Belimizi Kıran Tefrika

Birkaç gün önce bir televizyonda Selahatti Özgündüz’ün konuştuğunu görünce, durup dinlemek istedim. Benim tanıdığım Selahattin Özgündüz, makul bir adamdı. O yüzden de ne diyeceğini merak etmiştim.

Keşke dinlemez olsaydım. Kendini kaybetmiş. Yahut da birileri ona yeni bir görev yüklemiş. Adeta öfke kazanına dönmüş. Nerede ise Hz. Hüseyin(ra)’i bu hükümet öldürttü demeye getirecek.

Mamafih, Haydar Baş gibi bir zat, kendi halkını katleden Beşar Esad’a Hz. Hüseyin (ra) rolünü yüklediğine göre Selahattin efendinin tüm Sünnileri Hz. Hüseyin’in katilleri gibi görmesine şaşırmamak gerekir.  O kadar tahrikkar ve hakaretamiz konuştu ki Allah’tan karşısında kendisi gibi gayzı aklını aşmış birileri yoktu…

İliklerime kadar irkildim. “Eyvah” dedim, “birileri fitne ateşini hakikaten körüklüyor ve geçmişte İslam dünyasına derin acılar yaşatmış olan o melanet ateşini örseliyor”.

İki ay kadar önce, ticari ilişkileri münasebetiyle sık sık İran’a giden, bir arkadaşım ”İran halkı hızla makul çizgiden taşırılıyor” dedi. Ve ekledi: “Ülke fakirleştiriliyor, sermaye sahibi olan iş adamları çalıştırılamayacak hale geliyor. Birileri İran üzerende ciddi operasyonlar yapıyor”.  Sonra daha ilginç bir şey söyledi.

Güya, Sünni kentlerin etrafında ‘şii gettolar” oluşturuluyormuş. İsimlerinden başka Şiilikle bir alakası kalmamış insanları bulup, çocuk miktarınca destek veriyorlar. Bilhassa Suriye,  Ürdün, Emirlikler, Katar  gibi Sünni Arap ülkelerinde, ilerde belki de huzurun en önemli tehdidi olacak gettolar oluşturuyorlarmış.

Kim yapıyor? Onun kanaatine göre bu proje bölge dışı ülkelerin işi…

Bu, bana başlangıçta indi bir gözlem gibi geldiği için pek üstünde durmadım. Fakat son derece makul biri sandığım Selahattin’in o halini görünce ve Irak başbakanı Maliki’nin de şu sıralarda takip ettiği politikayı düşününce, hiç de yabana atılmayacak bir iş gibi geldi bana. Geçmişte de orada burada kurulan birkaç okul ile ocağımıza incir ağacı dikmediler mi?

Şöyle bir düşünün. Amerika Irak’a neden girdi?

Saddam‘ın icabına bakmak için. Saddam kim? Kendi yetiştirmeleri!

Amerika’nın güya bölgedeki baş düşmanı kim(?)

İran!

Külahıma anlatsınlar!

Sorum şu: Madem İran, Amerika’nın baş düşmanı idi, neden Irak’ı, hazır lop bir müttefik haline getirip İran’ın yedeğine verdi?  Maliki’nin başbakan yapılmaması için, hem Türkiye, hem Kuzey Irak Kürtleri itiraz ettikleri halde Amerika, hiçbir itiraza kulak asmadan Irak’ı, siyonist bir şii olan Maliki’ye teslim etti. Maliki’yi de İran’a! Tıpkı kuzey Irak’ın da İsraillilerin kendilerine akraba bildikleri bir aileye teslim edildiği gibi…

Keza Arap Baharının Cezayir, Libya, Sudan, Yemen ve Mısır ayaklarına son derece büyük bir hırsla müdahil olmak isteyen batı ve Amerika, iş Suriye’ye gelince, resmen ateşi yakıp, sonra da o ateşle Türkiye’nin eteğini tutuşturdular. Şimdi de kenara çekilmiş el ovuşturuyorlar.

Bendeniz, çoğu aklıselim sahibi gibi işin ta başından itibaren Arap Baharının Suriye ayağına azami dikkat etmek gerektiğini söyledim. Çünkü diğer ülkeler Sünni idi, Suriye ise Şii -esasında Şii bile değiller ya- bir ailenin elinde…

Batı,  ta ezelinden beri, Sünni akidenin karşısında yer almayı huy edinmiş ve esasında ortaya çıkışında bile Yahudi parmağı bulunan heterodoks islami ekolleri ve tabii en başta Şiiliği bölgesel müttefikleri göregelmişlerdir. Birinci Haçlı Seferi ile bölgeye gelip yerleşen ve iki yüz yıl kadar bölgeyi ellerinde tutmayı başaran Batılıların en büyük destekçisi ve yardımcısı bölgedeki Maroni, Dürzi ve Nuseyriler gibi Şii topluluklar olmuştur… Keza, Avrupa’yı kendi evinde vurmayı başarmış en büyük İslam devleti olan Osmanlı’ya karşı da Şiiler Batı’nın en sağlam müttefiki olmuşlardır.

İslam dünyasının bu iki kutuplu hali, maalesef İslam’ın zayıfladığı her dönemde, Batı tarafından kullanıla gelmiştir. Bugün de kullanılmaktadır. Düşünün ki Saddam hiç yere sekiz yıl İran ile savaşmıştır, batılıların teşvikiyle. Masraflar da aynı hissiyatın kullanılmasıyla diğer Arap ülkelerine ödetilmiştir. Böylece, bugünlere gelinmeden önce, altlık hazırlanmıştır. Amerika ve İsrail sürekli İran’a saldırır gibi yaparak ama asla incitmeyerek, İran’a sempati oluşmasını sağlamışlardır. Şimdi de güya İran’ın elinde nükleer bomba varmış da o yüzden ona düşmanlık yapıyorlar. Sizi temin ediyorum bu yalandır.

Ha İran’ın nükleer bomba sahibi olma gayreti var mı? Var. Amerika güya karşı çıkarken, el altından Almanya eliyle İran destekleniyor mu, destekleniyor. Beki Pakistan’ı nükleer çalışmalar yapıyor diye yerle bir eden Amerika neden İran’a fiske vurmuyor? Rusya ile müttefik olmalarından mı sanıyorsunuz? Hayır, hayır!

Batı, İran’ı kullanabildiği için onu güya düşman gibi gösterip muhafaza ediyor. Çünkü Batı için bu coğrafyada oluşacak en kötü senaryo ‘İslam İttifakı’dır.  Eğer gerçekten bir İslam ittihadı gerçekleşse, Batı, pılını pırtını toplayıp bu iklimden kaçmak zorunda kalacak. İşte bütün olan bitenler bunun olmaması içindir. Onların bu planının ötesinde bir başka hesap var ki o da işin üzerine tuz biber ekiyor: Bu topraklar en nihayetinde İsrail’e lazım!

Bediuzzaman bu planı sezmiş Sünni geleneğin çağımızdaki en samimi bir temsilcisi olarak Alevilere ve Şia’ya “Ehli Beyt muhabbeti” ekseninde el uzatmış, aramızdaki anlaşmazlıkları değil, birliktelikleri çoğaltmaya davet etmiştir. Şöyle der:

Ey ehl-i hak olan Ehl-i Sünnet ve cemaat! Ve ey Al-i Beytin muhabbetini meslek ittihaz eden Aleviler! Çabuk bu manasız ve hakikatsiz, haksız, zararlı olan nizaı (anlaşmazlığı ve çekişmeyi) aranızdan kaldırınız. Yoksa şimdiki kuvvetli bir surette hükmeyleyen zındıka cereyanı, birbirinizi diğerinin aleyhinde alet edip, ezmesinde istimal edecek. Bunu mağlup ettikten sonra o aleti de kıracak.

Siz ehl-i tevhid olduğunuzdan, uhuvveti ve ittihadı emreden yüzer esaslı rabıta-i kudsiye mabeyninizde (aranızda yüzlerce kudsi bağlar) varken, iftirakı iktiza eden cüz’i mes’eleleri (ayrılığa sebebiyet veren basit meseleleri) bırakmak elzemdir.” (Lem’alar, s. 32.)

Acaba hangi fayda bu coğrafyadaki birliktelikten daha elzemdir Müslümanlara? Hala aklımız başımıza gelmeyecek mi? Üç yüz yıldır aramızdaki cehaletten, husumetten, niza ve nifaklardan yararlanarak, bizi birbirimize düşürmeleri, ellerimizdekini alıp kendileri refah içinde yaşarken bizi ortaçağa mahkûm etmeleri yetmedi mi? Ne zaman uyanacağız?

1400 yıl önce yaşanmış bir faciayı yıkılmış milli gururlarını gizlemeye bahane eden Farsların, bitmeyen intikam ateşine ne zamana kadar alet edeceğiz? Hepimizin Hz. Ali(ra)yi seviyor olması yetmez mi? Hepimizin iki hasaneyni canımızdan aziz bilmemiz yetmez mi? Hepimizin aynı peygambere ümmet, aynı Rabbe kul olmamız yetmez mi?

Ben eminim, bugün Bediuzzaman ile birlikte, Humeyni‘in de kemikleri sızlamaktadır! Ey insaf ehli, artık birbirinize sarılma vakti gelmedi mi?

SUNGUR AĞABEY’İN CENAZESİ

Ben Sungur ağabeyi değerlendirebilecek donanımda değilim. Esasında, Bediuzzaman hazretlerinin etrafında kümelenmiş o insanları anlayacak kadar zamanımız olmadı henüz. Bu ümmet henüz Bediuzzaman‘ı anlayacak bir kamete varmadı ki onun etrafında ve hizmetinde bulunanların kıymetini, kadrini bilsin!

O cenazede farklı bir hüzün çöreklendi yüreğime. Elbette Sungur Abi gibi dünyaya can olmuş bir insanın kaybı sadece bir kesimin veya ülkenin kaybı olmaz. Bu tipler öldüğünde gök ağlar, yer ağlar. Bizim gibilerin ağıtlarına hiç de ihtiyaçları yoktur… Belki ağıtlarımızla ruhlarını bile tazip ediyoruzdur…

Benim hüznüm bizler, yani Müslümanlar adınaydı. Kendi halimize acıdım, üzüldüm. İsterdim ki her cemaatten katılımlar olsundu o cenazeye. Bu kadar büyük acılar ve kayıplar bile bizi bir araya getiremeyecekse ne getirecekti?

Biz daha cemaatleri bir araya getirmeyi beceremiyoruz, acaba farklı kavimlerden oluşan İslam halklarını nasıl bir araya getireceğiz de İslam ittihadını sağlayacağız. O ittihat ki hava ve su kadar bize lazımdır. Çünkü o birlikteliği sağlayamazsak bize musallat olmuş küfrün belini kırıp zulümlerinden kurtulamayacağız!

Bu nasıl bir haldir ya Rabbi?

Evet, biliyoruz ki Ey Rabbimiz, Nebiyy-i Zişânın, ümmetinin dirlik ve beraberliği için yaptığı duasını kabul etmedin. Evet, biliyoruz ihtilaflar ve fitneler insan fıtratının icabıdır, fesad ve şurur nefsimizin teridir.  Fakat bugün dirliğe ve birliğe ekmek su gibi muhtacız Allah’ım!

Kur’an’ı, geleneksel anlatımlarla günümüz insanlarına aktarmaktan kurtulamayan, eskinin tekrarından başka bir şey olmadığı için fikirleri revaç bulmayan, meşrebini çok beğenen hodgam, bencil, nefsi emmarelerini tam öldürememiş, hubb-u cah vartasından da kurtulamamış ehl-i irşad  ve ehli hakkın, kendi meşrep ve mesleklerinin revacını sağlamak, etraflarında toplanmış az sayıdaki insanı kaçırmamak için kendileri dışındaki her meslek ve meşrebe çamur atmalarından dolayı bizi helak etme!

Bize mesleğimizin muhabbetiyle hareket etmeyi nasip et. Sevmeyi bize sevdir, nefretten nefret ettir Allah’ım! Mesleğine revaç kazandıramadığı için başkasını karalamayı huy edinenleri bize musallat etme.

“Yestehibbune’l-hayate’d-dünya al’el-Âhire” (İbrahim Suresi, 3) ayetinde ifade edildiği gibi,  ahireti bildikleri halde sırf dünya hayatındaki bir takım makam ve mevkiler aldanıp, her türlü iğvaya kapılan, hazır bir dirhem lezzet için istikbaldeki safî lezzetleri terk eden ve bu yüzden de tüm yaptıkları ehli ilhadın ve küfrün hanesine yazılan zatlardan eyleme!

Cenazelerde bile birlik olmayı beceremeyen biz Müslümanları ıslah et ey Rabbim!

Hakkında Mehmet Ali Bulut

1954’te Gaziantep’in İslâhiye ilçesinin Kerküt köyünde doğdu. İlkokulu burada tamamladı. Gaziantep İmam Hatip Lisesini ve ardından Gaziantep Lisesini bitirdi. 1978 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap ve Fars Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nden mezun oldu. Aynı Fakülte’nin Tarih Bölümünde doktora tezi hazırlamaya başladı. 1979 yılında Tercüman Gazetesi’ne girdi. Tercüman Kütüphanesinin kurulması ve kitapların tasnifinde görev aldı. Birçok kitap ve ansiklopedinin yazılmasına ve hazırlanmasına katkıda bulundu… Daha sonra gazetenin, haber merkezi ve yurt haberlerinde çalıştı. Yurt Haberler Müdürü oldu. Köşe yazıları yazdı… 1991 yılında Haber koordinatörü olarak Ortadoğu Gazetesi’ne geçti. Bu gazete 5 yıl süreyle köşe yazarlığı yaptı. Yeni Sayfa ve Önce Vatan Gazetelerinde günlük yazıları ve araştırmaları yayınlandı. 1993 yılında haber editörü olarak İhlas Haber Ajansı’na girdi. Kısa bir süre sonra ajansın haber müdürlüğüne getirildi. Mahalli bir ajans konumundaki İhlas Haber Ajansı, onun haber müdürlüğü döneminde Türkiye’nin ve Ortodoğu’nun en büyük görüntülü haber ajansı konumuna yükseldi. 1997 yılında İHA’dan ayrılmak zorunda kaldı. Bir grup arkadaşıyla birlikte Veri Haber Ajansı’nı kurdu. Finansal sıkıntılardan dolayı Ajansı kapattı. 1999 yılında BRT Televizyonuna girdi. Haber editörü ve program yapımcısı olarak görev yaptı. 2001 Mayısında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın danışmanlığına getirildi. 3 yıl bu görevde kaldı. Bir süre Ali Müfit Gürtuna’nın basın ve siyasi danışmanlığını yaptı. Turkuaz Hareket’in mantalitesinin oluşturulmasında büyük katkısı oldu. Bugün Gazetesi Yurt Haberler müdürü olarak çalışan Bulut, emekli ve sürekli basın kartı hamilidir. Eserleri: Karakter Tahlilleri, Dört Halifenin Hayatı, Geleceğinizi Okuyun, Rüya Tabirleri, Asya’nın Ayak Sesleri, Ansiklopedik İslam Sözlüğü, Türkçe Dualar, Fardipli Sinha, Derviş ve Sinha, Ruhun Deşifresi, Gizemli Sorular, Ahkamsız Hükümler, Can Boğazdan Çıkar, Sofra Başı Sağlık Sohbetleri gibi yayınlanma aşamasında olan çeşitli eserleri bulunmaktadır. Roman ve Hikaye: Mehmet Ali Bulut’un Roman türünde yazılmış Fardihli Sinha, Derviş ile Sinha adında iki romanı ve aynı serinin devamı olarak Zu Nima ve Fardipli Sinha 2 ve Fardipli Sinha 3 tamamlanma aşamasındadır. Diğer çalışmaları: Çeşitli dergilerde yayınlanmış çok sayıda makalesi, şiirleri bulunan Mehmet Ali Bulut son dönemdeki yazılarını haber7.com’da yayınlamaktadır. Bulut evli ve bir kızı vardır.

Ayrıca Bakınız

Çanakkale Geçilmedi…

Elhamdülillah, bu millet bir kez daha Çanakkale’nin geçilmez olduğunu gösterdi. Bir kere daha, bu millet, …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir