DTP de Açılım Yapacak mı?

İzmir’de DTP konvoyuna yönelik saldırılardan sonra kürsüye çıkıp valiyi ve emniyet müdürünü göreve çağıran DTP lideri Ahmet Türk’ü dinlerken, itiraf etmeliyim ki, sinirlerimi yatıştırmakta zorlandım.

Siz çocuklara PKK elbisesi giydirip, insanların huzuruna süreceksiniz, konvoy için belirlenen güzergâhı, bindirilmiş çocuklu kadınların doluşturulduğu araçlarla ihlal edeceksiniz, güya Türkiye’nin legal partisi olarak, ülkenin birlik ve beraberliğini temsil eden bir bayrak bile taşımayacaksınız.

Eteğini toplamaya mecali olmayan kadınları meydanlara sürüp, ne dediğini bile bilmez şekilde zafer işaretleri yaptırarak masum pozuna yatıracaksınız. Bin türlü tahrikle zaten sinirleri gerilmiş insanları zıvanadan çıkaracaksınız, sonra da hiçbir izan belirtisi göstermeden, yaptığınız maksatlı tahriklere kapılan bir takım gençleri “bir grup faşist!” diye niteleyeceksiniz.

Habur kapısında, maksadı aşan gösterileri ve meydan okumaları yorumlarken, “olur böyle şeyler, barış arayan devlet, bu tür şeylere tahammül etmeli” derken ne kadar samimi ve yürekten idiysem şimdi de aynı samimiyetle söylüyorum ki

Sayın Türk, gerçekten barış istiyor ve bu ülkenin birlik ve beraberliğinden yana iseniz siz de faşist yaklaşımlardan uzak durmalısınız. Taraftarlarınızın hiç de masum olmayan tavırlarına birilerin tepki göstermesi neden faşizm olsun!

Size haber vereyim, o gün ve sonraki günlerde yaptığınız konuşmalar ve yaklaşımlar barış ve musalaha arayan bir liderin tavır değildi.

Eğer hakikaten, sinirlerin gerildiği şöyle bir ortamda barış ve beraberlik isteniyorsa, Kürtlerin de Türklerin hassasiyetlerine dikkat göstermeleri gerekir. Çünkü bu iş zora dökülürse, Türk zarar görür ama Kürt daha çok zarar görür.

Biz, şu ümmetin iki halkı arasına zamanın, ihmallerin ve Kemalist yapılanmaların sokuşturduğu nifakı ortadan kaldıralım dedikçe, sizler de (DTP’liler) tıpkı bu nifaktan beslenen Türkçü ve Ergenekoncu Kemalistlerin tavırlarını sergiliyorsunuz! Yoksa siz de onların Kürtçü taifesi misiniz?

Çünkü istibdat fikri ruhunuza işlemiş. Görüyorum ki Türklerde kınadığınız şeyin aynısını siz yapıyorsunuz Kürtlere!

***

Esasında şu cümleleri böyle yazmak, İslam birliğine odaklanmış gönlüme ağır geliyor. Ama birilerinin de Kürtlere, şunu kabul ettirmeli ki, DTP ve PKK’nın bizim Ergenekonculardan bir farkı yok.

Zaten ne zaman şu yaraların kapanması ve iki halkın yeniden gaye ve maksat birliğine ulaşması için, bu ülkenin aklıselim sahipleri adım atsalar, hemen İstanbul ve Ankara civarındaki yılanlarla şark dağlarındaki ayılar harekete geçip o nazenin adalet ve huzur elçisini yolda katlederler. Şimdi aynısı yapılıyor. Kürtçü faşist ve ayrılıkçılar ile bizim içimizdeki bir takım beyinsizler, işbirliği etmişler, hayra mani olmaya çalışıyorlar.

Şu tavırları gösteriyor ki, Sayın Türk açılım ve demokratikleşme konusunda Sayın Bahçeli’nin durduğu yerde duruyor. Bu açıdan bakıldığında DTP’nin pek de iyi niyetli olduğu söylenemez. Üzüm yemek niyetinde görünse de. “Niyet okuma!” diyeceksiniz ama karineler batını gösteriyor…

Demokrasiden; halkın huzur ve refahından rahatsız olanlar sadece Türk faşistler(!) değil ki! Sizi temin ederim, zorbalıkta, halkı ezmede ve sürü haline getirmede Kürtlerdeki müstebit ağalık fikri, bizdeki faşizm özentililerinden daha merhametsizdir.

Suret-i haktan görünmek, haktan yana olmanın garantisi değildir. Kürtlerin de bunu iyi bilmeleri gerekir. Şu milletin, barış ortamı için gösterdiği sabrı, zaaf ve acz diye nitelendirmemek icap eder. Tabii ki bu sözüm Kürt halkından ziyade bir takım gevezelikleri siyaset sanan siyasetçileredir!

Geçen verdiği bir mülakatta, Sayın Kaplan, “Türkiye’de sayım yapılsın, kim kimdir, necidir, ne kadardır, hangi mezheptendir ortaya çıksın” diyordu. Ne kadar çağdışı bir yaklaşım!

Cumhuriyetin ilk yıllarında herkesi bir kalıba dökmek için yapılan inkılâplar ne maksat güdüyordu ise Sayın Kaplan’ın ifadeleri ve talepleri aynı maksadı taşıyor. O sözler, hangi masum kılıf içine girerse girsin onlardan sadece nifak doğar. Kaplan, yeni ayrışma ve tahrik nedenleri üretiyor.

Neymiş, İstanbul en büyük Kürt şehri imiş!

Şu cümleden daha faşistçe, daha kötü niyetli, daha maksatlı ve basiretsiz nasıl bir cümle kurulabilir. Velev ki bu şehir öyle olsun, bunun şu zeminde ifade edilmesinin nasıl bir manası olabilir Allah aşkına!

Onu dinlerken, kendimi 1939 Almanya’sında Göbels’in gevezeliklerini dinliyorum sandım!  Allah bu milleti ve Kürt halkını şunların insafına düşürmesin!

Bediüzzaman, 1908-9 yıllarında meşruiyetin meşru bir yönetim olduğunu yöre halkına anlata bilmek için iki yıllık bir geziye çıkar. O seyahat sırasında din adamları ve bazı bölge önderleri ile yaptığı bir sohbette, ona neden meşrutiyetin (yani insan merkezli yönetimlerin) o yörelere gelmediği sorulur. O da kusurun biraz da kendilerinde olduğunu belirterek şu mealde konuşur:

“Meşrutiyetin ancak onda biri size gelmiştir diyebilirim. Çünkü o, sizin şu, medeniyetten uzak; cehaleti ve düşmanlığı sevmiş sarp dağ ve derelerinizdeki vahşet ayılarından, cehalet ejderhalarından ve husumet kurtlarından korkar. Kolay kolay gelmeye cesaret edemez. O nazik bedenli narin meşrutiyet (insan hakları diyelim) İstanbul havalisindeki yılanlardan kurtulsa bile, şu uzun mesafeden geçerken, cehalet gibi müthiş bir bataklığı, fakirlik gibi müthiş bir kıraçlığı ve birbirinize karşı beslediğiniz düşmanlıklar gibi son derece sarp ve aşılmaz dağları geçmeye mecbur kalacak ve üstelik onun gelmesini istemeyen eşkıyanın yol kesmesi de işin cabası.

Bu cümlenin muhatapları doğrudan doğruya Kürtler ve Kürt aydınlardır.

Fakat o, o yöreye insani bir yönetim gitmesini istemeyen siyasetçileri ve kötü niyetlileri de ihmal etmez. “O nazik bedenli narin meşrutiyet (insan hakları diyelim) İstanbul havalisindeki yılanlardan kurtulsa bile.”

O zamanki yönetim merkezi İstanbul olduğu için Bediüzzaman ‘İstanbul’ demiş.

Görüyorsunuz işte, iktidar ve tabii ki asker -aleni olmasa bile- Ankara havalisindeki ‘yılanlara’ rağmen, bölgeye medeniyet ve insani bir yaşam tarzı götürmeyi göze almış bulunuyorlar. Öyleyse başta Kürt aydınlar ve siyasetçiler olmak üzere kimse ‘gevezelik’ yaparak şu hayra mani olmamalı. Zira bugüne kadar en çok o gevezeler bir şeylerin yapılmasına mani oldular:

Bediuzzaman da onlara dikkat çeker:

“Sonra bütün bunlardan başka bir kısım gevezeler de vardır. Onlar, Meşrutiyetin gelmesini istemezler. O yüzden de o gelmeden önce onu parça parça etmek isterler.”

Başta siyaset arenasında olmak üzere medyada ve piyasada ne kadar boşboğaz geveze bulunduğunu hayretle görmek, umudumuzu kırıyor. Fakat mademki bir asır sonra gelecek demiş Bediüzzaman, bizim ve Kürt halkının içindeki ‘DTP’lilere rağmen oralara birlik ve beraberliğin teminatı olan projeler ve idareler gidecektir inşallah.

Okuyucularıma: Birincisi; Babamın rahatsızlığı nedeniyle bir süredir memleketimdeyim. Gündemi takip etmek, yazı yazmak ve gönderebilmek açısından sıkıntılarım oluyor. Dolayısıyla da yazamıyorum. Bazen de yazdıklarım gündemin gerisinde kalabilir, peşin peşin mazur görün lütfen diyorum.

İkincisi; Bayramınızı tebrik ediyorum, hayırlara vesile olmasını diliyorum. Selam ve dua ile…

Hakkında Mehmet Ali Bulut

1954’te Gaziantep’in İslâhiye ilçesinin Kerküt köyünde doğdu. İlkokulu burada tamamladı. Gaziantep İmam Hatip Lisesini ve ardından Gaziantep Lisesini bitirdi. 1978 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap ve Fars Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nden mezun oldu. Aynı Fakülte’nin Tarih Bölümünde doktora tezi hazırlamaya başladı. 1979 yılında Tercüman Gazetesi’ne girdi. Tercüman Kütüphanesinin kurulması ve kitapların tasnifinde görev aldı. Birçok kitap ve ansiklopedinin yazılmasına ve hazırlanmasına katkıda bulundu… Daha sonra gazetenin, haber merkezi ve yurt haberlerinde çalıştı. Yurt Haberler Müdürü oldu. Köşe yazıları yazdı… 1991 yılında Haber koordinatörü olarak Ortadoğu Gazetesi’ne geçti. Bu gazete 5 yıl süreyle köşe yazarlığı yaptı. Yeni Sayfa ve Önce Vatan Gazetelerinde günlük yazıları ve araştırmaları yayınlandı. 1993 yılında haber editörü olarak İhlas Haber Ajansı’na girdi. Kısa bir süre sonra ajansın haber müdürlüğüne getirildi. Mahalli bir ajans konumundaki İhlas Haber Ajansı, onun haber müdürlüğü döneminde Türkiye’nin ve Ortodoğu’nun en büyük görüntülü haber ajansı konumuna yükseldi. 1997 yılında İHA’dan ayrılmak zorunda kaldı. Bir grup arkadaşıyla birlikte Veri Haber Ajansı’nı kurdu. Finansal sıkıntılardan dolayı Ajansı kapattı. 1999 yılında BRT Televizyonuna girdi. Haber editörü ve program yapımcısı olarak görev yaptı. 2001 Mayısında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın danışmanlığına getirildi. 3 yıl bu görevde kaldı. Bir süre Ali Müfit Gürtuna’nın basın ve siyasi danışmanlığını yaptı. Turkuaz Hareket’in mantalitesinin oluşturulmasında büyük katkısı oldu. Bugün Gazetesi Yurt Haberler müdürü olarak çalışan Bulut, emekli ve sürekli basın kartı hamilidir. Eserleri: Karakter Tahlilleri, Dört Halifenin Hayatı, Geleceğinizi Okuyun, Rüya Tabirleri, Asya’nın Ayak Sesleri, Ansiklopedik İslam Sözlüğü, Türkçe Dualar, Fardipli Sinha, Derviş ve Sinha, Ruhun Deşifresi, Gizemli Sorular, Ahkamsız Hükümler, Can Boğazdan Çıkar, Sofra Başı Sağlık Sohbetleri gibi yayınlanma aşamasında olan çeşitli eserleri bulunmaktadır. Roman ve Hikaye: Mehmet Ali Bulut’un Roman türünde yazılmış Fardihli Sinha, Derviş ile Sinha adında iki romanı ve aynı serinin devamı olarak Zu Nima ve Fardipli Sinha 2 ve Fardipli Sinha 3 tamamlanma aşamasındadır. Diğer çalışmaları: Çeşitli dergilerde yayınlanmış çok sayıda makalesi, şiirleri bulunan Mehmet Ali Bulut son dönemdeki yazılarını haber7.com’da yayınlamaktadır. Bulut evli ve bir kızı vardır.

Ayrıca Bakınız

Çanakkale Geçilmedi…

Elhamdülillah, bu millet bir kez daha Çanakkale’nin geçilmez olduğunu gösterdi. Bir kere daha, bu millet, …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir