Goriot Baba’nın Çocukları

Şu anayasa değişikliği paketinin ne hayırlara vesile olduğunu görüyorsunuz değil mi?

Meğer ülkede ne kadar da sistem tufeylisi varmış…

Biz zannediyorduk ki sadece CHP ve onun zihniyetinin taşeronluk hizmetlerini gören –özellikle sistemin hâkim görüşüne muhalifmiş gibi görünen partilerin iktidara geldiği dönemlerde- Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, HSYK, TSK, YÖK gibi varlığını rejime borçlu birtakım kurumlardır bu sistemden beslenen!

Meğerse masonluk, roteryenlik, lionsçuluk, sosyalist sendikacılık, milliyetçilik, ulusalcı Türkçülük, Kürtçülük, PKK ve daha bilumum melanetçi çeteler vs, hep sistemin kanından, canından besleniyorlarmış. Sistem milletin kanından ve canından beslenip semirdikçe bunları emziriyormuş…

Eskiden bazı aklı evvel dindarlar bu sistemden maaş alıyorlar diye birtakım insanları kınarlardı. Rahmetli Timurtaş Hocanın bir hatırasını dinlemiştim. Bir gün beş on genç geliyorlar ve sitemde bulunuyorlar: “Sen bu kadar âlim, fazıl bir hocasın, sistemle kavgalısın ama sistemden aldığın maaşla geçiniyorsun. Bu sana yakışıyor mu?”

Rahmetli Timurtaş Hoca gençlere “İnanın gençler ben de bayılmıyorum devletten maaş almaya. Şimdi ben bir vaizim. Camilerde vaaz verip kendimce milleti aydınlatmaya çalışıyorum. Buna karşılık da devlet bana 275 lira maaş veriyor. Eğer siz, geçinebilmem ve çoluk çocuğuma bakmam için her ay bu miktar bir parayı bana vermeyi taahhüt ediyorsanız ben hemen bu maaştan vazgeçer bu vaizlik hizmetini meccanen yaparım” der.

Gençler sevinmişler, büyük bir cihadda (!) bulunduklarını ve muvaffak olduklarını sanıp birbirlerine sarılmışlar ve güya hocalarını ‘murdar’ bir parayı kullanmaktan kurtardıkları için mutlu olmuşlar.

Hocanın, maaşını bırakması için tek şartı vardır ve gelenlere tembihler: “Bakın gençler ben bu parayı kimden alırsınız nasıl alırsınız veya siz mi kendi aranızda toplayıp getirirsiniz bilmem ama her aybaşında posta kutumda o parayı hazır isterim.”

Aradan biraz zaman geçmiş, gençler bakmışlar iş sandıkları kadar kolay değil. Gelip hocaya bilgi vermişler ki işte şununla konuştuk da, bununla böyle yaptık da şundan şu sözü aldık da… vs vs

Hoca ise “ Bakın gençler, ben sizden böyle izahlar istemiyorum. Benim her ay çoluğum çocuğum kiram için bir geçimliğe ihtiyacım var ve madem siz de benim bu şekilde para almamı doğru bulmuyorsunuz; ben de size bir yol gösteriyorum. Kim vermiş kim etmiş bana bunu da demeyin. Üç ay bu miktarı düzenli olarak posta kutuma bırakır iseniz ben de devletin bu maaşını bırakırım. “ der.

Derken bir bir buçuk ay geçmiş ve gençler bir gün mahcup bir halde tekrar gelip ‘hocam özür diliyoruz, beceremedik’ demişler.

Hoca o ucuz mücahitçiklere lisan-ı münasiple cevap verip göndermiş…

Timurtaş Uçar hocamızın bu memlekette neler yaptığını bugünkü gençler hatırlayamayabilir ama şiirde ve konferans kürsülerinde Necip Fazıl ne idi ise, rahmetli Timurtaş Hoca da cami kürsülerinde ve mihraplardaki müthiş hitabetiyle öyle yaman bir rejim muhalifi idi. O kadar pervasızdı ki Hakkı ve hakikati savunmada, onu dinleyenler, korkuya kapılır, “Şimdi jandarma gelecek hocayı cemaatle birlikte alıp götürecek” diye düşünürdü…

Şehzadebaşı’ndaki vaazlarını dinlemeye giderdik de çoğu arkadaş, vaazını dinlemeye bile cesaret edemezdi.

Onun o devirdeki, Kur’an ve Kur’an hakikatleri hususundaki cansiperane mücadelesini ve cesaretini anlamakta zorluk çekenler,  sırf devletten maaş alıyor diye onu, ‘devletin adamı’ diye niteleyenler olurdu. Tıpkı Bediuzzaman’ın Abdülhamid’e karşı sergilediği pervasızlığın ‘delilik’ diye tavsif edilmesi gibi onun da korkusuzluğu ve cesareti sırf maaş alıyor diye ‘sistemin gizli adamı’ zannına yol açmıştır. Çünkü basiretten yoksun akıllar böyle bir cesareti ancak öyle izah edebiliyorlardı.

Mamafih, ilahî usulde minnetsizlik ve müdanasızlık esastır. Ama hak mücadelesinin başka türlü tezahürleri de vardı. Özellikle mütegallibe ve insafsız rejimlerin içinden çıkan nebiler ve serdarlar, belli bir dönem sistemden nasiplenmiş kimseler olurlardı. Sonra sistem, tıpkı Hz. İbrahim’de ve Hz. Musa’da olduğu gibi ‘onu baş düşman’ ilan eder ve en insafsız muameleleri ona reva görür.

Nitekim Timurtaş Hoca da hayatının çoğunu mahkeme salonlarında ve hapislerde geçirdi. Öyle ki karakolun sokağından geçmekten imtina eder olmuştu. Ez kaza bir kimlik kontrolüne girse o mutlaka, hemen alıkonulur ve karakola sevk edilirdi…

***

Bediuzzaman ise çok daha farklı bir örnektir. O 28 yıl sürgün hayatı yaşadı ve bir kere bile olsun, sistemden bir talepte bulunmadı. Sonra onun bu müdanasızlığını problem yaptılar.  “Neden çektiğin bu kadar sıkıntıya rağmen, bize müracaat etmiyorsun, bizden iane talebinde bulunmuyorsun?” diye sorguladılar.  O yine de hiçbir zaman değil sistemin, kendisine yardımcı olmak isteyen çevresindekilerin küçük hediyelerini dahi kabul etmedi.

Çünkü biliyordu ki, şu keyfî, küfrî ve cebrî sistem, etinden ve sütünden beslenenleri, önünde sonunda kendisi için hizmete çağıracak, emdiklerinin hakkını vermelerini isteyecekti.

Biz bunun örneklerini çok gördük. Sistemden beslenenlerin, millet ile sistem karşı karşıya geldiğinde milleti nasıl yüzüstü bıraktığını; sistemin, cuntanın, tağutun ve deccal düzeninin yanında nasıl yer aldıklarını gördük.

Şimdi onları bana tek tak saydırıp başımı derde sokmayın. Biz ne feyizli demokratlar gördük ki, sonradan Ergenekon çetelerinin savunuculuğunu yaptılar. Biz ne demokrat geçinen avukatlar gördük ki, bizatihi cuntacıydılar.

Ve biz ne din adamları ve âlimler gördük ki, sonunda ulema-ı sû’ oldular. Ne milliler gördük ki çocuklarını hep sövdükleri ülkelerin kültürüne teslim ettiler.

İşte şimdi, sebavet eyyamında, bir günde 300 yıllık icraatlar yapmış şu rejim, adileşmiş ve ölüm döşeğine uzanmış. Belki de yakında cenazesi kalkacak. Mirası ise halka kalacak. Ama son bir numarası kaldı. Goriot Baba gibi, çocuklarını son bir defa kendisine ubudiyete çağırıyor.

Dikkat edin, DİSK başkanı Süleyman Çelebi gibi asla bu rejimle bağdaşması düşünülmeyecek biri bile sistemin tanrısına arz-ı ubudiyet etmek için sıraya girmiş.

Benim tuhafıma giden ise PKK ve Kürtçü kadrolar! Sistemden beslendiklerini biliyordum ama son deminde onların da arz-ı ubudiyet edeceklerini hiç düşünmemiştim.

Bugün gazetesinin ifşa ettiği hadiseyi biliyorsunuz. İnsansız uçakların PKK’lılara zarar verdiğini gören bir asker, askeri istihbarat merkezini arayıp, ‘düşürün şu uçağı, çocuklarımız çok zayiat veriyor’ diye feryat ediyor.

Bu nasıl iş aklınız alıyor mu? Yıllardır ekranlardan izlediğimiz şu PKK’nın ve onlar eliyle batıya gönderilen cenazelerin, aslında kimin eseri olduğunu eminim halk da şaşkınlıkla izliyordur.

Ben kendi kendime soruyorum:  Acaba onlar gerçekten PKK’lı mı idi? Yoksa PKK elbiseleri giymiş ‘bizimkiler’ miydi? Yahut ta baştan beri PKK da  tıpkı Hizbullah gibi sistemin kendi ömrünü uzatmak ve diktasını sürdürmek için oluşturduğu sistemin naylon bir örgütü müydü?

Bu son ihtimal, bugünlerde bana daha makul geliyor. Düşünebiliyor musunuz, PKK, şu meselede zorda kalan Genelkurmay’ı aklamaya çalışıyor. Bugün gazetesini yalan haber yapmakla suçluyor ve konuyu Bugün’den alıp sürdüren Taraf’ı da boykot ettirmekle tehdit ediyor.

İşte bütün bunlar, PKK’nın da aslında sistemin yıllardır emzirdiği bir evlat olduğu ihtimalini güçlendiriyor. Şimdi de ondan asıl görevini yapmasını yani varlığını borçlu olduğu sisteme sahip çıkmasını  yapmasını istiyor rejim. Hatırlayın, 60 darbesinden en sonra, ordu içindeki birtakım faşistler, Doğu Anadolu’da ırkçı gelişmeler önünü kesen seyyidler cemaatini ve onu teşkil eden aileleri Sivas Kampında toplayıp imha etmek istemişlerdi. Onu yapamadılar ama her birini bir yerlere sürüp, Doğu Anadolu’yu, PKK’nın yapılanmasına hazır bir zemin haline getirdiler. Yani PKK da biliyor hangi sistemin çocuğu olduğunu…

O yüzden, ulusalcılar, milliyetçiler, Kürtçüler, CHP’liler ve askerler, bugün aynı safta yer almakta bir beis göremiyorlar.

Ve tabii Cindoruk’tan Demirel’e, Süleyman Çelebi’den birtakım vesaire derneklere varıncaya kadar herkes sisteme ubudiyetini göstermek için sıraya girdi.

Bekleyin, çok yakında birtakım dini cemaatlerin de sıraya girdiğini göreceksiniz. Referandum’da ‘hayır’ demek için. Çünkü Ergenekon yapılanmasının en esaslı damarlarından biri de cemaatlerin içinde… Tasavvuf ve tarikatları yok eden sistemin, onların yerine cemaatleri var ettiği ve eski zamanlarda o irfan ocaklarına akan para ve servetlerin cemaatlere rant olarak aktarıldığını bilmeyen yoktur.

Dolayısıyla yakında birtakım cemaatlerin de el altından cuntaya destek verdiklerini görürseniz şaşırmayın.

Goriot Baba bütün çocuklarını iş başına çağırdı. Gelecekler. Elleri mahkûm! Şaşıracaksınız tabii ama gerçek bu.

Dindarların komünistlerle, milliyetçilerin evrenistlerle, demokratların faşistlerle, halkçıların devletçilerle kol kola girdiklerini göreceksiniz.

Ama merak etmeyin. Goriot Baba ölüm döşeğinde. Çok yakında Azrail onu ziyarete gelecek.

Mezar taşına ‘toprağı bol olsun’ diye yazılacak!

Hakkında Mehmet Ali Bulut

1954’te Gaziantep’in İslâhiye ilçesinin Kerküt köyünde doğdu. İlkokulu burada tamamladı. Gaziantep İmam Hatip Lisesini ve ardından Gaziantep Lisesini bitirdi. 1978 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap ve Fars Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nden mezun oldu. Aynı Fakülte’nin Tarih Bölümünde doktora tezi hazırlamaya başladı. 1979 yılında Tercüman Gazetesi’ne girdi. Tercüman Kütüphanesinin kurulması ve kitapların tasnifinde görev aldı. Birçok kitap ve ansiklopedinin yazılmasına ve hazırlanmasına katkıda bulundu… Daha sonra gazetenin, haber merkezi ve yurt haberlerinde çalıştı. Yurt Haberler Müdürü oldu. Köşe yazıları yazdı… 1991 yılında Haber koordinatörü olarak Ortadoğu Gazetesi’ne geçti. Bu gazete 5 yıl süreyle köşe yazarlığı yaptı. Yeni Sayfa ve Önce Vatan Gazetelerinde günlük yazıları ve araştırmaları yayınlandı. 1993 yılında haber editörü olarak İhlas Haber Ajansı’na girdi. Kısa bir süre sonra ajansın haber müdürlüğüne getirildi. Mahalli bir ajans konumundaki İhlas Haber Ajansı, onun haber müdürlüğü döneminde Türkiye’nin ve Ortodoğu’nun en büyük görüntülü haber ajansı konumuna yükseldi. 1997 yılında İHA’dan ayrılmak zorunda kaldı. Bir grup arkadaşıyla birlikte Veri Haber Ajansı’nı kurdu. Finansal sıkıntılardan dolayı Ajansı kapattı. 1999 yılında BRT Televizyonuna girdi. Haber editörü ve program yapımcısı olarak görev yaptı. 2001 Mayısında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın danışmanlığına getirildi. 3 yıl bu görevde kaldı. Bir süre Ali Müfit Gürtuna’nın basın ve siyasi danışmanlığını yaptı. Turkuaz Hareket’in mantalitesinin oluşturulmasında büyük katkısı oldu. Bugün Gazetesi Yurt Haberler müdürü olarak çalışan Bulut, emekli ve sürekli basın kartı hamilidir. Eserleri: Karakter Tahlilleri, Dört Halifenin Hayatı, Geleceğinizi Okuyun, Rüya Tabirleri, Asya’nın Ayak Sesleri, Ansiklopedik İslam Sözlüğü, Türkçe Dualar, Fardipli Sinha, Derviş ve Sinha, Ruhun Deşifresi, Gizemli Sorular, Ahkamsız Hükümler, Can Boğazdan Çıkar, Sofra Başı Sağlık Sohbetleri gibi yayınlanma aşamasında olan çeşitli eserleri bulunmaktadır. Roman ve Hikaye: Mehmet Ali Bulut’un Roman türünde yazılmış Fardihli Sinha, Derviş ile Sinha adında iki romanı ve aynı serinin devamı olarak Zu Nima ve Fardipli Sinha 2 ve Fardipli Sinha 3 tamamlanma aşamasındadır. Diğer çalışmaları: Çeşitli dergilerde yayınlanmış çok sayıda makalesi, şiirleri bulunan Mehmet Ali Bulut son dönemdeki yazılarını haber7.com’da yayınlamaktadır. Bulut evli ve bir kızı vardır.

Ayrıca Bakınız

Çanakkale Geçilmedi…

Elhamdülillah, bu millet bir kez daha Çanakkale’nin geçilmez olduğunu gösterdi. Bir kere daha, bu millet, …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir