EMEKLİ GENERALLER VE DEVLETİN CAYDIRICILIĞI
Genelkurmay Başkanının istifası daima önemli bir meseledir.
Hele bizim gibi demokratikleşme yönünde, yeni yeni kalıcı sivil adımların atıldığı ülkelerde çok daha önemli.
Eskiden, mesela 9–10 sene önce olsaydı, şu hadise tüm dünyayı sarsardı. Herkes neler oluyor derdi. Vatandaşlar da ‘acaba bir darbe mi geliyor’, ‘hükümet düşer mi?’ gibi korkulara kapılırlardı.
Dün kanalları izledim. Eba enced, darbeci ve askerci olan kanallar dışında kimsede panik yoktu. Onlar bile tam olarak ne diyeceklerini bilmiyorlardı. Yalnızca bir gazeteci, olayı, ‘Atatürkçü askerler tasfiye ediliyor’ diye yorumladı o kadar.
Ben generalleri tebrik ediyorum. Her iki halde de demokratik bir ülkeye yakışır bin hal sergilediler. Olayı ilk duyduğumda, kendi kendime ‘Bu generaller onurlu insanlar. İşi yapamadıklarını anladılar ve çekildiler’ diye düşündüm.
“Yahut” dedim, “Hükümet, askerlere ‘arkadaş siz bu işi yapamıyorsunuz. Terörü sizinle çözmemiz mümkün değil. Siz çekilin ben sizi görevden almış olmayayım!’ dedi onlar da” başüstüne” deyip çekildiler.
Elbette benim her iki düşüncemi de ‘acemice’ bulabilirsiniz. Olsun.
Ben bu işten büyük keyif aldım. Demek ki askerlerimiz artık hükümetin yaptırımlarını göğüsleyebilecek olgunluğa ulaşmışlar!
Yahut da sivil irade, nihayet, vesayetçi dayatmacılıklara ‘haddini bil, egemenlik milletindir!’ diye bilme rüştüne ulaştı. Düşünsenize Genelkurmay Başkanı ve üç kuvvet komutanı emekliliklerini istiyorlar…
‘Ya bunları görecek miydik?” diyenleriniz çoğunluktadır eminim.
Hadiseyi birileri, size ‘ vahim bir durum’ diye aktarabilir. Merak etmeyin. Bu ordu büyük bir ordu… İçinde ne generaller var, ne askerler var! Gidenin yerini daha iyi doladuracak genç, dinamik ve gönlü milletinin geleceği uğruna çarpan… Keşke üst kademelerin hepsi istifa etse! Belki o zaman ordu içindeki Masonik yapılanma tersyüz olur da bu milletin gerçek evlatları öne çıkar. Son üç genelkurmay başkanının şeceresini kurcalasanız bayağı ilginç köklere varırsınız çünkü.
Artık mehdi misal askerleri bekliyoruz. Milletin manevi değerlerini, rejimin sürdürülmesinden daha çok önemseyen generaller!…
Dördüne de ‘güle güle ‘ diyorum. Bu ordu daha ne generaller çıkarır… Birileri bu olayı, ‘Atatürkçülerin tasfiyesi’ diye lanse ediyor. Sanki onların yerine gelecek olanlar vatan haini! Türk halkının ne kadar saçma sapan vehimlerle korkutulduğu anlaşılıyor!
Bu mesele daha çok konuşulacak tabi… İşin aslı nedir anlayacağız. Fakat ben baştan safımı belirliyorum. Ben sivil iradenin yanındayım. Asker sivil iradeye itaat ettiği gün inşallah bu memleketin bayrağı yeniden dört kıtada dalgalanacak. Tabii kucaklayıcı ve kuşatıcı olarak! Belki de Sarkisyan bunu farkında olduğu için o sözü söyledi.
Ne ise, ben sizi bugan bu emeklilik hadisesinden önce yazdığım yazı ile baş başa bırakayım. Lüzümü üzerine bu bölümü ekledim. İnşallah, şu emeklilik olayı, aşağıda değineceğim meselelerin mukaddimesi olmuştur!
***
ÖNCE DEVLETİN CAYDIRICILIĞI
Genelkurmay Başkanlığı Silvan’da şehit edilen 13 askerimizle ilgili bir rapor hazırladı.
PKK da bir rapor hazırlamış.
Raporlara dalmışken bir de Cengiz Çandar’ın TESEV için hazırladığı Kürt Raporu’na göz attım.
Kanaatimi kestirmeden söyleyeceğim: PKK’nın raporu analiz itibarıyla daha inandırıcı! Genelkurmay’ın raporu inandırıcı gelmediği gibi, saptırıcı buldum onu… Sayın Çandar’ın raporu ise birtakım ‘meli’, ‘malı’ cümlelerin bir araya getirildiği, pratik değeri olmayan tavsiyelerden ibaret!
Devleti, adalet ve asayişin olmazsa olmazı gören biri olarak içim acıdı. 2 bin yıldır yaşadığı coğrafyada hükümran olmuş bir kavmin ordusunun hazırladığı rapor, taktik ve teknik analiz bakımından bu kadar zaaf içermemeliydi. İnanın, PKK’nın düzenlediği ifade edilen rapor, vakanın tabiatına daha mutabık! Bir terör örgütüne bakın ki raporunu bir ordu hassasiyetinde hazırlamış…
Sonra o iki raporun üstüne Sayın Çandar’ın birtakım meli malılı cümlelerine baktım. Adeta, ‘kurt’u, ‘seyip’ kalmış kuzular ve koyunlar hakkında insafa çağırmaktan ibaret şeyler…
***
Ben bugün hikmete dalmayacağım. Zihnimdeki yalın tedbirleri aktaracağım.
Bana göre hükümetin ‘Kürt açılımı’ fiyasko ile sonuçlanmıştır.
Sayın Başbakan araziden gelen birisidir. ‘Hayale’ yatırım yapmaz. Muhakkak ki önüne konulan ve fizikî şartlara uygunmuş gibi görünen çalışmalara dayanarak ‘açılım’ sürecini başlatmıştır. İyi niyetinden de şüphe yoktur. Ama iş, hiç de istediği sonucu vermemiştir.
Ve şimdi yeni bir kırılma noktasına gelinmiş bulunuyor. Başbakan o ifadeyi kullandı. Öyleyse âcizane tavsiyem, teröre karşı yeni tedbirlere girişirken işe, ‘elinde silah tutana karşı devletin caydırıcılığı oluşturulmadan’, hükümete ‘açılım’ yaptıran danışmanlarından başlamalı. Bu kadar kritik bir meselede yanlış yaptıran danışmanın niyetinden şüphe etmesek bile basiretinden şüphe etmeye hakkımız vardır.
Hatırlayın, açılım çerçevesinde başlatılan geri dönüş olayları KCK ve BDP’lilerin işbirliği ile nasıl bir şova dönüştürülmüştü! Teröristin, devlet karşısında bu kadar yüksek bir avantaj elde etmesine sebep olan danışman/lar iyi niyetli bile olsa bedel ödemeli. Hükümeti o hatayı yapmaya sevk edenler, sanırım, tarihi vakaları incelemek yerine, birtakım siyasal İslamcı ve esasında toprak ve vatan kaygıları bulunmayan liberallerin tavsiyelerini –Sayın Çandar’ın raporu gibi- esas aldılar.
Demokrasi güzeldir; insanların hür ve bağımsız düşünüp arzu ettikleri gibi yaşamaları hoştur. Ama önce o şartları sağlayacaksın. Asayişi temin edeceksin ve kanun hâkimiyetini sağlayacaksın ki insanların kendilerini daha da rahat ve huzurlu hissetmeleri için gerekli adımları atabilesin. Bütün huzur ortamlarının ve güçlü demokrasilerin oluşması için önce kanun hâkimiyetinin sağlanması esas alınır. Siz onu oluşturmadan herkese istediğini yapma hakkı verirseniz bunun adı anarşidir.
Kırsalında PKK’nın, kentinde ve köyünde KCK’nın racon kestiği bir ortamda ve onları izole veya bloke etmeden kalkıp açılım maçılım yaparsanız, olacak olan budur.
Benim bu konudaki düşüncem açık. Müslüman Kürtlerin kendi arazileri üzerinde insanca ve hür yaşayabilmeleri, Müslüman Türk kardeşi ile barışık yaşayabilmesi için eskiye dair tüm hesapların gözden geçirilmesi ve devletin yaptığı hataların bedellerinin ödenmesi taraftarıyım. Ama bunların hepsi ancak güçlü ve basiretli bir devletin varlığı ile mümkündür.
Aksi takdirde iş doğal seleksiyona gider ki bu da çokça kan ve gözyaşı getirir. Dolayısıyla bugün devlet ve Kürt halkı, KCK ile PKK kıskacı arasında sıkışıp kalmışken açılım yapmanın âlemi yoktur.
Bölgenin tüm kanaat önderleri ve birlikten yana olan nüfuzlu aileleri susturulmuştur. -Altan Tan gibi, rahmanî düşünmeyi de bilen, birlikten yana olan bir insana neler söyletildi bir düşünün- Bölgede fiili kanun koyucu KCK’dır. KCK, dağdaki eşkıyanın gücünü arkasına almış, müthiş bir faaliyet yürütüyor.
Bu faaliyet, en az, bizim Tek Parti Dönemi’ndeki kadar seküler –hatta İslam karşıtı- ve ırkçı. Yaşı 20’nin altında olan gençlerde, Türkiye ve TC. ile hiçbir ilinti ve bağlantı bırakılmıyor. Müthiş bir dinsizleştirme ve yabancılaştırma operasyonu sürdürülüyor.
Ben, ‘Kürt açılımı’ ifadesinin yanlış olduğunu defalarca yazdım. “Eğer bir değişim yaşanacaksa bu, ‘insanın öncelendiği’ yeni bir devlet anlayışı inşası olmalıdır.” dedim. Devletin, bugüne kadar yürüttüğü ‘keyfiliklere’ son vermesi, insanı önceleyen bir yapıya kavuşturulması Kürde de yarar Türke de. Ama siz yapacağınız çalışmanın adını ‘Kürt açılımı’ diye koyarsanız, olacak olan budur. Açılım süreci maalesef inisiyatifin askerden KCK’ya geçmesiyle neticelendi.
Terörle mücadeleyi, ‘halkın imhası’ şeklinde algılayan Kemalist ulusalcı yaklaşımların temsilcisi olan askerin, bölgeden çekilmesinin elbette sayısız yararları olabilir. Ama siz, yerine devlet adına eli silahlı eşkıyayı eylem koymaktan alıkoyacak bir güç koymamışsanız, sizin yarattığınız boşluğu elinde silah tutanlar doldurur.
Nitekim de öyle olmuştur. Bugün orada birçok yerde devlet hemen hemen yok gibidir. Vatandaş tamamen KCK’nın emir ve talimatları çerçevesinde yaşamını sürdürür olmuş. Eskiden ‘manevi’ ocaklar dediğimiz aileler ve merkezler vardı, hepsi KCK tarafından susturulmuş. KCK’ya en küçük itirazda bulunanlar, başlarına ne geleceğini biliyorlar. Dolayısıyla artık insiyatif tamamen KCK’da. Hatta BDP’liler bile onların verdiği vazifeleri icra ediyorlar.
KCK’nın gençlere ve bölge halkına vermeye çalıştığı hava, “Devlet biziz, ‘TC’ ancak bizim müsaade ettiğimiz kadar varlığını sürdürür. Artık TC’den korkmaya gerek yok!”
Esasında bayan milletvekilinin polise tokat atmasının veya belediye başkanın, panzerin üstüne çıkmasının arkasındaki asıl saik de bu duyguyu yaratmaya yahut bu algıyı güçlendirmeye yöneliktir!
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, artık nerede ise sadece ne zaman, nerede, nasıl pusuya düşürüleceği, ne kadar zayiat vereceği bilinmeyen bir asker yığınıyla orda mevcut! Devlet, suç işleyenleri caydırmaktan, masum ve birlikten yana olan insanları korumaktan ve birlikten yana olanları umutlandırmaktan aciz duruma düşmüştür.
Dolayısıyla, bölgede terör estiren silahlı gruplara karşı yeni tedbir ve çözümlerin konuşulduğu şu günlerde bu ikazı yapmak gerektiğine inanıyorum. Zira devletin caydırıcılığının sağlanmadığı bir ortamda, atılan her ‘demokratik adım’, yapılan her ‘iyi niyet çalışması’ kesinlikle devletin zafiyetinin belirtisi olarak algılanacaktır. Sürecin iyileşmesine hiçbir yararı da olmayacaktır, aksine sSadece canavarın iştahını arttıracak. Nitekim hükümetin daha önceki iyi niyetli çabaları da bu yüzden heba olmuştur.
Devletin, eli silahlı eşkıyaya hiçbir şey yapamadığı, kuralları; hatta bölgeye yapılmak istenen teşvik ve yardımların kime ve nasıl verileceğine bile –doğrudan veya dolaylı- KCK’nın karar verdiği bir ortamda atılan her iyi niyet adımı, devleti biraz daha batağa gömer.
Od yüzden ben derim ki, devlet şimdilik toplumu yapılandırmaktan elini çeksin. Bıraksın onu STK’lar, cemaatler ve cemiyetler yapsın. Devletin orada artık yapacağı tek vazifesi var: ASAYİŞİ TEMİN ETMEK.
Asayişi temin etmeden, kepengini kapatmak istemeyen vatandaşa güvence veremeden; birlikten yana olmanın can riski taşımadığı, bölgede faaliyet gösteren tarikat ve cemaat mensuplarının ölüm riski olmadan, yurtları bombalanmaktan, kendileri öldürülmekten emin olmadıkça, devletin bölge halkına yapacağı her iyilik, KCK’nın aortlarının genişlemesine hizmet edecek!
Elinizde hiçbir örnek yoksa Yavuz Sultan Selim’in Kürtleri de sistemin içine aldığı anlaşmaların içeriğine bakın. Tabii arkanıza Yavuz Sultan Selim Osmanlısının gücü, kararlılığı ve adaletini alarak…
Bu arada son bir tavsiyem de Başbakan’a olacak.
Sayın Başbakanımız bu meseleyi çözmede kararlı. Çözümün de, halkın gönlünü kazanmaktan geçtiğini biliyor. O yüzden de ben Sayın Başbakanımızdan bir şeyi daha yapmasını bekliyorum vatandaş olarak:
O bölgedeki rahatsızlık ve asayişsizliğin giderilmesi ve o bölgenin de huzur ve refahtan payını alması için hazırlanmış bir reçete olan MÜNAZARAT’ı konuyla ilgili her kese okutsun tetkik ettirsin.
O kitaptaki tavsiyeler hakkıyla uygulandığında hastalıkların kısa zamanda tedavi olduğunu bu millet görecektir…
Bu konuya devam edeceğim inşallah…