Bayram kelimesi bize Farsça’dan gelmedir.
Kaşgarlı Mahmut, bayram kelimesini, Divanı Lugati’t-Türk’te ‘baz-ram’ diye kaydetmiş. ‘Baz’, kelimesi bugün de Farsçada ‘geri gelme, dönüp gelme, yeniden, iade…’ anlamlarına gelir. Mesnevi‘de ‘bâz’ kelimesi, “Herkesî ku (ki o) dûd mand ez aslı-hiş / Bâz cuyed ruzigâr-i vaslı-hiş” (Kişi aslından uzağa düşese de yani asaletine yakışmayan işler yapsa da eğer asil ise önünde sonunda yeniden köklerine döner. Nefsini ıslah eder) diye geçer.
Yani ‘bâz’, esasında Arapçada, bugün de bayram demek olan “Îyd” anlamınadır.
“Râm” ise neşe, huzur, tarab, kendinden geçmek, bağlanmak, ram olmak… vs gibi çok değişik anlamlar kazanmış zaman içinde… o da farsça bir kelimedir. İki kelimeden oluşan bâz-râm, (huzur ve neşe yeniden geldi” anlamına dilimize girmiş ve zamanla z-y değişmesiyle Bayram çeklini almıştır.
Aramça’da “îyd” diye anılan kelime Süryani’ceden Arapçaya geçmiş bir kelimedir. “Â-de” (Avd kökünden gelir), iade olundu, iade edildi anlamına gelir. Bizdeki ‘iade’, ‘mîâd’, ‘muayede’, ‘meâd (ahiret) kelimeleri de bu kökten türemişlerdir. Yeniden, tekrar, bir şeyin eski haline gelmesi veya evveline dönmesi anlamına da gelir.
‘Fıtr’ ise fıtrat, insanın asıl tabiatı, bugünkü deyişle “fabrika ayarları” diyebileceğimiz bir anlam ifade eder.
Böyle olunca Ramazan Bayramı’nın Arapçadaki adı olan “Îydu’l-Fıtr” fıtrata dönüş veya kaba tabirle fabrika ayarlarına dönüş… demek olur.
İnsanın asıl tabiatına dönmesi, insanın, nefsin tiryakilikleriyle, kötü ahlak ve eğilimleriyle rahmani yapısından uzaklaştırdığı yaratılışını, normal ayarlarına getirmesi anlamına gelir ki, bayram kelimesine bu anlamda bakıldığında, Cenab-ı Hakk’ın, oruç ibadetine yüklediği o büyük anlam da yerine oturur.
Hatırlayalım kudsi hadisi:
“Ademoğlunun tüm amelleri (ibadet diye yaptığı işleri) kendisi içindir. Oruç müstesna! O benim içindir. Karşılığında ona ne vereceğimi de ancak ben bilirim”
Esasında bu büyük karşılık, insanın masum ve temiz haline yani ‘insan’ denen; Rabbine muhatap olmaya layık hale gelmesidir. Bir tür çocuk saflığı… Bayram da insanın o saflığa ulaşması neticesinde insana verilmiş bir bağıştır. Çocukluğa (yani günahsız olduğumuz, her günün bayram olduğu o çağa) geri dönüş…
O yüzden bayramla çocuk arasında sıkı bir bağ vardır. Özlem vardır her insanda eski bayramlara. Çünkü onlar içindeki huzur anlarıdır. Nostalji de bundan doğmuştur.
İnsanlar hep eskiyi özlerler. Esasında özlenen, eski değil, çocukluktur. Çünkü çocukluk (sebavet= günahsızlık= fıtratın ilk hali) temizdir, saflıktır ve temizliktir. İnsan, o yaşta kirlenmemiştir henüz günahlarla, hatalarla, yanlışlarla, isyanlarla… işte huzur budur. Yürekteki bağış ve barışıklık hali… Hz. Ali (ra)’ye bayram nedir?’ diye sormuşlar, o da “günahsız geçen gündür yahut günahsızlık halidir” buyurmuş.
Ramazan orucu ve onun içindeki amller/ibadetler, insanı adeta yuyor, paklıyor, yıkıyor, kirlerinden ve hatalarından arındırıyor ve sebavet çağındaki haline kavuşturuyor ki onun neticesinde hasıl olan hale bayram denmiş. Öyle tertemiz hale gelmek zaten “bâz-râm” demektir. Yahud îyd el-fıtr… Fıtrata, günahsızlığa, keyif ve neşeye dönüş…
Demek ki ibadetlerin maksadı, insanı yaradılış formatında, asli safvetinde tutmaktır. Onun asıl yaratılışıyla uhafaza etmektir ki o hal cennetlik olma halidir. Ben insanlara hep “Ahir ömrünüz bayram olsun inşallah’ diye dua ederim. Cenab-ı Hak da, o günü, yani cennete girecek kadar temizlenmiş bir insanın başarısını ‘fevzü’l-Azim’i diye zikreder. Büyük başarı! Nitekim kirlenmişlikten sonra insanın cennete layık bir safiyete kavuşturması büyük başarıdır. Siz o safiyeti yakaladığınızda bayram sizin doğal hakkınız olur.
Hz. Adem seremonisini de bu gözle okuyun!
Bilindiği gibi Hz. Adem başlangıçta cennette idi. Günahsızlık ve fıtrat üzere olmak (yani sebavet) zaten cennette olma halidir. Her insan, çocukluğunda bir tür cennette olma halini yaşar.
Sonra aklı erdikçe, içine doğduğu kültürün icaplarına ve ailesi tarafından yüklenilen alışkanlıklara uydukça, yani günah işledikçe kirlenir ve fabrika ayarlarından uzaklaşmaya başlar. O artık cennetten çıkmıştır. Yeniden o cennete dönmesi için tabiatını temizlemesi ve en baştaki safiyetine kavuşması gerekir.
İşte oruç tutmak, açlık yapmak ve bedeni, ona yüklediğimiz, toksikler, asitler, hastalıklar, günahlar ve yanlış tiryakiliklerden kurtarmak olduğu için, insanı fıtratına döndürmenin en kestirme halidir. O yüzden de Cenab-ı Hak, oruç tutmaya insan hafsalasının almayacağı kadar yüksek değer yüklemiş ki insanlar şu ameliyeyi ıskalamasın, ihmal etmesin!
Çünkü oruç, insanı, şeytanın onu düşürdüğü derekeden çıkarıp yeniden Rabbin “Onun hakkında, sizin bilmediklerinizi de ben bilirim” diye sena ettiği, yücelttiği değere kavuşturur… Hatalarıyla, günahlarıyla, yoldan sapmalarıyla, çok uzaklaştığı sebavetine kavuşmasını sağlar. O yüzden de her bayramın öncesinde çok yüksek bir nefis terbiyesi ve teslimiyet vardır. Emre imtisal…
Emre imtisal takvanın ta kendisindir. “Allah’tan korkmak” şeklinde aktarılmış dilimize ‘takva’. Hâlbuki ki o, “emir altında iş görmek” demektir. Emir dairesinde kalmaktır. “Fas’da’ bimâ tu’mer” (Hicr, 94) (=yeteneklerini, ilahi emirler çerçevesinde geliştir. Emrolunduğun gibi ol) anlamına gelen bu ayet, gösteriyor ki, insanı fıtratından taşıran, fıtratından uzaklaştıran, âsi ve günahkâr kılan yani ‘bayramlık hal’inden uzaklaştıran eylemler, nefsin arzuladığı, nefsin hatırı için yapılan hallerdir. Emre imtisal, fıtratı korumaktır…
‘Iyd kelimesi ahiret anlamındaki “mead”la da akraba. Belki de bayramlar, mutluluğun menbaı olan cennetten dünyaya armağan edilmiş tadımlık bir sevinç nümunesi olduğu için “bayram” ile “ahiret” aynı kökten türetilmişlerdir.
“Hac” kelimesinin “ıyd” kelimesinin eşanlamlısı olduğunu da hatırlatalım. Hac da malum olduğu gibi “tekrar dönmek, dönüp tekrar ziyaret etmek” anlamına geliyor. Mamafih İbranice’de “hac”, “bayram” anlamında kullanılıyor.
Bu anlamlarından hareketle İslam dünyasında baktığımızda anlıyoruz ki, İslam dünyası, maalesef bayramları hak edecek safiyette değil. Öyle olmasaydı, her bayram bize zehir olur muydu?
Şöyle bir düşünün. Yaklaşık 30 yıldır, İslam dünyası her bayram öncesinde derin ve büyük acılar yaşıyor. Katlimlar, iç savaşlar, depremler, kırımlar vs vs.
Kader-i ilahi adeta bize diyor ki, “Ey kendisini Müslüman zannedenler. Size yakışır bayramlar yaşamak istiyorsanız kendinizi ıslah edin. İnsanlık acılar çekerken, kur’an’ın rahberliğini beklerken, siz nefsinizin peşinde oyalanıyorsunuz. Ya adam gibi dinineze sahip çıkarsınız, ya da size bayram yaşatmam”
Kur’an, bize, kıyamet günü Cenab-ı Hakk’ın peygamber efendimize, ümmetinin neden yoldan çıktığını ve felaketlere duçar olduğunu sormuş (bizim açımızdan soracak), o da “Ya rabbi benim kavmim, Kur’an’dan göçüp gittikleri, onu terk ettikleri için o hallere düştüler” (Furkan, 30) diye yakındığını haber verir.
Öyleyse İslam âleminin acilen ıslah-ı nef etmesi ve yeniden emir tahtında hareket etmeye dönmesi gerekmektedir.
Öyle anlaşılıyor ki nasıl günah yüklenmiş bir insan günahlarından kurtulmadıkça hakiki manada bayram etmeye hakkı oluşmuyor. İslam dünyası dahi keffaret ödemeden, nefsini ıslah etmeden hakiki manada bayram sevinçleri yaşamayı hak etmiyor.
Yani bu ümmet, pozitivist düşünce ve deccaliyet belasıyla terk ettiği Kur’an’a dönmedikçe, halini ve ahvalini onun emirleri doğrultusunda ıslah etmedikçe ona yeniden bîât vermedikçe başı dertten kurtulamayacak.
Nasıl ki mümin, nefsini emir tahtında ıslah edince fıtratının asliyesini kazanıyor. Öyleyse İslam âlemi başındaki belalardan kurtulmak için acilen, yeniden emir altında hareket etmeye dönmeli. Ancak o zaman Kuran’ın huzur ve sukunü onun yurtlarına döner. Ve o zaman bu ümmet yeniden beşerin, imdadına ulaşmaya liyakat kazanır.
Rabbim, hakiki manada bayramları idrak etmeyi, Rabbin gazabını üstümüzden uzaklaştıracak ahlak ve ahvale kavuşmayı, Kur’an dairesinde kalmayı bize nasip etsin.
Selam o erlere ki, hayatlarını iman ile tanzim ve tezyin ettiler de her günlerini bayrama dönüştürdüler.
Yazıklar olsun o kimselere ki Müslüman olduklarını iddia ettikleri ve Kur’an gibi bir rehbere sahip oldukları halde, hayatları, yaşayışları hiç kimse imrendirmedi. Kimse onlara bakıp, ya ne güzel bir insan keşke ben de onun gibi olabilsem deritmedi… Kimse onlar imrenip onların dinlerinin ne olduğunu merak etmedi…