Türkiye gerçekten güçleniyor mu yoksa birileri ‘büyüksün abi’ paranoyasına mı sürüklüyorlar bizi?
Her iki iddianın da hem dünyada hem de Türkiye’de savunucuları var. Türkiye’nin aldatıldığını, ‘hadi koçum, sen büyüksün, kim tutar seni” pohpohları ile kandırıldığını, Türkiye’nin bu zokayı yutmaması gerektiğini ilk dile getirenler, çoğunlukla Davutoğlu ile birlikte dış ilişkilerde eksen kayması yaşandığına inanan beyaz Türklerdir. Biraz da onların sipariş verdikleri dış avaneleri…
Yeni Osmanlıcılığın yükselişte olduğu iddiasını ilk ortaya atanlar malum yabancılar oldu. Bunu ilk dile getiren Graham Fuller‘di, eski CİA şeflerinden… Yeni Türkiye Cumhuriyeti adlı eserinde Türkiye’nin bölgesel güç olma yolunda ilerlediğini söyledi. Daha sonra ona, yine çoğu Yahudi asıllı olan ve de CİA ile irtibatlı isimler işlemeye başladılar.
Ama Türkiye’nin idari, mali ve iktisadi şartları hiç de onları destekliyor gibi görünmüyordu. En azından bunu doğrulayacak veriler yoktu. O yüzden de haklı olarak kafamız karıştı, karışıyordu.
İddia sahiplerinin İsrail’e yakınlıkları da şüphelenmemiz için bir sebepti. “İsrail vaktinden önce bizi sahaya sürerek, Türkiye’nin gerçek bir bölgesel güç olmasını önlemek istiyor” diyorlardı. Mavi Marmara olayı da tam böyle bir fiyasko olmuştu. İsrail Türkiye’yi kıçını üstüne oturtmuştu.
Suriye olayı da öyle… Zira Türkiye Suriye meselesinde de tıpkı Mavi Marmara’da olduğu gibi acz sergilemişti. Mavi Marmara sayesinde Akdeniz, İsrail gölü olmuş, Suriye meselesi ile de Türkiye’nin Ortadoğu’daki satrançta, İran kadar bile rolü olmadığı ortaya çıkmıştı… Görüntü onları haklı çıkarıyordu bir parça…
Amerikalı tarihçi Dr. Webster Griffin Tarpley de aynı görüşte idi. Bir televizyonda yaptığı konuşmada tam da bu tezi savunanları haklı çıkarıyordu:
“Türk Hükümeti son birkaç yıldır Ortadoğu’da bölgesel bir lider olmak istiyor. Ayrıca Türk cumhuriyetleri etkisi altına alma düşüncesi de var.
Önceleri Brezilya ile ortaklaşa, İran’la nükleer konudaki anlaşmazlıkta arabuluculuk gayretleri olumlu görünüyordu. Fakat Mısır’ın ve Mübarek’in düşürülmesinden sonra Türk hükümeti bu “Yeni Osmanlı İmparatorluğu” fikri ile kandırıldı. “Yeni Osmanlı İmparatorluğu” aldatmacası ile “Sıfır Sorun” dan, başta “Kürt sorunu” olmak üzere, onlarca sorunlar dizisine geçiver(di)”
Tareplyi, “Türkiye batılılar kullanılıyorlar” demeye getiriyordu. Türkiye güçlendiğini, geliştiğini sanırken, hızla pozisyon kaybediyor ve gereksiz risk alıyordu… Suriye konusunda izlediği politika hem İran ile hem de Rusya ile ilişkilerini bozuyor, sıfır sorun politikası da çökmüş oluyordu.
Daha sonra Morton İsaak Abramowitz -ki o da bir CİA şefidir ve Yahudi’dir- Turquie diplomatik’te de yayınlanan yazısında Türkiye’nin geleceğinin bulutlu olduğunu, Türkiye’nin ve AKP iktidarının sallantıya girdiğini, 2014’ün de kritik olduğunu yazdı.
Türkiye’nin yükselmekte olduğunu söyleyenler ağız birliği etmişçesine bu kere de Türkiye’nin kritik bir döneme girdiğini yazıyorlardı.
Milletin Yükselişi Devam Ediyor
Peki, ne olmuştu da o yükselen Türkiye böyle kritik döneme girmişti. Kritik dönem AK Parti için miydi Türkiye için mi? İktidarlar gelip geçer ama milletin yükselişi pekala devam edebilirdi…
Ben bu kanaatteyim. İktidar için de en az daha bir dönem kimsenin ondan iktidarı alabileceğini sanmıyorum. Tabii ki iktidarlar yorulur, çekilir, dağılır ama milletin yükselişi devam eder… Ben bu kanaatteyim.
Evet, zahirde bir takım sıkıntılar var. Evet, Suriye konusunda da Türkiye batılı ortaklarına güvenmekle hata etmiş gibi görünüyor. Ta işin başından itibaren Türkiye’nin Suriye meselesine tek başına dalmaması gerektiğini söyledim. Bu konudaki yaklaşımım “Suriye’ye müdahale edilmesin” şeklinde değildir. Suriye’nin mutlaka tedip edilmesi, akan kanın durdurulması gerektiğine inanıyorum.
Fakat bu tedip, İran’ın da içinde bulunduğu bir konsürsiyom ile yapılmalı. Müslümanlar kendi zalimini kendileri durdurabilmeli. (İşte gördünüz, bayram için silahlar bırakıldı. Demek ki olabiliyor. Türkiye’nin İran nezdindeki girişimleri çaba verdi. Ta baştan eğer bu şekilde hareket edilmiş olsaydı belki bu kadar kan da akmayacaktı.) aksi takdirde önünde sonunda bir müdahale gelecek ve çok daha fazla kan dokulücek. Mamafih Esat, dünyaya başka çare bırakmıyor.
Ben inanıyorum ki Türkiye’nin önünde muhteşem bir gelecek var. Bunun en büyük manivelası da İslam Kardeşliği olmalı.
Ancak bu noktada Türkiye’nin ve tabii Davutoğlu‘nun çok ciddi bir handikapı var. Kendisi gibi düşünen, yani Türkiye’nin önünde yüksek bir fırsat bulunduğuna inanan bir dışişleri ekibi yok. Dış ilişkiler hala eski ‘monşer’ dediğimiz hariciyecilerle sürdürülüyor. Onlar da ne AKP’ye inanıyorlar ne de Türkiye’nin geleceğinin Müslüman halklarla birlikte hareket etmekte olduğuna inanıyorlar. Onarların inandığı ve bildiği tek, şey, selametin, Batı kulübünde kalmakta olduğundadır. Çoğu hala yurtta sulh cihanda sulh saflığı içinde ve tabibi İslam’dan nefret etmese bile uzak durmaktadır.
Bunlarla bu iş gitmez. Mevcut pozisyonlar değişmedikçe, eski tas eski hamam kaldıkça elbette değişecek bir şey olmaz. Durup dururken de bir ülkenin itibarı artmaz. Sadece ekonomik güç de esasında bir şey katmıyor denilebilir. İşte Almanya ve Japonya! Uluslararası arenadaki güçleri hiç de ekonomileri ile orantılı değil. Türkiye elbette gerektiğinde risk de alacaktır ve almalıdır. Yoksa geleceği haber gelecek hiç de gelmez.
İslam İttihadının gerçekleşmesi için mevcut İran Yönetiminin elini taşın altına koymayacağı anlaşılıyor. Çünkü İran’ın bölgedeki siyasi ve stratejik çıkarları için, oluk gibi kan akması pek onları etkiliyor gibi görünmüyor. Eğer öyle olmasaydı, illa da sesini yükselten bir muhalefet çıkardı. Türkiye’yi ‘mezhepçilik yapıyor’ diye suçlayanlar, asıl bu suçu işleyenin İran olduğunu nedense akıllarına getirmek istemiyorlar.
Türkiye’ye hakikaten kritik bir süreç bekliyor. Çünkü Türkiye’nin eli zayıflamış gibi görünüyor. Amerika Seçimlerden dolayı suskun! Ama İran, Suriye ve İsrail atakta! İsrail, nihayet gerçek niyetini açık etmeye başlayacak gibi görünüyor. Çünkü onun gerçek derdi İran değildir. Temel gayesi olan Arzı Mevud’un bir metresi bile İran sınırları içinde değildir. Onun derdi Türkiye’dir. Zira çok iyi biliyor ki, gelecekte, kozlarını paylaşacağı tek kavim Türklerdir. Geçenlerde üst düzey bir İsrailli yetkili, İran’ın İsrail için tehlike olmadığını söyledi. Ki bu asıl olandır. Şunu da bir yere not edin. Bir gün gelir, İran ile İsrail, ittifak edebilir, stratejik ortak bile olabilirler…
Ama bütün bunlar, yine de bu milletin yükselmesinin önünü kapatamayacaktır inşallah. 2014’ten itibaren nispeten daha güçsüz bir hükümet gelebilir. Bu durum altı ile sekiz yıl sürebilir. Bu bir tür II. Beyazıt dönemi olacaktır. Ardından Yavuz Sultan Selim dönemi gelecek ki, siz istemeseniz de Tebriz ve Telaviv, Ankara’nın gözünün içine bakacaklar. Onunla iyi geçinmenin yolunu arayacaklar.
2012, İsrail’in Kabala eksenli ezoterik verilerine göre sonun başlangıcı… Geçenlerde Bugün Gazetesi’nde yayınlanan bir habere göre de -ki bu haber Amerika kaynaklı ve bazı istihbarat örgütleri tarafından hazırlandığı biliniyor- İsrail ya Türkiye ile iyi geçinmenin yolunu bulacak yahut da 20 yıl sonra yok olacak. Çünkü Arap uyanışının durdurulamayacağı artık anlaşılmıştır. Bu uyanış, beraberinde İsrail için ölümcül bir netice getirebilir. İsrail gerçekten hırçın politikaları ile giderek köşeye sıkışıyor. Şimdilerde İsrail devleti, tüm yaşamının en kritik sürecinden geçiyor. Türkiye ile arasını düzeltmek zorunda. Bu noktada ciddi bir baskı altında… Şartlar da onu zorluyor. Ama bunu tükürdüğünü yalamadan yapmak istiyor. Aksi gibi Türkiye de illa ona üç şartı dayatmış durumda… Ya kabul edecek, ya kırılacak.
Çünkü biz kabul etmesek de, beyaz Türkler kahrından çıldırsa da bu milletin yıldızı yükselişte. PKK ile durduramadıklarını gördüler. Son çare Şii Sünni çatışması… Ancak Amerika bu çatışmanın kendisinin aleyhine olacağını gördü. Ya bölgeden tard olacak, ya da Türkiye’nin elinin güçlenmesine yardımcı olacak. Artık herkes biliyor ki ne AB, ne ABD, bu bölgede istediğini yapabilir durumdadır. Mevcut pozisyonunu kaybetse, orada kalmayacak. En küçük bir denge bozulması ABD’yi Ortadoğu’da formülünün dışında bırakabilir. Bunu da göze alamazlar.
Çin, Rus ve ABD çekişmesini, biz avantaja dönüştürebiliriz. Mamafih istesek de istemesek de bu olacak gibi görünüyor. Çünkü mukadderatın bu millete bir borcu var: İnanıyorum ki, Osmanlı’nın, zulm ile tasfiyesi, kader nezdinde bizi, pay sahibi yaptı ki gelecek yüzümüze gülsün.
Biz inanıyoruz, istikbalin en gür sedası İslam’ın sedası olacak. Mevcutlar içinde o sedanın en iyi temsilcisi dahi bu millet olacaktır. Hiçbir gerekçe olmazsa, Kuran’ın en son tefsirinin bu lisan ile yapılmış olması, İslam ağacının bu topraklarda kesilmiş bulunması gösteriyor ki yeniden neşv u nema da bu topraklardan olacak…
Bugünün müşevveş hali, Türkiye’nin zahiren bu nimete liyakatsizliği sizi ümitsizliğe sevk etmesin. Önümüzdeki 15 yıl çok şeye gebe. Elbette bir takım sıkıntılar yaşayacağız, istemesek de bir takım acılar yaşanacak. Hiçbir şey durup dururken olmaz. Rumelinin, Suriye’nin, Kafkasların, Asya tarlalarının yeniden İslamın çiçeklerini açacağı dönemler çok yaklaştı. Yaşananlar, yaklaşmakta olan Ankara İmparatorluğu’nun -siz ona Asya medeniyeti deyin- ayak sesleri ve sancılarıdır.
Önümüzde muazzam bir bayram var. İslam’ın yeniden diriliş bayramı. Merak etmeyin. “Biz mi bunu yapacağız?” demeyin. Allah, skolastik bataklığındaki bir Avrupa’dan akıl medeniyetini halk etmişse, bizim gibi maddeten aciz bir toplumdan da yürek medeniyetini var edebilir ve edecektir.
Önümüzdeki, on on beş yıl bunu görmek için yetecektir inşallah. O gün insanların fevc fevc İslam’a aktığını göreceksiniz. Ve o gün birkaç fethi ve büyük bayramı birlikte yaşayacağız inşallah.
Bu milletin şanlı istikbalini ve bayramınızı tebrik ediyorum!