Bu Yol Vuruculuk Nereye Dek Böyle…

Bayram sabahlarında nedense hep mahzun olurum.

Bayramı hak etmediğimden midir, ömrüm hep ailemden uzakta geçtiğinden midir, yahut esasında iyi evlatlar olamadığımızdan mıdır, bilmem ama hep mahzun olurum.

Oysa bayram sevinç günüdür, coşku günüdür; var olmanın tadına varma günüdür.

Belki de biz İslam dünyasının, hüzünler ve acılar çağında geldiğimiz için topyekûn hüzünlü bir ümmet olduk. Bizim bahtımıza hazan düştü, acı düştü, yenilmişlik düştü, keder düştü.  Biz fark etmesek de yüreğimiz, hakiki halimizin perişanlığını derk ediyor, anlıyor, acı çekiyor ve saklı saklı ağlıyor.

Çünkü içine doğduğumuz iklim mahzun, içinde büyüdüğümüz coğrafya yorgun ve içine doğduğumuz medeniyet mağlup ve aciz…

İslam ümmeti üç yüz yıldır yabancı bayrakla altında hicret ediyor. Tüm İslam halkları makine cücüğü gibi başsız ve çaresiz, şu zulümden bu zulüme, şu acıdan bu acıya, şu yoksulluktan bu yoksulluğa savrulup duruyorlar.

Bakmayın her gün Filistinlilerin acısıyla düşüp kalktığımıza. Acı çeken ah bir tek onlar olsaydı. Sadece kanayan yaramız ah bir tek orası olsaydı. Onlar gözümüzün önünde bari. Ne yapa eder acılarını dindirirdik. Ama maalesef tüm İslam yurtları garip, mahzun, sahipsiz, çaresiz ve mazlum…

Hanginiz Doğu Türkistan’daki acı ile tanıştınız. Hanginiz Karabağ’ı bildiniz. Eski Türk illerinde yaşanan acıları… Orada, dünyanın umurunda olmayan bir acı ve keder var. Her gün insanlarımızın onlarcası katlediliyor Doğu Türkistan’da. Ne hak arayabiliyorsunuz, ne içeriye alınmış babanızın kardeşinizin peşine düşebiliyor, halini sorabiliyor başına neler gelmiş olabileceğini sorgulayabiliyorsunuz.

Afganistan öyle, Çeçenistan öyle, Bulgaristan öyle, Bangladeş, Pakistan öyle, Irak öyle, Libya öyle, Suriye öyle… Hasılı ya başkalarının zulmü altında can veriyoruz veya bizim kendi müstebitlerimizin tasallutu altında kıt kanaat bir varlık sürdürebiliyoruz.

Dolayısıyla da bayramlarımız acılı. Cidden acılı. Esasında çok azımız bayram etmeyi hak ediyoruz. Belki de yüreklerimiz bunun farkında ve yüzden bayramların tadına varamıyor, onun coşkusunu hissedemiyoruz.

***

Oysa bayram coşkudur. Çocuklar gibi sarılabilmek, kinsiz ve nefretsiz yaşayabilmektir. Sokakta yürürken karşıdan gelen insanlara coşkuyla ve yürek dolusu sevgiyle selam verebilmektir.

Yapabiliyor musunuz? Hayır.  Ez kaza birine selam verseniz, tuhaf tuhaf yüzünüze bakıyor, ” beni tanıyor musun ki selam veriyorsun” der gibi. Oysa ne kadar da onunla tanış olmama muhtaç, ne kadar da ona akraba ve tanışı gibi sarılmama ihtiyacı var. Ruhumuz nasıl da samimi sevgilerle pansuman görmeye teşne. Bilmiyor ki ben onun sılasıyım. Bilmiyor ki o beni hicretimdir. Onunla tanış olmayalı beridir ki yurtlarım tar u mar! İslam binasının tuğlaları çürümüş. Bu yapı artık taşıyamaz olmuş bünyeyi. Müslüman Müslümanın harcıdır, tuğlasıdır. Biri diğer ile varlık sürdürebilir. Biz cüda düştük, birbirimizin gurbeti olduk da kokumuz gitti, cezp edici rayihası bozuldu, gücümüz dağıldı, başkalarının merhametine, insafına düştük.

Kendi yurtlarımızda, mahallemizde, sokağımızda kendi insanımıza yabancı olmuşuz.  Bizi asıl mahveden budur, asıl belimizi kıran bu yâdlıktır.

Bayramlar da tam bunun için var zaten. Bunun için bize ikram edilmişler İlahi rahmet canibinden… Yâdken bile birbirimize sarılabilelim. Bir bahane olsun, kesilen selamlaşmayı başlatmak için, göz göze bakıp ‘ben de seni seviyorum’, diyebilmek için…

Evet, tam da bunu için bayramlar var. Tam da bunun için ramazanlar var, selamlar var, ikramlar var.

Unuttuk çoğunu. Biz onları arkamıza attıkça daha bir öksüzleştik, daha bir başı okşanası hale geldik ama farkında değiliz. Kibrimiz ve küfrümüz el vermiyor ki kardeşimizin kucağına oturalım yahut onun omuzlarına başımızı koyup ağlayalım. ‘Seni özledim ey kardeş’diyebilelim. ‘Seni özledim ey kapı komşum, ey mahallelim. Asırlar girdi aramıza, nesiller girdi. Birbirimize yabancı olduk. Gel barışalım, tanışalım, bilişelim’

Eskiden birbirimizin külüne muhtaçtık. Aynı camide saf tutardık. Birimiz eksikse o gün safta, diğer herkes merak ederdi, ne oldu ‘Mehmet Ali efendiye.  Bugün gelmedi, bir bakalım nesi var’ derdik.

Ne kadar da özlemişim ey cami cemaatim sizleri. Her biriniz uçup gittiniz bizim dünyamızdan ve öteki dünyalara kondunuz. O dünyalar ki soğuk ve hüzünlü.  Ve her birimiz gittiğimiz yerde yabancı olduk.

Ne kendi gök kubbemiz kalmış ki onun lahuti çatısı altında top ve ezan sesleriyle görklü tekbirler getirelim, ne o lahuti iklimlere ihtiyaç duyabilecek hassasiyetimiz kalmış.  İnanın, tam da böyle zamanlar içindir bayram. Yeniden başlamak için, yüreğimizi yalnızlaştıran ağır kinlerden temizlemek için… Mevlana’nın nefesiyle seslenmek istiyorum ve diyorum ki…

Beri gel, daha beri, daha beri

Bu yol, vuruculuk nereye dek böyle?

Bu hır gür, bu savaş nereye dek?

Sen bensin işte, ben senim işte…

***

İşte bugün bayram… Oruç tutalım tutmayalım çoğumuz bayram namazına da gittik. Ne güzel. Demek hala kardeş olduğumuzun hatıraları var yüreğimizde. Aynı safta durduk. Yanı başımda kulağı küpeli saçları sırtına vuran ve sakalı dağınık genç ve hemen az ilerisinde sakalı göbeğine kadar inmiş yaşlı ve şalvarlı bir amca. Aynı saftalar… Aynı coşkuyla imamın tekbir telkinlerine uyuyorlardı.

Rabbin azameti ve hayat üzerindeki mutlak otoritesine teslim olmuşlardı. ‘Sen en büyüksün Allahım, Senden başka ilah yoktur. Sen en büyüksün, bize yaşattığın her güzellik için minnettarız’ diyorlardı.

Allah’ın evinde toplandık hepimiz. Henüz birbirimize selam vermeye, birbirimizin halini sormaya alışmamış olsak bile O’nun huzurunda bir araya geldik yine. Gönüllerimiz coşkun bir deniz gibi. Omuz omuza, ilahi aşk ile aynı kıbleye yöneldik bir kere daha. Bütün içtenliğimizle unvan ve dünyevî makam gibi varlıklarımızı bir tarafa bırakıp, bir olmaya, diri olmaya geldik. İşit aynı saftayız yedi yaşındaki çocuk ve yetmiş yaşındaki dede ile…

Bugün bayram… İç dünyamızdan başlayarak sevgi ve huzuru dalga dalga ailemize ve topluma yaymanın, birbirimizi kardeş bilerek daha çok gözetmenin vaktidir bugün…  Gönül gönüle girmenin vaktidir bugün…

İnsan oluşumuzu iliklerimize kadar hissetmenin kutlu zamanıdır şimdi… Yalnızlık içinde derin hüzünler çeken kalplere “yalnız değilsiniz kardeşim” mesajını verme vaktidir bugün… Birbirimizden kaçmak değil, yürek yüreğe sokulmanın “ ben senin tanımadığın akrabanım, ben senin ahbabınım, ben senin ihtiyacınım, ben seni sılanın ve sen benim yitik dünyamsın” demenin vaktidir bugün… İş anı değil birbirimize yakınlaşma, gönlümüzü birbirimize açma, sevinçleri büyütme mevsimidir bugün…

Kendimizle barışalım önce. Önce kendimizle tanış olalım ki yüreklerimiz bir sevinç yumağına dönüşsün. Garazsız, pürüzsüz ve ivazsız bir sevinç… O sevinç ister istemez diğerlerine yansır çünkü.

Akrabalarımızı hatırlayalım. En birinci akrabamız olan anne babalarımızla başlayalım. Anne! Ne güzel bir varlık. Yeryüzüne inmiş bir melek. Yahut Rabbimizin, insan şekline girmiş mücessem merhameti anne! Ve babamız. Ona sarımlık isterdim bugün. En çok onunla bayramlaşmak isterdim bu sabah.

Ve ardından gerçek ahbaplarınız olan eşlerinize yönelin. Ne olur, bugün, bir kere daha onları ilk kucakladığınız sıcaklık ve sevgiyle kucaklayın un gözlerinin içine bakarak onu sevdiğinizi yürekten gelerek söyleyin. Bakın bakalım bayram ne güzel bir yürek dokunuşuymuş!

Ve çocuklarınızla sarılın. Onlar ilahi rahmetin taze, sımsıcak ve henüz tazeliğini ve sıcaklığını kaybetmemiş ikramlarıdır. Onları kucaklarken ilahi rahmetin azametini hissedin.  Yüreklerindeki garazsiz sevgiden nasiplenin!

Gönüllerinizi, içimizi çürüten bir tür ağır metal olan kin ve nefretten ayıklayın. Küskünlüklere son vererek yüreklerinizi hafifletin. Selâmlaşarak, kucaklaşarak, ziyaretleşerek, ikramda bulunarak; bütün akrabaların, bütün komşuların gönüllerine sevinç taşıyın. Siz kazanın ilk adımı atarak!

Özelikle de evine bayram uğramayanlara uğrayalım. Öksüz ve yetimlerin, kimsesiz ve ihtiyaç sahiplerinin yüzlerinin gülmesine ve ümitlerinin yeşermesine vesile olalım.

İşte o zaman şu ayetin sırrına mazhar olursunuz:

Şüphesiz Rabbimiz Allah’tır” deyip de, sonra dosdoğru olanlar var ya, onların üzerine akın akın melekler iner ve derler ki: “Korkmayın, üzülmeyin, size dünyada iken vazedilmekte olan cennetle sevinin!”

Bu hissiyatla bayramınızı tebrik ediyor, bayramın hepimize, insanlık âlemine hayırlar getirmesini Yüce Mevla’dan niyaz ediyorum…

Hakkında Mehmet Ali Bulut

1954’te Gaziantep’in İslâhiye ilçesinin Kerküt köyünde doğdu. İlkokulu burada tamamladı. Gaziantep İmam Hatip Lisesini ve ardından Gaziantep Lisesini bitirdi. 1978 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap ve Fars Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nden mezun oldu. Aynı Fakülte’nin Tarih Bölümünde doktora tezi hazırlamaya başladı. 1979 yılında Tercüman Gazetesi’ne girdi. Tercüman Kütüphanesinin kurulması ve kitapların tasnifinde görev aldı. Birçok kitap ve ansiklopedinin yazılmasına ve hazırlanmasına katkıda bulundu… Daha sonra gazetenin, haber merkezi ve yurt haberlerinde çalıştı. Yurt Haberler Müdürü oldu. Köşe yazıları yazdı… 1991 yılında Haber koordinatörü olarak Ortadoğu Gazetesi’ne geçti. Bu gazete 5 yıl süreyle köşe yazarlığı yaptı. Yeni Sayfa ve Önce Vatan Gazetelerinde günlük yazıları ve araştırmaları yayınlandı. 1993 yılında haber editörü olarak İhlas Haber Ajansı’na girdi. Kısa bir süre sonra ajansın haber müdürlüğüne getirildi. Mahalli bir ajans konumundaki İhlas Haber Ajansı, onun haber müdürlüğü döneminde Türkiye’nin ve Ortodoğu’nun en büyük görüntülü haber ajansı konumuna yükseldi. 1997 yılında İHA’dan ayrılmak zorunda kaldı. Bir grup arkadaşıyla birlikte Veri Haber Ajansı’nı kurdu. Finansal sıkıntılardan dolayı Ajansı kapattı. 1999 yılında BRT Televizyonuna girdi. Haber editörü ve program yapımcısı olarak görev yaptı. 2001 Mayısında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın danışmanlığına getirildi. 3 yıl bu görevde kaldı. Bir süre Ali Müfit Gürtuna’nın basın ve siyasi danışmanlığını yaptı. Turkuaz Hareket’in mantalitesinin oluşturulmasında büyük katkısı oldu. Bugün Gazetesi Yurt Haberler müdürü olarak çalışan Bulut, emekli ve sürekli basın kartı hamilidir. Eserleri: Karakter Tahlilleri, Dört Halifenin Hayatı, Geleceğinizi Okuyun, Rüya Tabirleri, Asya’nın Ayak Sesleri, Ansiklopedik İslam Sözlüğü, Türkçe Dualar, Fardipli Sinha, Derviş ve Sinha, Ruhun Deşifresi, Gizemli Sorular, Ahkamsız Hükümler, Can Boğazdan Çıkar, Sofra Başı Sağlık Sohbetleri gibi yayınlanma aşamasında olan çeşitli eserleri bulunmaktadır. Roman ve Hikaye: Mehmet Ali Bulut’un Roman türünde yazılmış Fardihli Sinha, Derviş ile Sinha adında iki romanı ve aynı serinin devamı olarak Zu Nima ve Fardipli Sinha 2 ve Fardipli Sinha 3 tamamlanma aşamasındadır. Diğer çalışmaları: Çeşitli dergilerde yayınlanmış çok sayıda makalesi, şiirleri bulunan Mehmet Ali Bulut son dönemdeki yazılarını haber7.com’da yayınlamaktadır. Bulut evli ve bir kızı vardır.

Ayrıca Bakınız

Çanakkale Geçilmedi…

Elhamdülillah, bu millet bir kez daha Çanakkale’nin geçilmez olduğunu gösterdi. Bir kere daha, bu millet, …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir