Halife Biz İsek Bu Yıkım Niye?

İnanan insan, bu kâinatın da tüm müştemilat ve hadiseleriyle birlikte Cenab-ı Hakk’ın eseri olduğunu ve O’nun kontrolü altında bulunduğunu bilir ve kabullenir. Eşyayı sevk ve idare eden kanunları da O var etmiştir ve bunları kendi hatırı için bile bozmaz.

Aramızdan görevlendirdiği elçilerinin, gönderildikleri toplum nezdinde hüsnü kabul görmeleri için onlar eliyle gerçekleştirilmiş mucizeler dahi, o kanunlar içinde cereyan eder. Kendi dönemi için ‘mucize’ (insan aklını aciz bırakan olay)  olan o hadiseler, esasında eşyada geçerli kanunların henüz keşfedilmemiş özellikleri arasında da sayılabilir.

Havanın taşıma kabiliyetinin (aerodinamik kanunları) keşfedilmeden önceki tüm uçuşlar gibi!

Bazı İslam bilginlerinin de ifade ettiği gibi o mucizeler, insanoğluna, aklını kullandığı takdirde neler yapabileceğinin ufkunu haber vermiştir. Nitekim bugünkü medeniyet harikaları, geçmiş mucizelerin birer taklidinden ibarettir. Ve hem de her ümmet kendi peygamberinin mucizeleri ile bu asırda öne çıkmıştır.

Elbette mucizelerden söz etmek değildir maksadım. Onlar üzerinden, aklın kullanılıp kullanılmamasına göre, hadiselerin insan karşısındaki tutumunu anlatmaktır.

***

İnsan yeryüzüne ‘halife’ olarak gönderilmiştir. (Bakara, 30)

-Ne demek halife olmak?

-Birinin mülkü üzerinde onun adına tasarrufta bulunmak!

-Peki, insanın böyle bir kabiliyeti var mı?

-!?

İşte her şey; -yani ya aklımızı kullanıp eşyaya ve olaylara yön vereceğiz yahut hayatımızı hadiselerin insafına bırakarak kadere teslim olacağız-  bu soruya verilecek cevaba göre değişir.

Eğer “evet kabiliyeti var” diyorsanız, sizin hayatınızı etkileyen birçok eşyayı ve hadiseyi siz sevk ve idare edersiniz. Edemezseniz bile işleyiş kanunlarını bildiğiniz için kendinizi onların tehlikelerinden korur, imkânlarından da yararlandırırsınız.

Yok, eğer -bugünkü İslam toplumu- gibi insanın buna kabiliyeti ve haddi olmadığını –çünkü mevcut durumumuz bunun ispatıdır- düşünüyorsanız, damdan atılan her taş başınızı kırar, bu küremizin kendisini yenilemesi veya bizim onda yarattığımız tahribatı tamir etmesi için yaptığı her faaliyet, bizim için musibet ve felaket olur.

Sözü Japonya’daki depreme getireceğimi anladınız.

Şu bir gerçektir, o deprem herhangi bir başka ülkede olsaydı, şehirler yerle bir olurdu. Ama Japonlar, deprem gerçeği ile yaşamayı bildikleri için yapılarını da ona göre inşa etmişler. O yüzden de ölenler binaların yıkılması yüzünden ölmediler.

Allah muhafaza etsin, eğer o deprem bizim Marmara denizimizde olsaydı ne İstanbul kalırdı, ne Yalova ne de Kocaeli. Ve Marmara bölgesi açık bir mezaristan olurdu.

Çünkü biz aklımızı kullanıp yeryüzünün birer halifesi olarak eşyanın hakikatine uygun yapılar yapmak yerine ‘Allah’ın işine karışmama edebimizden’(!) dolayı trafik kazalarında dünya birincisi oluyor, en ufak bir ekstra yağışta şehirlerimizi sel götürüyor, 7.2 şiddetinde bir depreme 30 bin insanımızı veriyoruz.

Dağlarımız kel, ovalarımız verimsiz…  Var olan ovalarımıza da şehirler kuruyor ve geleceğimizi yok ediyoruz. İşlerimiz çürük, ahlakımız bozuk. Her işimizi Allah’a havale ettiğimiz(!) için başımız dertten kurtulmuyor. Bütün semavi afetler ve arzî belalar önce bizi buluyor.

Kendi hayatını bile doğru kurgulayamayan biz Müslümanların bir de çıkıp insanı yeryüzünün halifesi diye lanse etmemiz inandırıcı olmuyor. Hâlbuki halife odur ki, riayetindeki her şeye söz geçirebilsin veya onların dilinden anlasın!

Kendi yolunda akan seli kendine felaket, korunmak ve medeniyet inşa etmek için kurduğu binaları açık mezar haline getiren bir insanın değil hilafeti, akil baliğ olduğu bile tartışılır.

İşte bakın İstanbul, dünyanın incisi bir şehir. İnsan eliyle oluşturulmuş dünya medeniyetin yarı hatırasını kendisinde saklayan bir mücevherat kutusu. Ciddi bir deprem tehdidi altında… 1999 depreminin üzerinden 12 yıl geçtiği halde, bu şehrin idarecilerine ‘depreme karşı ne yaptınız’ diye sorsanız, size söyleyecekleri tek şey, ‘enkazın altından ceset çıkarmak için yeterli donanımımız var’ diyecekler.

İnsanları o enkazın altına düşürmemek için tedbir yok. Ne idarecilerde, ne o evlerde oturanlarda…

Oysa herkes biliyor ki, İstanbul’daki konut stokunun yarısından fazlası, 7 şiddetindeki bir depremle yerle bir olacak. Ve en insaflı bir tahmine göre ölü sayısı milyonları bulacak. Ama kimsenin umurunda değil. Çünkü insanımızın bir önemi yok. Kıbrıs çıkarmasında 498’i asker olmak üzere yaklaşık 850 civarında şehit verildiğine göre 30 bin rakamının ne dehşetli bir rakam olduğunu düşünün.

Kimse aklın icabını yapmayı düşünmüyor. Ve çoğumuz zannediyoruz ki felaket geldiğinde biz kurtulacağız. Deprem bizim babamızın ahbabı ya. Herkes ‘bizim bina sağlam’ diyor. Hiçbirimizin, ciddi bir kıymet-i harbiyesi yok. Varlığımızın bir önemi yok ki ölümümüz bir eksiklik olsun.

Bu da gösteriyor ki  ‘ insanın halife olduğu’ hakikatine önce biz inanmıyoruz.

Maalesef bizim insanımızın aklı kullandığı devirler o kadar uzaklarda kalmış ki, bir zamanlar koca bir İslam medeniyetinin parlak devirler yaşadığını düşünmek bile inandırıcı gelmiyor.

Evet, Dehrin, aklını kullanmayan toplumlara merhamet ettiğinin tek örneği bile yoktur. Hepsi insafsızca helak edilmiştir.

Bu işin bir yönü!

***

İşin ikinci yüzüne gelince…

Evet, Japonlar işini sağlam yapan bir kavim oldukları için, bu kıyamet demosunu nispeten hafif geçirmiş oldukları farz edilse bile yine de dehşet bir felakete duçar oldukları görülüyor. Görülüyor ki insan ne tedbir alırsa alsın Cenab-ı Hak ile baş edemiyor!

Çünkü aklı kullanmamak kadar, kibir de insanın tabiatına ters bir haldir.  Japonlarda ‘müteal bir ilah’ fikri yoktur. Kendilerini fiillerinin mutlak hâkimi ve sorumlusu bilirler. İhmalkârlık yüzünden oluşan bir mesele karşısında, hemen harakiri yapmaları da bu yüzdendir. Kendilerini işlerinin ve eserlerinin mutlak faili varsayarlar.

Bizim insanımızdaki ‘muktedir ilah’ inancı nasıl onu tedbirsizliğe ve ihmalkârlığa sürüklemişse, Japon kültürünün de ‘mukadderatı tayin eden Allah’ fikrinden yoksunluk, kendilerini müsebbib-i hakiki sanmalarına sebep olmuş. Bu da onları bir tür saklı bir kibre götürüyor. Allah’a karşı bile tedbir alabileceklerini sanıyorlar.

Tevrat’ta ‘Allah ile güreş tutan adam’ kıssası vardır. Güya Hz. Yakup ile Allah sabaha kadar güreşmişler de kimse kimseyi yenememiş. Bu kıssa, onların dünya hayatı için ne kadar küstahlaşabileceklerinin remzidir.

Hatırlayın, Batı medeniyeti, en çok gururlandığı ilk transatlantik gemi olan Titanik’i  inşa ettiğinde, ‘Bunu Allah bile batıramaz’ demişlerdi de Cenab-ı Hak, onu ilk seferinde aslı su olan bir buz parçasıyla karton gibi yırtıp atmıştı.

Keza Amerika uzay çalışmalarında biraz mesafe alınca hemen kibre kapılmış ve uzaya gönderilecek bir uzay aracına ‘Challenger’ (= tanrıya kafa tutan) adını vermişti. Challenger de ilk uçuşunda daha atmosferin dışına çıkmadan yanıp tutuşmuş ve paramparça olmuştu.

Cenab-ı Hak, Kuran-ı Kerim’de birçok kere insanı kendisinden sakınmaya, edebini takınmaya  çağırıyor.

Evet, insanın evreni anlaması ve ondan kendisi için imkânlar var etmesi için aklını kullanması ne kadar gerekli ise, bu âlemin Yaratıcısına ve O’nun koyduğu kurallara karşı edepli olması da o kadar elzemdir. Geçmiş kavimlerin üçte biri akıllarını kullanmadıkları için helak olmuşlarsa, kalanlar da küstahlığından ve edepsizliğinden helak edilmişlerdir.

Dolayısıyla, son dönemlerde bu minik dünyamızın şurasında burasında görülen titremeler, çatlamalar, patlamalar ve su baskınları, neticeleri açısından bir bölgeyi ilgilendiriyor olsa da esasında, tüm insanlığı tehdit ediyor. Çünkü insanlık hiçbir döneminde bu kadar kibre, küstahlığa ve edepsizliğe düşmedi.

Bediuzzaman, “…nev-i beşer bütün bütün aklını kaybetmezse, maddî veya mânevî bir kıyamet başlarında kopmazsa…” diyor.  Ve ekliyor:

“Elbette, beşerin zulüm ve hatasıyla başına çabuk bir kıyamet kopmazsa, istikbalde hak ve hakikat, âlem-i İslâmda nev-i beşerin eski hatîatına kefaret olacak bir saadet-i dünyeviyeyi de gösterecek inşaallah”

İşte yaşanmakta olanlara biraz da bu pencereden bakmak gerekiyor.

Arz, müthiş bir nimet ve bolluk içindeki beşeri, zaman zaman sarsarak kendine getirmeye çalışıyor. Kendisine gelmesini ve Allah’a dönmesini istiyor. Bugün dünyamızın yaşadıkları ve her biri bir kıyamet alameti sayılacak meseleler, insanlığa ‘acilen aklını başına alması’nı ihtar ediyor.

Endonezya depremi ve ardından yaşanan tsunami, Japonya’da yaşanan akla ziyan şiddetteki deprem ve şehirleri yutan tusunami, dünyamızın şurasında burasında görülen sarsıntılar,  Azerbaycan’da patlayan volkan, Rusya’da karaya vuran milyonlarca balık. Balinaların toplu intiharı, geçen yıllarda Amerika’da görülen toplu arı ölümleri –ki arılar yok olduğunda yeryüzünde tarım tamamen yok olur- , geçen yıl Avrupa’da yaşanan yanardağ patlaması ve daha niceleri.

2000 (Milleniyum)’den bu yana dünyamız baş döndürücü bir hızla savruluyor.

Firavun ve avenesinin, Hz. Musa’nın getirdiği her mucizeyi, tabiatın doğal bir haliymiş gibi lanse etmeye çalışmasına benzer bir şekilde çağımızın tanrı tanımaz bilim adamları da insanlığı ve geleceğimizi tehdit eden hadiselere aynı körlükle bakıyor. Doludizgin şehvaniyetin ve küstahlığın gayyasına doğru sürüklenen beşere kimse “dur!” demeyi akıl edemiyor.

Kendisini başıboş, bu dünyayı da babasından miras ve ebedi bir yurt zannediyor insanoğlu. Ve maalesef kendi akıbetine doğru hızla koşuyor.

Bütün bu yaşananlar Bediuzzaman’ın haber verdiği vaktinden önce gerçekleşecek bir kıyametin habercisi gibidirler. Biz umalım ki başımıza çabuk bir kıyamet kopmasın da beşerin hatasını telafi edecek bir saadet medeniyetini inşa edebilelim…

Yoksa bu küremiz, dev dalgalara tutulmuş bir sandal gibi savrulmaya devam edecek!  Biz umalım ki bu olup bitenler, Rum Suresi’nin 41. Ayetinde geçen şu tenbihin işaretleri olsun

İnsanların kendi işledikleri (kötülükler) yüzünden karada ve denizde bozulma ortaya çıkmıştır. Allah, yaptıklarının bazı (kötü)sonuçlarını onlara tattıracaktır ki belki dönerler!”

Hakkında Mehmet Ali Bulut

1954’te Gaziantep’in İslâhiye ilçesinin Kerküt köyünde doğdu. İlkokulu burada tamamladı. Gaziantep İmam Hatip Lisesini ve ardından Gaziantep Lisesini bitirdi. 1978 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap ve Fars Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nden mezun oldu. Aynı Fakülte’nin Tarih Bölümünde doktora tezi hazırlamaya başladı. 1979 yılında Tercüman Gazetesi’ne girdi. Tercüman Kütüphanesinin kurulması ve kitapların tasnifinde görev aldı. Birçok kitap ve ansiklopedinin yazılmasına ve hazırlanmasına katkıda bulundu… Daha sonra gazetenin, haber merkezi ve yurt haberlerinde çalıştı. Yurt Haberler Müdürü oldu. Köşe yazıları yazdı… 1991 yılında Haber koordinatörü olarak Ortadoğu Gazetesi’ne geçti. Bu gazete 5 yıl süreyle köşe yazarlığı yaptı. Yeni Sayfa ve Önce Vatan Gazetelerinde günlük yazıları ve araştırmaları yayınlandı. 1993 yılında haber editörü olarak İhlas Haber Ajansı’na girdi. Kısa bir süre sonra ajansın haber müdürlüğüne getirildi. Mahalli bir ajans konumundaki İhlas Haber Ajansı, onun haber müdürlüğü döneminde Türkiye’nin ve Ortodoğu’nun en büyük görüntülü haber ajansı konumuna yükseldi. 1997 yılında İHA’dan ayrılmak zorunda kaldı. Bir grup arkadaşıyla birlikte Veri Haber Ajansı’nı kurdu. Finansal sıkıntılardan dolayı Ajansı kapattı. 1999 yılında BRT Televizyonuna girdi. Haber editörü ve program yapımcısı olarak görev yaptı. 2001 Mayısında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın danışmanlığına getirildi. 3 yıl bu görevde kaldı. Bir süre Ali Müfit Gürtuna’nın basın ve siyasi danışmanlığını yaptı. Turkuaz Hareket’in mantalitesinin oluşturulmasında büyük katkısı oldu. Bugün Gazetesi Yurt Haberler müdürü olarak çalışan Bulut, emekli ve sürekli basın kartı hamilidir. Eserleri: Karakter Tahlilleri, Dört Halifenin Hayatı, Geleceğinizi Okuyun, Rüya Tabirleri, Asya’nın Ayak Sesleri, Ansiklopedik İslam Sözlüğü, Türkçe Dualar, Fardipli Sinha, Derviş ve Sinha, Ruhun Deşifresi, Gizemli Sorular, Ahkamsız Hükümler, Can Boğazdan Çıkar, Sofra Başı Sağlık Sohbetleri gibi yayınlanma aşamasında olan çeşitli eserleri bulunmaktadır. Roman ve Hikaye: Mehmet Ali Bulut’un Roman türünde yazılmış Fardihli Sinha, Derviş ile Sinha adında iki romanı ve aynı serinin devamı olarak Zu Nima ve Fardipli Sinha 2 ve Fardipli Sinha 3 tamamlanma aşamasındadır. Diğer çalışmaları: Çeşitli dergilerde yayınlanmış çok sayıda makalesi, şiirleri bulunan Mehmet Ali Bulut son dönemdeki yazılarını haber7.com’da yayınlamaktadır. Bulut evli ve bir kızı vardır.

Ayrıca Bakınız

Çanakkale Geçilmedi…

Elhamdülillah, bu millet bir kez daha Çanakkale’nin geçilmez olduğunu gösterdi. Bir kere daha, bu millet, …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir