Davut dönemi (yapılanma) bir kere daha ertelendi. Demek ki Talut işini (sistemle mücadele) henüz bitirmemiş.
Eskiler “olanda hayır vardır” derlerdi. Hikmete yakın bir söz…
“Bu niye böyle, şu niye söyle…” demek ise aklın icabı… Akıl kendince uygun görmediği şeyi eleştirir. Kalbin hikmete teslim olması ne kadar hak ise aklın, uygun görmediğini eleştirmesi de o kadar haktır ve lazımdır.
Davutoğlu’na haksızlık mı edildi?
Mümkündür! Ama ‘evet’ diyemeyiz! Bu gelişmelerin, onan aleyhine olup olmadığını bilemeyiz? Nitekim bir önceki yazımda “eğer Davutoğlu ‘mağrur’ oldu ise nefsi ıslah edilecek, yok eğer ‘mağdur’ oldu ise kader onun elini güçlendirip yeniden getirir” demiştim.
Ak Parti açısından da “Bakarsınız gelecek hükümet, öyle işler yapar ki öncekileri unutturur” diyerek, Rabbim ’den hayrı murat etmiştim.
İnşallah öyle olmuştur.
Binali Yıldırım artık başbakan. Gayretli, çalışkan eser bırakmayı seven biri. Sosyal ve fiziksel yapılanmada maharetli… Bakarsınız hiç beklenmedik şekilde, siyasi yapılanmada da katılımcı bir uzlaşma yolu bulur da ülkeyi sükûna erdirir. Çünkü taht-baht meselesi mühimdir. Bahtlı bir insan halkının da talihini yaver kılar!
Bazen bakarsınız biri çıkmış, hiç umulmadık şekilde kendi milletinin önüne geçmiş ve onan talihini de parlatmıştır, kendisininki gibi. Tarih böyle örneklerle doludur. Her yeni yönetici yeni bir şans yeni bir talih demektir. Allah Binali beyin görevini millet adına hayırlı kılsın, inşallah.
Mülk Allah’ındır. Biz de Allah’ın mülkünde çalıştırılan memlukleriz. Hizmeti biteni bir saniye sahnede tutmaz. Bu işler böyledir. Mucizesi iktidar olan Hz. Süleyman’a kalmamış bu mülk. Mezaristana sorun kaç şehir yuttular. Kendilerini vaz geçilmez bilen nice bedenler var o topraklar içinde. Mülk alahındır derken kastım faniliktir. Hiç kimse la yemut değildir. Vaz geçilmez de değildir. Sınavda olan toplumdur. Hak ettiklerini bulacaktır… İyi veya kötü!
Ben şahsen şu değişikliklere ne sevindim ne üzüldüm. Fiili başkanlık döneminin başladığını gördüm o kadar! Davutoğlu’unun azli, Binali beyin tayini açık ve net gösteriyor ki Türkiye’nin Başkanlık sistemine geçmiş. O da hayırlı olsun inşallah.
Zaten biz Türkler, bir şeyi makul yollarla yapamaz olduk. Askerler müdahale etmeden Anayasa yapabildik mi yıllarca? Hala anayasa için askerin müdahalesini bekleyenler yok mu? Demek ki biz oldubittileri seviyoruz. Bunu da en iyi bilen Cumhurbaşkanımız. Artık başkanlık dönemi başladı. Kurum ve kuralları ardından gelir!
Hayırlı olsun!
DOKUNULMAZLIKLAR
Fikir sahibi insanlarına, hürriyet ortamı bahşetmek bir milletin yüz akıdır.
Bir zamanlar, büyük bir İran Edebiyat Tarihçisi vardı; Bediuzzaman Firuzanfar! Allah rahmet eylesin. 1984 yılıydı sanırım, Tercüman’da Kütüphanenin başında bulunan Niyazi Ahmet Banoğlu’nu ziyarete gelmişti, Rahmetli Adnan Erzi ile birlikte. Bu son ikisi hem doğu edebiyatları hem de kitabiyat konusunda dünyanın parmakla gösterdiği zatlardı.
Bir gün “Mevlana Türk müdür Fars mıdır?” tartışması açılmıştı. Ben de “cahil cesur olur”un bir örneği babından daldım aralarına ve Mevlana’nın Türk olduğunu ispat etmeye çalıştım, kendi söyledikleriyle. Epey tartıştıktan sonra Firuzanfar, bilgece bir cevapla meseleyi kapatmıştı:
“Merak etme güzel kardeşim. Mevlana’yı kimse Türklerin elinden alamaz. Kendisi Fars bile olsa Mevlana sizin eserinizdir. Çünkü Mevlana o dönemde İran’da olsaydı, ona bu fikirleri hür bir şekilde söyleme imkanı verilmezdi. Siz Celaleddin’e, Mevlana olma imkân ve ortamı verdiniz. Bununla övünün”.
Dolayısıyla, evet, fikir sahibi insanlara fikirlerini rahatlıkla söyleme ortamı vermek bir milletin büyüklüğünü gösterir. Dileyen dilediği gibi konuşsun, söylesin, desin! Amma bunun hıyanete veya tefrikaya dönüşmesine izin vermek zaafiyettir. Ülkeyi parçalanmaya, halkı kan dökücü kılmaya sebep olur.
Bu millet, sayısız halkların kendi idaresi altında kişiliğini koruyarak varlığını sürdürmesine izin vermiştir. Bunun en iyi delili Balkanlardır, Ermenilerdir, Rumlardır… Asırlar asırlar boyu Türk idaresi altında kaldıkları halde ne dinlerine ne dillerine ilişilmiştir. Bir kere Yavuz Sultan Selim, Rumlara yönelik bir niyet ortaya koymuştur hafiften onları İslamlaştırmak için, o da Zembilli Ali Cemali Efendinin iradesine toslamıştır.
Kısacası, Türkler, despot ve yok edici bir anlayışa sahip olsalardı, başta Ermeniler, Rumlar ve Sırplar olmak üzere balkanlarda ve Anadolu’da bir tane Ermeni, Rum, Arnavut, Çerkez, Kürt…. kalmazdı, Türkleşirdi. Öyle bir şey olmadığı gibi onlarca Türk ve Türkmen aşiret Kürtleşmiştir, Araplaşmıştır, Farslaşmıştır. Erdebililer Farslaştı, Beydili, Bayat, Karakeçili ve daha sayısız Türkmen grupları Kürtleşti. 1913 salnamesine göre Erbil’in yüzde 85 nüfusu Türkmen. Ne oldu onlara ki şimdi orası bir Kürt başkenti?
Yavuzeli, Oğuzeli, Elbeyli, Araban, kuzey Suriye’de bugün PYD’nin insafına bırakılmış Fırat’tan ta Akdeniz’e kadar ki yerler, Musul, Kerkük, Diyarbakır, Cerablus, Halep Türkmen yurtlarıydı. Ne oldu da bugün değil farklı diller konuşmak, Türk olmaktan bile çıkmışlar.
Demek ki bu milletin ayırımcılık yapmak, dışlamak ötekileştirmek gibi bir derdi olmamış. Cumhuriyet döneminde olmuş olanlar da bu milletin değil, bu milleti ve onunla birlikte İslam’ı imha etmek isteyenlerin bir projesi ve eseridir. Bunu görmemek için tamamen kötü niyetli veya ahmak olmak lazım.
Bununla birlikte Parlamentoya kadar taşıdığı insanları tarafından ihanete uğramak bu milletin acı talihsizliklerindendir. 1877 de II. Abdülhamid’in kapatmak zorunda kaldığı parlamento, hainlerle vığıl vığıl kaynıyordu. Rusların Osmanlı’ya ateş açtığı ve onu yok etmek için büyük bir ordu ile İstanbul’un üzerine geldiği bir zamanda bile o hainlerin işi, sadece Osmanlıyı ve Padişahı eleştirmek olmuştur. O gün Ruslara güvenip asırlık komşularını öldürmeye yeltenen, Osmanlıyı arkadan vuran Ermeniler ile daha dün Rusya ile savaşın eşiğine geldiğimiz günlerde gidip Ruslara bağlılığını bildirenler arasına ne fark var. Bu demokrasi midir?
Bu açık ihanet girişimlerine rağmen yine de Parlamentoda söz sahibi olacaksın ve her ağzını açtığında milleti birbirine düşürecek konuşmalar yapacaksın. Bu da hak arama olacak.
Aynı şey ikinci Meşrutiyet döneminde de yaşandı. Açın o zamanların gazetelerini ve tarihlerini bir okuyun. Bakın bakalım bugünküsünden bir farkı var mı? Maalesef tüm ayrılıkçı hareketlerin reisleri parlamentoya girmişlerdi… Parlamentoda dokunulmazlık zırhı altında tüm melanetlerini ve ayrılıkçı fikirlerini serd ediyor, biri de bir şey deyince vay kürsü dokunulmazlığıma müdahale ediliyor diyeceksin, meşrutiyet (demokrasi) diyeceksin.
Öyle bir şey olmaz!
Evet, Kürtlerin bir takım mağduriyetleri, meşru talepleri olabilir ve hem de var. Asırlardır bizimle kader birliği yaptıklarına göre bugün de şikâyetlerini yüksek perdeden dile getirme haklarıdır. Bu hak taleplerini dile getirmek isteyenleri de hain kisvesine sokmak yanlıştır ve zulümdür. TC bu tür işler yaptı ve yapmıştır. Fakat TC bunu onlara Kürt oldukları için yapmadı, Müslüman oldukları için yaptı ve aynı bela ve musibetlerden Müslüman Türkler de payını aldı.
Ama düşünün ki şu iktidar, hıyanetle itham edilmek pahasına şu meseleleri çözmek için (Açılım, çözüm, uzlaşma… ne derseniz!) risk aldı. Kürtler adına hareket ettiklerini iddia eden ve fakat aslında ipleri başkalarının elinde olanlar ne yaptı?
-Şarlatanlık!
Haklı iken kendilerini haksız duruma düşürdüler. Mağdur iken zalim konumuna geçtiler. Şimdi ise parlamentodaki dokunulmazlıkları kaldırılıyor diye yurt dışına kaçıyorlar.
Elbette bu bir insani reflekstir. Kaçabilirler. O zaman denilebilir ki siz davanızda samimi değilsiniz. Nitekim de öyledir. Şu sıkıntılar inşallah yakın bir zamanda çözüldüğünde, kişilerin bağları bağlılıkları resmedildiğinde kimin kime hizmet ettiği netleşir… Allah bu millete zeval vermesin ve hem de vermeyecektir inşallah!
Dil ve Üslup
“Allah bu millete zeval vermesin” derken, derdimiz bu milleti yüceltmek, biricik kılmak kastıyla değildir. Elbette ben fakir, İslam’ın yeniden dirileceğine inanıyorum ve umuyorum ki bu dirilişte benim halkım baş rol oynasın.
Evet, bunu can u gönülden istiyorum. Zaman zaman belki ölçüyü de kaçırarak, bu işin Türk halkının eliyle gerçekleşeceğini yazmışımdır. Umudum budur ve arzum budur amma bir de realite var.
-Nedir o realite?
-İslam dünyasının hali!
Acaba Farsın katılmadığı, Arabın içinde yer almadığı bir İslam birliği olabilir mi?
Asla! Öyleyse tekelci bir dil kullanmak, sanki bu işin sadece bizimle olacağını sanmak ve öyle bir üslup takınmak hatadır.
Liderlerimiz son zamanlarda bu meseleye fazla vurgu yapmaya başlamışlardı.
Osmanlıcılık, bize sevimli gelebilir ama maalesef aramıza giren şu yüz yıllık ayrılık dönemi, eski Osmanlı tebaası olan halklarda bize karşı hiç de hoş olmayan hatıraların oluşmasına da yol açtı.
Gerek Araplar olsun gerek diğer İslam halkları olsun, evet, içlerinden Osmanlıyı minnetle ananlar var ama siyasiler ve iktidar sahipleri hiç de öyle düşünmüyor.
Böyle olunca tarihin ihtişamlı dilini kullanarak bugünün Müslümanlarını bir amaç etrafında bir araya getirmeye yönelmek doğra bir yol olmaz. Bizim siyasetçilerimiz Osmanlıya çok atıfta bulunuyor ve göndermeler yapıyor. Fakat ne Araplar, ne Farslar ne Arnavutlar… bundan hoşnut.
Öyleyse daha kucaklayıcı, daha kuşatıcı bir dil kullanmak gerekiyor. “Biz yapacağız, bizim önderliğimizde olsun” demek yerine birlikte yapmak, sorumlulukları ve nimetleri paylaşmak üzerine bir üslup edinmek gerekiyor. Halklar zaten kimin baş kimin ayak olduğunu biliyor. Bakın AB’a. Esasında AB Almanya’dır ve işin dinamosu da Almanlardır. Ama bunu hiç göstermiyorlar.
Tamamen batının (daha çok da Almanların) himmetleriyle varlığını sürdüren bir Kıbrıs Rum kesimine bile başkanlık hakkı veriyorlar. Öyleyse bizim de İttihad-ı İslamdan söz ederken, her bir kavme, her bir halka bu çatı altında, bu birlik ve beraberlik içinde kendi varlığını sürdürme, kendi rengini yansıtma ve sıra kendisine geldiğinde yönetimi üstlenme hakkı olduğunu hissettirmeliyiz.
Biz İslam ittihadı derken, yeniden Osmanlıyı kurmak ve herkesi boyunduruğumuz altına almak niyetinde değiliz. İşte böyle olmadığını hissettirecek bir yol ve dil kullanmak gerektiğini hatırlatmak istiyorum.
İslam ittihadı içinde Dubai’nin de Katarın da Kuzey Irak Kürt devletinin de en az Mısır, Arabistan, İran ve Türkiye kadar hakkı olduğunu, kendisi kalma hakkı bulunduğunu hissettirmek ve içimizde de hissetmek zorundayız ki İttihd-ı İslam olsun.
Selam ve dua ile…