınlanmalar yaşandığına dikkat çeken Bediuzzaman şöyle der:

“Hem, bugünkü dünyadaki ihtilâfları halledecek olan; aklen, fikren terakkî etmiş yirminci asır insanlarına hak ve hakîkati anlatabilecek yepyeni bir ilmî keşfiyâtı ve bir teceddüdü Amerika’da, Avrupa’da, husûsan Almanya’da taharrî eden cereyanlar meydana gelmiş; eğer idrak edebilirler ve görebilirlerse, işte Risâle-i Nur külliyatı.

Nitekim bu hakikatin idrâk edilmeye başlandığını gösteren emâreler bahtiyar Alman milleti içinde görülmektedir.” (Tarihçe-i Hayat, Sekizinci Kısım: Isparta Hayatı)

İşte Köln Kitap fuarının bana yaşattığı hissiyat. Elbette yazılacak sıkıntılar ve problemler de var. Mesela gençler Türkçe bilmiyor, İslamı almanca doğru anlatacak kimseler de yok. Diyanetin gönderdikleri yetersiz. Almanca din anlatanların büyük bir kısmı da radikal takılıyor. Acilen oradaki Türk gençlerine el uzatmak gerekiyor. İnşallah onlara da temas edeceğim. Ama şu müjdeye öncelik vermemek haksızlık olurdu! Çünkü oradaki ırkçıların çırpınışı, buradaki CHP’lilerin halini andırıyor. CHP İslam’a ve Müslümanlara tavır aldıkça küçüldü. Her istemediği de gerçek oldu!

Aynen öyle de Almanya hızla İslam’a koşuyor. Böyle bir gaye için oraya gönderdiğimiz bir iki nesil heba olsa bile değer. Buna rağmen hayli güzel gelişmeler de var.

İşte Dialog Jimnasium (Diyalog Koleji)’nin inşası yararına yapılan fuar da onlardan biri. O kadar yoğun katılım vardı ve insanlar o kadar büyük bir heves ve ihlâsla çabalıyorlardı ki, sergiledikleri gayret ve koşturmaca bana Medine’ye gelişin ilk günlerindeki coşkuyu hatırlattı.

İlk İslam öncülerinin gittikleri yerlerde yarattıkları atmosfere benzer bir atmosferdi yaşadıklarım. Gıpta ettim. Çünkü bilseler de bilmeseler de ilerde İslam ile müşerref olacağı haber verilen bir halkın ihtidasına hizmet ediyorlardı.

Selam önden gidenlere ve selam hidayete erip de “bahtiyarlık” şerefine erenlere!

Hakkında Mehmet Ali Bulut

1954’te Gaziantep’in İslâhiye ilçesinin Kerküt köyünde doğdu. İlkokulu burada tamamladı. Gaziantep İmam Hatip Lisesini ve ardından Gaziantep Lisesini bitirdi. 1978 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap ve Fars Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nden mezun oldu. Aynı Fakülte’nin Tarih Bölümünde doktora tezi hazırlamaya başladı. 1979 yılında Tercüman Gazetesi’ne girdi. Tercüman Kütüphanesinin kurulması ve kitapların tasnifinde görev aldı. Birçok kitap ve ansiklopedinin yazılmasına ve hazırlanmasına katkıda bulundu… Daha sonra gazetenin, haber merkezi ve yurt haberlerinde çalıştı. Yurt Haberler Müdürü oldu. Köşe yazıları yazdı… 1991 yılında Haber koordinatörü olarak Ortadoğu Gazetesi’ne geçti. Bu gazete 5 yıl süreyle köşe yazarlığı yaptı. Yeni Sayfa ve Önce Vatan Gazetelerinde günlük yazıları ve araştırmaları yayınlandı. 1993 yılında haber editörü olarak İhlas Haber Ajansı’na girdi. Kısa bir süre sonra ajansın haber müdürlüğüne getirildi. Mahalli bir ajans konumundaki İhlas Haber Ajansı, onun haber müdürlüğü döneminde Türkiye’nin ve Ortodoğu’nun en büyük görüntülü haber ajansı konumuna yükseldi. 1997 yılında İHA’dan ayrılmak zorunda kaldı. Bir grup arkadaşıyla birlikte Veri Haber Ajansı’nı kurdu. Finansal sıkıntılardan dolayı Ajansı kapattı. 1999 yılında BRT Televizyonuna girdi. Haber editörü ve program yapımcısı olarak görev yaptı. 2001 Mayısında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın danışmanlığına getirildi. 3 yıl bu görevde kaldı. Bir süre Ali Müfit Gürtuna’nın basın ve siyasi danışmanlığını yaptı. Turkuaz Hareket’in mantalitesinin oluşturulmasında büyük katkısı oldu. Bugün Gazetesi Yurt Haberler müdürü olarak çalışan Bulut, emekli ve sürekli basın kartı hamilidir. Eserleri: Karakter Tahlilleri, Dört Halifenin Hayatı, Geleceğinizi Okuyun, Rüya Tabirleri, Asya’nın Ayak Sesleri, Ansiklopedik İslam Sözlüğü, Türkçe Dualar, Fardipli Sinha, Derviş ve Sinha, Ruhun Deşifresi, Gizemli Sorular, Ahkamsız Hükümler, Can Boğazdan Çıkar, Sofra Başı Sağlık Sohbetleri gibi yayınlanma aşamasında olan çeşitli eserleri bulunmaktadır. Roman ve Hikaye: Mehmet Ali Bulut’un Roman türünde yazılmış Fardihli Sinha, Derviş ile Sinha adında iki romanı ve aynı serinin devamı olarak Zu Nima ve Fardipli Sinha 2 ve Fardipli Sinha 3 tamamlanma aşamasındadır. Diğer çalışmaları: Çeşitli dergilerde yayınlanmış çok sayıda makalesi, şiirleri bulunan Mehmet Ali Bulut son dönemdeki yazılarını haber7.com’da yayınlamaktadır. Bulut evli ve bir kızı vardır.

Ayrıca Bakınız

Çanakkale Geçilmedi…

Elhamdülillah, bu millet bir kez daha Çanakkale’nin geçilmez olduğunu gösterdi. Bir kere daha, bu millet, …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir