Ömer Lüftfü Mete, verdiği bir sözü tutamadan aramızdan ayrılmış. Daha doğrusu Allah, onların planlarını bozmuş. Yakın arkadaşı Mehmet Ali Bulut, Ömer Lütfi Mete’yi anlattı.
Ömer Lütfi’nin ardından
Evet, biliyorum insan ölümlüdür.
Evet, biliyorum her nefis ölümü tadacaktır.
Evet, biliyorum ölümden kaçış yoktur.
Ve biliyorum ki ey Rabbim, sen, her nefse ancak taşıyacağı kadar yük yüklersin.
Fakat bu yük belimizi kırdı. Acıya boğdu bizi…
Çünkü aciziz. Hem de ‘acele’den yaratılmışız. Ve üstelik içimize öyle bir yürek bırakmışsın ki Allahım, bir tutuştu mu o, alem, yangın yerine dönüyor işte.
Oğlu İbrahim vefat ettiğinde o Nebiy-yi Zişan da ağlamıştı. Gözlerinden gelen yaşları yadırgayanlara “kalp hüzünlenir, göz yaşarır” buyurmuştu.
Bugün bizim de gözlerimiz yaşlı. Bizim de yurtlarımız hazan! Bizim de hüzün sarmış kalbimizi. Çepeçevre kuşatılmışız, acıyla gözyaşıyla… Göz pınarlarımız Dicle Dicle. Yanaklarımızdan akıyor Fırat Fırat.
***
Evet hıçkırıklarla düğümlenmiş boğazımız. Ağlıyoruz.
Ağlıyoruz aczimizdendir.
Ağlıyoruz, çaresizliğimizdendir.
Ağlıyoruz, çünkü ayrılığın ıstırabı yüreğimizi yakıyor.
Ve ağladıkça anlıyorum ki ağlamak dahi bir lütufmuş! Ya bir de ağlayamasaydık, nasıl taşırdık bu ayrılık yükünü? Nasıl dayanırdık.
Yürekler tutuştuğunda ve kalp yandığında göz, imdat etmesiydi içimizdeki İbrahime Nefs nemrutu’na kim bildirebilirdi haddini!
Senin lütfündandır ki gözyaşlarımız ey Rab! Yüreklerimizin yangınını söndürüyor da o alevler başımızı duman duman sarmıyor.
Öyle acılar var ki bir günde yaşlandırır insanı. Ağarıverir saçlar bir ikindi soluğunda. Ve her acı, bir menfez açar yüreğimizden ötelere. Ve her çığlık ölümün ruhumuza attığı bir çengel olur. Bir adım daha atar bize doğru ölüm! Ve ağarır gün ortasında saçlarımız.
Dostlardan ayrılığın ıstırabı olmasaydı, kim diz çöktürebilirdi nefsimize!
Dostluğu da sen yazdın biliyorum Ey Rab! Kim kimin dostu olacak kim kiminle yar! Ancak sen bilir sen yazarsın. Birlikte şad olalım, birlikte sevinelim ve Sana gelen yolda şarkılarımızı birlikte terennüm edelim diye.
Ve sonra gel dersin ansızın.
Tam da birbirimize alışmışken ve tam da ruhlar tanımışken birbirini. Tam da yürük yüreğe sokulmuşken, sevişme mevsimi gelmişken “dön!” dersin, “dön artık!”
“İrcii ila rabbiki radiyeten mardiyye!” (sen Rabbinden Rabbin de senden hoşnut olarak dön) dersin. Bir de bakarsın dönüş mevsimini, “gerdeğe çağrı” bilmiş ruhlar, yola koyuluvermişler usul usul!
O ki gel demiştir maveralardan
Hem serden geçilir ve elbet yardan
Işık çekilince birgün sulardan”
Artık geride kalanlara ah düşmüştür.
“Levla’l-mufarakatil ahbâbi ma vecedet el-mavtu ila kabdi ervahina subula” (Dostlardan ayrılığın ıstırabı olmasaydı ölüm, ruhumuzu kabzetmeye yol bulamazdı) neşideleri yüreklerde yankılanır.
Ve giden sevgili artık tuzaktır. Bizi ötelerin ötesine davet eder, yüreklerimize bıraktığı hasretle. Rabbimin cilvesidir işte. Aramızdan seçer en sevimlilerini, bizi de onun ardına düşürerek kendi yurduna almak için avlar bizi. Önce kulunu dost edinir, sonra onan sevgisini yüreklerimize salar. Ve ardından alıp götürür onu, biz de düşüp ardına gelelim diye.
Ey ölüm meleğimiz, bizi hep sevdiklerimizle avlarsın. Onlara duyulan hasret, onlara duyulan özlem, o yurdu sevdiriyor bize. Hangi sevgilinin ardından, “Ya beni de al yanına, ya sen de gitme” demedi ki!
***
Sevgili Ömer kardeşim, sen de bizim için ahiret öksesi oldun. Senin gittiğin yeri daha şimdiden özledik inan.
Dün seni sordular bana. “Nasıl bilirdin” diye! Bilemedim önce ne diyeyim. Sonra “adam gibi adam” kelimeleri döküldü dilimden. Evet sen adam gibi adamdın!
Hatırlar mısın, “öldüğünde Rabbin seni nasıl karşılasın istersin?” diye sormuşlardı da sen “Gel Adamım!” desin yeter demiştin.
Dün senin ardından yürüyen kalabalık şahittir ki sen adam gibi adammışsın! Sen yırttın arkadaş. Allah bu kadar muhteşem ve muhlis bir cemaatin tanıklığını yok saymaz! Çünkü dün Türkiye’nin bütün temiz kalpleri, selim akılları, aydınlık vicdanları senin için ağladı, senin için dua etti, senin ardından yürüdü.
Sen yaşamında ezan gibi, minare gibi yalın ve samimi bir davettin. Ve dün hakka yürürken gördüm ki davetine milyonlar katılmıştı.
Çünkü sen, seni kutlamaktan başka imkân bırakmamıştın bize!
Eminim, “Men rabbuke” sualine, “Men mübteda, Rabbuke haber” diyeceksin, şehid talebe-i ulum gibi. Çünkü asilin azdığı, yağın bozduğu, tuzun koktuğu şu fitneler çağında selim akıllar ve temiz vicdanlar için, ‘kafa ayarı’ mesabesinde sağlam ölçülerin vardı.
Git, Rabbim yarin olsun!
Bir gün sana “hacca gidiyorum, ne istersin?” diye sormuştum da sen ‘Ben O’nu istiyorum” demiştin. Dün, o isteğinin kabul günüydü. Çünkü bu kere O seni istemişti! İşte O’na gittin. O’ndan geldik, ona döneceğiz.
Ne mutlu üryan gelip de dolu dolu gidenlere! Sen giderken ardından baktım. Heybelerin dopdoluydu. amellerle, dualarla aminlerle.
***
Gerçi, bana verdiğin sözü tutamadın ya ne yapalım! Sen benim cenaze namazımı kılacaktın. Ben de seni orada neşidelerle karşılayacaktım. Olmadı! Zaten, Allah kulun planlarına hep tebessüm edermiş. Sen erken göçüp gittin. Yiğit adamdın, erken bitirdin vazifeni. Biz sana ulaşamadık. Hatta cenazene bile!
Bu nasıl bir cilvedir bilmiyorum amma bu ayıpla yüzüne bakamayacağımı biliyorum.
Güle güle sevgili dostum. Bu faniler yurdunda iz bırakmak herkesin harcı değil. Sen yüreklerde kalın ve nurani bir hat bıraktın. Bir hablül metin!
Dün millet sana “güle güle adamım!” dedi seni uğurlarken. Ve inşallah Rabbim de sana “Hoş geldin adamım!” diyecektir!
Tam da istediğin gibi!