Bu Hükümeti Niye Sevmiyorsunuz Biliyor musunuz?

‘Candaş medya’ kalemşörleri, özellikle de Özdil, İslam coğrafyasında yaşananları ve hükümetin Libya kargaşasından insanlarımızı kurtarmak için sergilediği çabaları küçümsemek ve banalleştirmek için elinden geleni ardına koymuyor.

Ben bu yazarları okuyan insanlara acıyorum. -Büyük ihtimalle onlar da bizi okuyanlara acıyorlardır.

Ne  tuhaf bir yazgı!

Kabil’in, Habil’e yumruk atıp, vahdet aynasını kırdığı zamandan bu yana, haz düşkünleri ile hak düşkünleri arasında böyle bir tepeden bakma alışkanlığı sürüp gelmiştir. İnanlar ne yaparsa yapsın dünyacılar onlardan haz etmiyor.

Şeytan’ın ve nefsin usul ve erkânını yaşam tarzı edinmiş olan başıbozukların, hak yol ve erkân üzere olanlara tepeden bakma alışkanlığı Lut (as) zamanında nasıl idi ise şimdi de öyle!

Çoğu peygamberin karşılaştığı bir itirazdır:

“E canım senin de etrafında hep ayak takımları var!”.

Hz. Nuh, Hz. Hud ve Hz. Şuayb (as)’ın ve hatta peygamberimizin (asv) karşılaştığı hep aynı tepeden bakmacı küçümsemeydi: Etrafınızda yer alanlar, basit, alalade insanlar. Biz nasıl onlarla aynı safta yer alabiliriz!

Hud (as)’a da kavminin önde gelen Özdilleri ve Özkökleri  -ne kadar da yapaylık ifade ediyor şu ‘öz’ iddiası farkındasınız değil mi- şöyle demişlerdi mealen:

“Biz senin kişiliğinde bizim gibi ölümlü bir insandan başka bir şey görmüyoruz. Üstelik de aşağı tabakadan bir takım (dar görüşlü basit) insanlar dışında seni izleyen kimse de görmüyoruz; dolayısıyla, bize karşı bir üstünlüğünüz olduğu görüşünde değiliz; tersine, yalancı kimseler olduğunuzu sanıyoruz!” (Hud, 27)

Kendilerini medeni, inananları da bir takım dar görüşlü çapulcu insanlardan ibaret gören bu zevat, inanları hep fasafiso, karnını kaşıyan, itibarsız ve bayağı kimseler olarak itham ederken ne kadar da firavunlaşıyorlar farkına varmadan!

Adam, çekemiyor, hırsından çatlayacak. Bir şey bulamayınca Libya’ya gönderilen gemi ile dalga geçiyor. Neymiş İDO’nin gemisini gönderiyorlarmış. Yapsaydın da uçak gemisini gönderselerdi!

İki günde 10 bin insanı kargaşa ve savaş ortamından çekip kurtarmayı azımsıyorlar. Sanki daha önce Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerinin böyle nice büyük başarıları varmış da bu ekip çuvallamış. Acaba, sizin ufkunuz Sayın Davutoğlu’nun paçasına ulaşabiliyor mu?

Bunlar sizin anlayacağınız işler değil. Siz diğer ‘öz’ dostlarınızla birlikte gidip akşamları ruflarınızda şaraplarınızın rengini ve tadını tartışın…

Sonra da o esrük kafa ile geçmiş üzerine güzellemeler döktürün! Hani, şu Sovyet Rusya’dan kaçıp Türkiye’ye sığınan Türklerin iade edilir edilmez sınırda kurşuna dizildikleri dönemleri…

Hani ikinci adam diye göklere çıkarıyorsunuz ya İsmet Paşa’yı. İşte onun dönemini hatırlayıp onuncu yıl marşlarıyla nostalji yapın siz. Bilmiyorum o insanları hatırlayıp yüreğinizden derinliklerinde ‘öz’ acılar duyabildiğiniz oluyor mu?

Hatırlarsanız, 2. Cihan Savaşından sonra gemi azıya alan Stalin Rusya’sı, Türkiye’nin burnunun dibindeki –Kars, Artvin, Ardahan illerimizin sınırlarının hemen ötesinde- hepsi de öz be öz Türk olan binlerce insanımız Stalin tarafından hayvan istifler gibi trenlere doldurulup Sibrya’ya gönderilmişlerdi. Çoğu yolda ölmüşler, kalanlar da ya gittikleri yerde kurşuna dizilmişler ya da o gurbetlerde telef olup gitmişlerdi!

Hasbelkader sınırı geçip Türkiye’ye sığınan bir grubu da –şu anda tam sayılarını hatırlamıyorum ama aklımda 18 kişi gibi kalmış- son büyük kahraman Türk İsmet İnönü tarafından, Stalin’in küçük bir zılgıtı üzerine Ruslara iade edilmişti.

Peki o iade edilenlere ne olmuştu biliyor musunuz? Bilmezsiniz. Çünkü sizin o taraklarda beziniz yoktur. Ben söyleyeyim!

Sınırı geçer geçmez, bizim askerlerimizin gözü önünde hepsi kurşuna dizilip katledilmişlerdi! Size daha vahimini söyleyeyim. O tecrübeden sonra da Türkiye’ye sığınan her Türk, kahraman Paşanız tarafından Ruslara öldürülmek üzere teslim edilmiştir.

“Efendim, Türkiye zayıftı o zaman ne yapabilirdi ki!” diyorsanız size katılırım. Evet, Türkiye zayıf, kimsesiz, bütün komşuları ile düşman, gölgesinden korkan bir devlet haline getirilmişti.

Şimdi ise kendisiyle ve dostları ile barışık, büyüyen ve her gün biraz daha itibarı artan bir ülke olma yolunda ilerliyor Türkiye.  Sanırım asıl canınızı sıkan bu! Sizinkilerin yapamadıklarını bu hükümet yapıyor diye haset ediyorsunuz!

 Neymiş efendim, hükümet ekibi İETT’den geliyormuş!

Nereden geleceklerdi?

Kaddafi gibi İngilizlerin Sandhurst Kraliyet Askeri Akademisi’nden diplomalı, MI5 sertifikalı olmadığı için mi beğenmiyorsunuz!

Yahut Mübarek gibi Sovyetler Birliği’nden diplomalı hava kuvvetleri komutanı ve KGB onaylı olmadığı için mi beğenmiyorsun.

Netanyahu gibi eli kanlı bir örgütçü olmadığı için mi ondan hicap ediyorsunuz?

Veya yeni candaşınız ABD Ankara Büyükelçisi Francis gibi gittiği yerlerde çıkardığı fitnelerle halkları birbirine düşüren ve dökülen kanlar üzerine kariyer yapmadığı için mi ondan utanıyorsunuz?

Hayır hayır! Siz bu insanları, mümin oldukları için; sizin efendilerinize itaat etmedikleri, sizinle aynı mahfillerde buluşup bir iki tek atmadıkları için sevmiyorsunuz.

Eğer onlar da CİA’nın yetiştirmesi, KGB’nin beslemesi, MOSSAD’ın tasvibini almış mason, roteryen ve lions olsalardı siz onları göklere çıkarırdınız.

Ama yazık ki bunlar MOSSAD’ı takmıyor, CİA’ya uşaklık etmiyor ve hiç birisi KGB ile ilintili değil. Hele hele sizin kıble bildiğiniz mahfillere hiç itibar etmiyorlar!

İşte bu yüzden bu halk onları seviyor. Siz onları niçin sevmiyorsanız, biz de tam o nedenlerle onları seviyoruz.  Evet, biliyorum hala da tam istediğimiz gibi değiller. Hatta biraz mala mülke de düşkünler. Ama bizimle aynı safta duruyorlar, bizi hor görmüyorlar. Daha basitini söyleyeyim mi, hiç anason anason kokmuyorlar!

Yani sizden değiller. Belki toylar ama hepsi tertemiz Anadolu çocuklarıdırlar. Şu biraderden, bu mahfilden, feşmekan kulüpten değiller. Cami cemaatidirler, tekke zaviye erbabıdırlar, fakir fukara halinden anlıyorlar…

Daha önce de yazmıştım. Hiç unutmuyorum; bir Roteryen tanıdığım, Sayın Abdullah Gül’ün kabinesi için “Eyvah” demişti, “Kabinede bir tane bile adamımız yok”

“Ya biraderleriniz! Onlar her kabineye en az üç beş adamlarını sokarlar!” demiştim de “maalesef onlardan da kimse yok” demişti.

İşte sizin tahammül edemediğiniz bu. İlk defa Menderes sayesinde bu ‘fasafiso’ları tanıdınız biliyorum. Hani şu 450 milletvekilinden sadece 31’ini alabildiğiniz, İsmet Paşanın “Bizi nurcular yıktı” dediği seçimlerde tanımıştınız bu insanları! Sonra hep çoğalıp çoğalıp geldiler…

Size göre onlar karnını kaşıyan fasa fiso insanlardı. Badi-i re’y insanlardılar. Geldiler ve sizi oralardan alaşağı ettiler. Bir daha da toparlanamadınız.

Kusura bakmayın sayın ‘Öz’dil ve  ‘Öz’kök efendiler! Bu insanlar İETT teşkilatından, imam hatiplerden şuradan buradan geldiler ama hiçbirinin kendileri ile ilgili şüpheleri, şaibeleri yoktur. Hiç biri ‘öz’lük iddiasında değiller. Çünkü bizatihi ‘öz’dürler.

İnandıkları için, iman ettikleri için, sizin takıldığınız mahfillere takılmadıkları, sizinle birlikte şarap içip sarhoş olmadıkları için denginiz değiller belki ama, biz de tam o yüzden onları seviyoruz.

Sizin beğenmediğiniz, CİA, KGB ve MI5’in tanımadığı, hatta kale bile almadığı insanlar bunlar. Biz onları seviyoruz.

Belki ihalelerden üç beş kuruş aşırmış olabilirler ama en azından, bölgemizde işleyecekleri cinayetlerine sessiz kalınsın diye Amerikalıların, Almanların, İngilizlerin dağıttıkları örtülü paralardan almamışlar. O yüzden de onlardan emir de almıyorlar sizin cenahtaki bir takım yazarlar çizerler gibi! Körfez Savaşı öncesinde Amerikalıların bir yığın yazar çizer takımına dolar dağıttığını siz de biliyorsunuzdur eminim!

Evet, üzgünüm bu hükümet mensupları sizi anlamıyorlar. Evet, İETT teşkilatından gelmeler. Evet, o yüzden İDO’nun vapurları ile insanlarımızı kurtarmak için ta Libya’lara gidiyorlar ama gidiyorlar işte. Nerede insanımızın başı dertte ise, nerede insanımızın çıkarı varsa oraya gidiyorlar. Uçakla gidiyorlar, deniz otobüsü ile gidiyorlar, metrobüsle gidiyorlar. Ama gidiyorlar. Sizinkiler gibi insanlarımızı Rusların insafsızlığına havale etmiyorlar.

Sınır dışı edilen her Türkün hemen sınırın ötesinde kurşuna dizildiklerini bile bile mazlum insanlarımızı Ruslara teslim eden İnönü gibi yapmadıkları için onlardan utanıyor olabilirsiniz ama ne yaparsınız ki artık bu insanlarla muhatap olacaksınız! Üzgünüm bizimkiler ancak bu kadar olabiliyor.

İçmesini bilmezler, hele şarabı külliyen haram bilirler, dağıtmasını bilmezler, Allahtan korkarlar, daha da kötüsü namaz kılarlar, namaz!

 Laik cumhuriyetin başbakanı, cumhurbaşkanı namaz kılacak! Olacak iş değildi ama oldu işte.

Evet bunlar banal, köylü ve karnını kaşıyan adamların çocukları ama işte kendi insanların kurtarmak için taaa Libya’ya deniz otobüsü gönderiyorlar.

Tam olarak bu insanların nesini sevmiyorsunuz bilmiyorum ama sanırım nezdinizdeki adamları Ahmet Hakan efendiden öğrenebilirsiniz. O, bunların eski kankisidir. Bilir halet-i ruhiyelerini! Tabii eğer o da sizinle aynı mahfilleri paylaşa paylaşa bu insanları anlama duyargasını kaybetmemişse!

Hakkında Mehmet Ali Bulut

1954’te Gaziantep’in İslâhiye ilçesinin Kerküt köyünde doğdu. İlkokulu burada tamamladı. Gaziantep İmam Hatip Lisesini ve ardından Gaziantep Lisesini bitirdi. 1978 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap ve Fars Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nden mezun oldu. Aynı Fakülte’nin Tarih Bölümünde doktora tezi hazırlamaya başladı. 1979 yılında Tercüman Gazetesi’ne girdi. Tercüman Kütüphanesinin kurulması ve kitapların tasnifinde görev aldı. Birçok kitap ve ansiklopedinin yazılmasına ve hazırlanmasına katkıda bulundu… Daha sonra gazetenin, haber merkezi ve yurt haberlerinde çalıştı. Yurt Haberler Müdürü oldu. Köşe yazıları yazdı… 1991 yılında Haber koordinatörü olarak Ortadoğu Gazetesi’ne geçti. Bu gazete 5 yıl süreyle köşe yazarlığı yaptı. Yeni Sayfa ve Önce Vatan Gazetelerinde günlük yazıları ve araştırmaları yayınlandı. 1993 yılında haber editörü olarak İhlas Haber Ajansı’na girdi. Kısa bir süre sonra ajansın haber müdürlüğüne getirildi. Mahalli bir ajans konumundaki İhlas Haber Ajansı, onun haber müdürlüğü döneminde Türkiye’nin ve Ortodoğu’nun en büyük görüntülü haber ajansı konumuna yükseldi. 1997 yılında İHA’dan ayrılmak zorunda kaldı. Bir grup arkadaşıyla birlikte Veri Haber Ajansı’nı kurdu. Finansal sıkıntılardan dolayı Ajansı kapattı. 1999 yılında BRT Televizyonuna girdi. Haber editörü ve program yapımcısı olarak görev yaptı. 2001 Mayısında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın danışmanlığına getirildi. 3 yıl bu görevde kaldı. Bir süre Ali Müfit Gürtuna’nın basın ve siyasi danışmanlığını yaptı. Turkuaz Hareket’in mantalitesinin oluşturulmasında büyük katkısı oldu. Bugün Gazetesi Yurt Haberler müdürü olarak çalışan Bulut, emekli ve sürekli basın kartı hamilidir. Eserleri: Karakter Tahlilleri, Dört Halifenin Hayatı, Geleceğinizi Okuyun, Rüya Tabirleri, Asya’nın Ayak Sesleri, Ansiklopedik İslam Sözlüğü, Türkçe Dualar, Fardipli Sinha, Derviş ve Sinha, Ruhun Deşifresi, Gizemli Sorular, Ahkamsız Hükümler, Can Boğazdan Çıkar, Sofra Başı Sağlık Sohbetleri gibi yayınlanma aşamasında olan çeşitli eserleri bulunmaktadır. Roman ve Hikaye: Mehmet Ali Bulut’un Roman türünde yazılmış Fardihli Sinha, Derviş ile Sinha adında iki romanı ve aynı serinin devamı olarak Zu Nima ve Fardipli Sinha 2 ve Fardipli Sinha 3 tamamlanma aşamasındadır. Diğer çalışmaları: Çeşitli dergilerde yayınlanmış çok sayıda makalesi, şiirleri bulunan Mehmet Ali Bulut son dönemdeki yazılarını haber7.com’da yayınlamaktadır. Bulut evli ve bir kızı vardır.

Ayrıca Bakınız

Çanakkale Geçilmedi…

Elhamdülillah, bu millet bir kez daha Çanakkale’nin geçilmez olduğunu gösterdi. Bir kere daha, bu millet, …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir