Cumhuriyet Yerinde Sayıyor!

Bazen, muhâli hayal etmek babından düşünürüm; Acaba, dört halife ile başlatılan, “liyakate dayalı seçim” geleneği devam etseydi, yani istibdat, zulüm ve ve ‘re’y-i vahid’e (bir kişinin tüm gücü elinde bulundurması/şahsın kendisini kanun yerinde görmesi) kapı aralayan saltanata geçilmesiydi, İslam toplumu nasıl bir toplum olurdu?

Yahut Mustafa Kemal, Atatürk’lüğe özenmeseydi de yine medeni ama ‘halaskar’ bir Müslüman lider olmayı tercih etseydi; dindar bir halktan illa da ‘laik bir toplum yaratma’  (daha doğrusu dinde lakayt bir toplum var etme) histerisine tutulmasaydı, yani cumhuriyetin gerçek manasını ve uygulamasını gaye edinseydi, bu ülke nasıl bir ülke olurdu?

Hayal işte!

Ama yazık ki, tarih benim hayal ettiğimin tersine gerçekleşmiş. Çekeceğimiz varmış!

Çekeceğimiz varmış diyorum, çünkü hakikaten, bu toplum (yani Müslümanlar) dindarıyla lakaydıyla, yobazıyla demokratıyla, ilericisiyle gericisiyle hiçbiri, gerçek manada cumhuriyetçi değil ve cumhuriyete inanıyor da değil.

Siyasi liderlerimizden en sıradan insanlarımıza kadar bu böyledir. Toplum olarak, cumhuriyetten anladığımız, “iktidar bize geçince istediğimizi yapabilme keyfiliği”dir. Oysa cumhuriyet her şeyden önce gayrın hukukuna saygıdır. Fert açısından, önce kendi hak ve salahiyetlerini bilmek, sonra da başkalarının da o haktan yararlanma hakkı bulunduğunu vicdanına ve nefsine benimsetmesidir.

İktidar açısından ise cumhuriyet, halkın, kendi arzu ettiği istikamette yönetilmesidir. Toplum açısından cumhuriyet, kendisini idare edecek devlet başkanını doğrudan veya seçtiği meclis vasıtasıyla seçmesi veya iktidardan indirebilmesidir.

Böyle olunca ‘onun cumhiriyeti’ ‘şunun cumhuriyeti‘ olmaz.

Ama görüyorsunuz Türkiye’de birileri cumhuriyeti illa da ‘Kemalist’ olmasını istiyor.“Kemal’in Cumhuriyeti”. Kemalist cumhuriyetten siz ne anlıyorsunuz veya Emin Çölaşan, yahut CHP İstanbul il başkanı ne anlıyor bilemiyorum ama bu ifadenin bende yaptığı çağrışım, Mustafa Kemal ile başlatılan ve tek parti döneminde insafsızca sürdürülen ‘dindarları yok etme/ yok sayma’ paranoyasının kesintisiz sürdürülmesi histerisi… O kesim kalemşorlarının sık sık halkı aşağılamalarından da anlaşılıyor ki, kafalarındaki cumhuriyet, bildiğimiz cumhuriyet değil, aksine kendileri gibi düşünmeyenleri adamdan sayamama keyfiliğidir.

Türkiye Cumhuriyeti ifadesindeki cumhuriyet lafzından anladıkları böyle bir faşizm olduğu gibi, Türk kelimesinden anladıkları da İslam karşıtı her şeydir. Milli devlet deyip duruyorlar ya külliyen yalan! Türkiye devletinin karakterindeki “milli” ifadesi, gerçek anlamda Türk milletinin seciyesini ve milli değerlerini yansıtmak için değil, “dînî” olana karşı bir duruş ortaya koymak içindir. Nasıl dilde sadeleştirme adı altında dilin içinde bulunan tüm dini kavramları imha ettilerse, milli kavramıyla İslam şemsiyesi altında elde edinilmiş tarihi kazanımların yok edilmesi murat edilmiştir.

Zaten bu devlet hiçbir zaman da milli olmamıştır. Gerçek anlamda milliyetçi ve Türkçü olsaydı, en azından 40’lı yıllarda ortaya çıkan Türkçülüğe darbe vurmazlardı. İslamsız bir Türkçülüğün savunucusu olan Nihal Atsız, yargılanmalardan ve hapislerden kurtulamamıştır…

Öyleyse Türkiye’nin ‘milli devlet’ olduğu da yanıltmacıdan başka bir şey değildir. Bu cumhuriyet, başlangıçta, topluma, inançlarında, düşüncesinde serbestiyet getirmekten ziyade, günün muktedirlerine “toplumu zorla adam etme”(!), modernlik(!) uğruna “dinsizleştirme serbestliği” vermekten başka bir şeye hizmet etmemiştir.

Gerçek bir meclis niteliğinde olan Birinci Meclis, çok sesli bir meclisti. Millet adına hareket ettiklerinin bilincinde olan bir yığın vekil vardı. Mustafa Kemal ve arkadaşları bunlardan çok rahatsızdı. Nitekim ilk fırsatta onlardan kurtulmak için meclisi feshetti. 1293 harbindemeclisi tatil etmek zorunda kalan II. Abdülhamid’i yerden yere vuran Mustafa Kemal, Lozan Antlaşmasının inkıtaa uğramasını bahane ederek meclisi kapattı ve sonra, her birini tek tek seçtiği vekillerden müteşekkil bir meclis meydana getirdi. Konuşan, eleştiren, millet adına yapılanları sorgulayan milletvekillerinin hemen hemen hiç biri meclise alınmadı. Alınanlar da ikna edilenlerdi. Böylece TBMM, milletin meclisi olmaktan çıkmış,  Mustafa Kemal‘in her istediğini emir telakki eden şakşakçılar güruhu haline getirilmişti. (Yazık ki, iktidara güçlü gelen her lider, buna heves etmiştir. El an da heveslileri var. Şimdi Erdoğan’ı eleştiren Kılaçdaroğlu gelse aynısını yapacak. Çünkü hiç birinin cumhuriyete inancı yok, cumhuriyetten anladıkları kanunda keyfiliktir) İşte o uyumlu(!) meclis, hem Lozan antlaşmasını imzaladı, hem Cumhuriyeti ilan etti, hem de o malum inkılâpları yaptı.

Dolayısıyla cumhuriyeti ilan edenlerin maksadı esasında cumhuriyet filan değildi. Çünkü cumhuriyet;  adalet, cumhurun görüşüne saygı (meşveret) ve gücün kanunda olması halidir. Oysa Mustafa Kemal bizatihi kanundu. Padişahtan çok daha geniş yetkileri vardı. Esasında da Hitler, Mussolini, Stalin ve Lenin gibi seçilmişler, bize göstermişlerdir ki en zalimane dikta, seçilmiş sultanlar tarafından sergilenmiştir. 20. Yüzyılın başında kurulan cumhuriyetler ve onların iş başına getirdiği diktatörler, tarihin en gaddar sultanlarına taş çıkartacak kadar zalim, gaddar ve cani olabilmişlerdir.

Müslümanlar Cumhuriyetten Korkuyor

O yüzden de çağımız Müslümanları, maalesef dinsizlik dayatmacılığının en insafsız haline cumhuriyet namı verildiğini görmekle, esasında islam’ın malı ve imanın bir hassası olan cumhuriyete ve dolayısıyla hürriyete, murdar nazarıyla bakmışlar, soğuk davranmışlardır.

Dinsiz olmaktansa hürriyetsiz olmayı yeğlemişlerdir. Çünkü ona, cumhuriyet adı altında mutlak bir istibdat sunulmuş, cumhuriyet namıyla eski yurtları taksim edilmiş, hürriyet namıyla da gayrı meşru lezzetler sunulmuştur. Öyle ki sonunda bazı inananlar “Hürriyyetun harriyyatun bi’n-nari / Li enneha tahtassu bil kuffâri” (Hürriyet nefsine aldanıp ateşte yanmaktır. Çünkü o küfrün bir nişanesidir) demişler.

Oysa hürriyet, hakiki manada Rahmanın bir mevhibesi, imanın bir hassasıdır. Allaha itaatin zirvesi hürriyet-i meşruadır. Bize cumhuriyet namıyla getirilen şeyin, padişahlık döneminde bile görülmemiş bir baskı ve zulüm, hürriyet diye sunulanın da Rahmani ölçülere başkaldırı olduğunu gören bu güzel halk ona tavır koymuş. CHP’yi o yüzden ilk fırsatta cezalandırmıştır. Hâlâ da o ceza devam ediyor. Çünkü CHP kafası eşittir, zulüm, kahır ve topluma tepeden bakma olduğunu görmüştür.

İşte CHP’nin istediği cumhuriyet o kestiği kestik astığı astık dönemlere ait kanunda keyfiliktir. Onların cumhuriyetten anladığı bu. İlla da Kemalist cumhuriyet istemeleri, ondandır. Mustafa Kemal istedi diye gidip bir şehri bombalayacaksın, masum halkını öldüreceksin kimse sorgu sual etmeyecek. İnkılâp adı altında getirdiğin dayatmalara karşı çakanları, savunmaları sonra alınmak üzere idam edeceksin, kimse itiraz etmeyecek. Dinin şeairini tağyir edeceksin, ses çıkaranları hapishanelere dolduracaksın, hak arayanı mürteci diye lanse edeceksin, alkış alacaksın… İşte Kemalist cumhuriyet! CHP Bunu istiyor. İşin o cephesi öyle…

Bir de bu cephesi var. Bu cepheye gelince, maalesef Müslümanlar hala ne hürriyetin idrakindeler ne de cumhuriyet ve demokrasi ile idare edilmenin kıymetini biliyorlar. Hala cumhuriyeti ve demokrasiyi Kur’an’a ve Kur’an ahkâmına aykırı zanneden zavallılar var.

Bin yıllık ağır bir istibdat altında yaşadığı, halife, şeyh ve ağa kolaycılığı ile aklını kullanmaktan, hürriyetini bilip sahiplenmekten, kişiliğini aziz bilmekten yoksun bir kitle olarak bu kesimin de cumhuriyetten anladığı, aynıyla karşı tarafın despotluğuna benziyor.

Kim iktidarı ele geçiriyorsa, kendi reyini hâkim kılıyor. Kimse, cumhuriyetin, “kanunda inhisar-ı kuvvet”  olduğunu kabullenmek istemiyor. Muktedir, kanun da adaletin de meşveretin de kendi reyi olduğu fikrine kapılıyor.

Maalesef cumhuriyeti algılamada ve anlamada, iktidar ve çevreleri de en az Sabeteist Türkler (Kemalist cumhuriyetçiler) kadar müstebittir ve tekelcidir. Grup toplantılarını dinledim, nerede ise hepsi monarşizmin temsilcileri gibi fikir serdediyorlar. Biri ötekine sen nasıl o bariyeri yıkarsın diyor, ötekisi, sen kimsin diyor. Hiç birisinin kanun, kural, adalet, meşveret umurunda değil. Toplumun da değil. Toplum ise taraf olarak bu s… yarışında kimin daha uzağa attırdığına bakıyor.

Bir kesim var keyfi, küfri, cebri bir diktayı cumhuriyet biliyor ve onun anısına ağıtlar yakıyor. Çünkü artık eskisi gibi estirip kestiremiyorlar, orduyu tahrik edip darbe yaptıramıyorlar, masum dindarları hapishanelere tıktıramıyorlar.

Berikiler ise onları iktidâren mağlup etmiş olmanın keyfi ve sarhoşluğuyla “Ben iktidarım, halk beni seçti. Ben ne dersem o” diyerek başlangıçta Kemalistlerin yaptığını şimdi kendileri yapıyorlar.

Hayır, arkadaş, cumhuriyet ne o dur, ne budur. Cumhuriyet “ADALET, MEŞVERET VE GÜCÜN KANUN EMRİNDE OLMASIDIR”

Bugün biz Mustafa Kemal‘in ve tek parti döneminin yaptıklarını kınıyoruz. Biz de yarın kınanacak işler yapmayalım ki, bizim farkımız ortaya çıksın.

Yaşasın Cumhuriyet, yaşasın meşru hürriyet…

***

Elim değerse II. Abdülhamit ve Atatürk kıyaslamasını bir de ben yapacağım. Ertuğrul Özkök, büyük bir rejimin tüm çamurlarını üzerine boca ettiği savunmasız bir İslam kahramanı olan II. Abdülhamid’i karalıyor, Atatürk’ü yüceltmek için.

Sayın Özkök! Sen itibarı kanunla korunmuş kaç lider biliyorsun yeryüzünde? Bu ülkede Hz. Muhhammed‘(asv)e hakaret edebilirsin ama Mustafa Kemal’e bir şey diyemezsin. Çünkü o kanunla korunuyor. Ta temelinden itibaren kurgulanmış bir kişilik olmasa kanunla korunmasına ihtiyaç olur muydu? Mağlup olduğu için savunmasız kalmış ve üstelik Siyonistlerin oyununu bozduğu için tüm batı medyasının ve senin gibi yerli iş birlikçilerinin iftiralarına uğramış bir zatı nasıl kıyaslayabilirsin kendisini kanunla millettin atası saydıran biriyle?

İlla bir şey yapacaksan, II. Abdülhamit dönemi ile Atatürk ve Tek Parti döneminin olaylarını, siyasi cinayetlerini, zulüm ve imhalarını karşılaştır da bir bak. Seni o dönemin vesikalarına, arşivlerine bile yaklaştırmazlar -ki çoğu da yok edildi-. Çünkü yasak.

Cumhuriyetin güzelliklerini anlatmak, Mustafa Kemal’in yaptıklarını yüceltmek için neden illa bir öcü yaratmaya ihtiyaç duyarsınız bilmiyorum.

Hakkında Mehmet Ali Bulut

1954’te Gaziantep’in İslâhiye ilçesinin Kerküt köyünde doğdu. İlkokulu burada tamamladı. Gaziantep İmam Hatip Lisesini ve ardından Gaziantep Lisesini bitirdi. 1978 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap ve Fars Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nden mezun oldu. Aynı Fakülte’nin Tarih Bölümünde doktora tezi hazırlamaya başladı. 1979 yılında Tercüman Gazetesi’ne girdi. Tercüman Kütüphanesinin kurulması ve kitapların tasnifinde görev aldı. Birçok kitap ve ansiklopedinin yazılmasına ve hazırlanmasına katkıda bulundu… Daha sonra gazetenin, haber merkezi ve yurt haberlerinde çalıştı. Yurt Haberler Müdürü oldu. Köşe yazıları yazdı… 1991 yılında Haber koordinatörü olarak Ortadoğu Gazetesi’ne geçti. Bu gazete 5 yıl süreyle köşe yazarlığı yaptı. Yeni Sayfa ve Önce Vatan Gazetelerinde günlük yazıları ve araştırmaları yayınlandı. 1993 yılında haber editörü olarak İhlas Haber Ajansı’na girdi. Kısa bir süre sonra ajansın haber müdürlüğüne getirildi. Mahalli bir ajans konumundaki İhlas Haber Ajansı, onun haber müdürlüğü döneminde Türkiye’nin ve Ortodoğu’nun en büyük görüntülü haber ajansı konumuna yükseldi. 1997 yılında İHA’dan ayrılmak zorunda kaldı. Bir grup arkadaşıyla birlikte Veri Haber Ajansı’nı kurdu. Finansal sıkıntılardan dolayı Ajansı kapattı. 1999 yılında BRT Televizyonuna girdi. Haber editörü ve program yapımcısı olarak görev yaptı. 2001 Mayısında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın danışmanlığına getirildi. 3 yıl bu görevde kaldı. Bir süre Ali Müfit Gürtuna’nın basın ve siyasi danışmanlığını yaptı. Turkuaz Hareket’in mantalitesinin oluşturulmasında büyük katkısı oldu. Bugün Gazetesi Yurt Haberler müdürü olarak çalışan Bulut, emekli ve sürekli basın kartı hamilidir. Eserleri: Karakter Tahlilleri, Dört Halifenin Hayatı, Geleceğinizi Okuyun, Rüya Tabirleri, Asya’nın Ayak Sesleri, Ansiklopedik İslam Sözlüğü, Türkçe Dualar, Fardipli Sinha, Derviş ve Sinha, Ruhun Deşifresi, Gizemli Sorular, Ahkamsız Hükümler, Can Boğazdan Çıkar, Sofra Başı Sağlık Sohbetleri gibi yayınlanma aşamasında olan çeşitli eserleri bulunmaktadır. Roman ve Hikaye: Mehmet Ali Bulut’un Roman türünde yazılmış Fardihli Sinha, Derviş ile Sinha adında iki romanı ve aynı serinin devamı olarak Zu Nima ve Fardipli Sinha 2 ve Fardipli Sinha 3 tamamlanma aşamasındadır. Diğer çalışmaları: Çeşitli dergilerde yayınlanmış çok sayıda makalesi, şiirleri bulunan Mehmet Ali Bulut son dönemdeki yazılarını haber7.com’da yayınlamaktadır. Bulut evli ve bir kızı vardır.

Ayrıca Bakınız

Çanakkale Geçilmedi…

Elhamdülillah, bu millet bir kez daha Çanakkale’nin geçilmez olduğunu gösterdi. Bir kere daha, bu millet, …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir