Müslümanların hali içler acısı. “Bir kaşık suda boğmak” tabiri bile halimizi tasvirde az kalıyor. Meğer yüreklerde ne kadar da ağır kinler ve düşmanlıklar besliyormuşuz.
GÜNDEME DAİR
Müslümanların hali içler acısı. “Bir kaşık suda boğmak” tabiri bile halimizi tasvirde az kalıyor. Meğer yüreklerde ne kadar da ağır kinler ve düşmanlıklar besliyormuşuz.
Biz zannediyorduk ki Müslümanın yüreği zalimden başkasına kin ve gayz beslemez. Ve sanıyordum ki bir yürekte düşmanlık ile sevgi aynı anda barınmaz.
Barınıyormuş, barındırıyormuşuz meğerse. Aynı kıbleye yönelirken, aynı çatı altında tekbir getirirken, aynı amaca hizmet ediyormuşuz gibi görünürken bile birbirimizin fırsatını kolluyormuşuz. Fesubhanellah!
Allah “bir göğüste iki kalp yaratmadım” buyurarak, ikiyüzlülüğün fıtri olmadığını bize hatırlatır ama biz maşallah bir yürekte sayısız muhabbetlerle düşmanlıkları aynı anda barındırmışız. Hakikaten bir gazel mevsimi, bir bağ bozumu yaşıyoruz. Asırlarca Hz. İsa’yı beklemiş sonra da arzu ettikleri gibi çıkmayınca onu asmaya çalışan ferisiler ve yazıcılar gibi azgınca birbirimizi tiftikliyoruz.
Kimse kusura bakmasın, geçmişin hiçbir siyasi duruşuna, görüntüsüne, tevazusuna, fedakârlığına, namusluluğuna, ahlakına inanasım, kalmadı.
Hiç birimizin hali de ‘din kardeşliğini’ yansıtmıyor. Artık kimin doğru kimin yalan söylediği de pek önemli değil. Çünkü hiç birimizin hali, davranışı ve ötekine karşı tutumu, milli değil, dini değil, vicdani değil. İslam kardeşliğinden de devlet bilincinden de hamiyetten de uzaktır. Hiç birimizin, İslam’ı, üçüncü şahıslar nezdinde temsile liyakati kalmamıştır. Yazık!
“Bu ümmetten cacık bile olmaz” dedirttiniz. Biri ötekinin hırsızlığını, diğeri berikinin hainliğini kanıtlamaya çalışan iki yaka olmuşuz. O yüzden iki yakamız bir araya gelmiyor ve o yüzden, masum ve muhlis müminler, hayret makamının bütün perdelerini yaşıyorlar.
Benim vicdanım, tüm kanıtlarına rağmen, Emevilerin, hutbelerde Hz. Ali’ye ve evladına küfür ve hakaret yağdırabileceğini kabul etmiyordu. Demek olabilirmiş. Bilfiil gördüm ve anladım. Ehlibeyt de Emevilerin ‘Allah bir’ demelerine bile inanmıyor ve onları hırsızlık ve ‘ilhad’ ile suçluyordu. Ona da inanmıyordum kanıtlarına rağmen, ‘demek ki olmuş’ diyorum bugün.
Şu olaylar, hepimize gösterdi ki Yusuf’u kuyuya atmak sadece bir tarihi hadise değildir. Her dem ve her zeminde yaşanılabiliyormuş. Türlü türlü yalan, sahte belge kullanmaktan da çekinilmeden…
Nitekim tarihteki ilk uydurma ‘ıslak imzalı belge’ de kardeşler kavgasındaki bir kavgada kullanılmış. Yusuf’u kurdun yediğini gösteren, yalancı bir kanla bulanmış gömlek o belgedir. Kıskançlık hırsıyla kuyuya attıkları kardeşlerinin gömleğini, ‘yalan’ bir kan ile boyayıp babalarına gösterdiklerinde Hz. Yakub’un söyleyebilecek bir şeyi kalmamıştı ama işin aslı öyle değildi. Ne var ki kısa vade için yalanlarını hak gösterebilmişlerdi. Bendeniz o sebeple bugünlerde ortada uçuşan ‘kanlı gömleklere’ (ses kayıtları yahut belgeler) itibar etmek istemiyorum. Onların hangi “cürmü” kapatmaya yönelik olduğunu, zaman gösterecek. Ne demişti Hz. Yakub o kanlı gömlek karşısında?
-“Fe sabrun cemil!”
Evet, sabr-ı cemil ile bekleyeceğiz. Belki Allah, tüm beklentilerimizi tahakkuk ettirecek yeni birini çıkarıp getirecek. Tıpkı Hz. Yakup’un dediği gibi; bakarsınız Allah bütün kaybettiklerimizin -itibarımızı, iktidarımızı, izzetimizi, savletimizi, ihtişamımızı ve adaletimizi- yeniden bize iade eder. Belki de desti kudret, zemini, yeni sahibi için temizleyip hazırlıyor. Bize düşen akıbeti gözlemlemek!
HERKES BEKLİYOR SİZ DE BEKLEYİN
Herkes, diğerinin felaketini gözetliyor. Güya hadiseler öyle gelişecek ki, “hasım helak olacak” kendisi abad olacak. Bilmiyor öyle musibetler gelince yaş kuru herkes yanar. (Enfal,25) Yahut umurunda değil. Tek hasmına bir şey olsun da isterse memleket yansın, taş taş üstünde kalmasın! Bizans’ı, halkı, öyle bir öfke seli içinde iken aldık. Her halde böyle bir öfke seliyle de kaybedeceğiz!
Bu hal rahmani değil, İslami değil, insani bile değil. Ama pekâlâ bir kişi için bir ülkenin, bir şahıs için bir kitlenin ateşe atılmasına imanları ve İslamiyetleri elveriyor. Üstelik bu insanlar, yıllarca “bir gemide 10 cani, 90 masum bulunsa o gemiyi batırmak vicdanî ve meşru değildir” kıssalarını dinleye dinleye büyümüşler…
Kur’an bu haller için hakiki müminlere şu talimatı veriyor:
“Herkes (felaketin gelip hasmına isabet edeceğini umarak) bekliyor. Siz de bekleyin. Yakında bileceksiniz; doğru yol sahibi kimdir ve doğru giden kim?” (Taha, 135)
Geçen gün bu ayet dikkatimi çekti. Düz bir mantıkla bakınca gördüm ki, herkesin birbirini izlediği, gözetlediği, birbiri hakkında kayıt tuttuğu, belge topladığı, kuyusunu kazdığı bu zamana parmak basıyor. 1400 yıllık bir zaman dilimi içinde bu ayetin işaret ettiği hallerin yaşandığını biliyorum. Merak ettim, hangisine matematik değer olarak da bakıyor bilmek istedim. Çünkü Cemel Vakaası (Hz. Ali ve Aişe) öncesinde, Emevi devletinin kurulması safhasında (Hz. Ali ve Muaviye), Endülüs’ün düşüşü hengâmında ( o gün de Abdullahı Sağir aleyhine İzabel ile işbirliği yapan Müslümanlar vardı) , Cengiz istilasının başlaması öncesinde Harizmşahlar ülkesinde (Alaaddin Tekiş ile annesi Terken Hatun arasında) aynı haller yaşanmıştı.
“Mu-ta-rab-bi-sun, FE-te-rab-ba-sû” harflerinin matematik değerlerini aldım. Aradaki FE bağlaç olduğu için hesaba katmadım. Baktım ki 1435 ediyor. Yani bu yıla tekabül ediyor. O zaman kendi kendime: “Demek ki, bu gün Türkiye’de yaşanan fitne, Cemel Vakaası’ndan daha büyük. Bu bir nihai kapışma… Kuran, Müslümanlar arasında bugüne kadar yaşanmış benzer hadiseler içinde en kritik bunu buluyor ki ona matematik hesap ile de işaret etmiş!” dedim…
Allah’tan çok beklemeyeceğiz. Çünkü ayet, “Fe -sete’lamûnu” diyerek, “kimin doğru yol sahibi olduğunu ve kimin hidayet üzere olduğunu çok yakında öğreneceksiniz” buyuruyor. “Gözetleyiniz!” fiili çokluk ifade ediyor ama gözetlenen tekil olarak karşımıza çıkıyor. Yani her iki taraf için de muhatap bir şahıstır (Ayetteki men bunu ifade ediyor). Fakat “eshab” kelimesi çokluk ifade ediyor. Yani “gözetlenen, gözlemlenen bir şahıstır amma etrafında geniş bir yârânı ve ashabı vardır”, diyerek kavganın iki insan etrafında cereyan ediyor olmasına rağmen kitleleri etkilediğine işaret ediyor. (Şu Kur’an ne muhteşem ya Rabbi!)
İki İslam taifesinin birbiriyle didiştiği o hadiselerin her birinin sonucu her şeye rağmen hayırla akibetlendi. İçlerinde en elim olanı Endülüs’tü, gitti ve bir daha gelmedi. Mesela Cengiz istilası başımıza saran fitne olmasıydı ve fitne sonucu Moğol istilaları İslam dünyasını hallaç pamuğu gibi atmasaydı, belki bugün hala İslam dünyası Hasan Sabbahların sultası altında inleyecekti. O istiladır ki, İslam medeniyetini tarumar etti amma ehli sünnet itikadının yeniden güçlenip hayatlanmasını da sağladı. Bakarsınız bu yaşananlar da hem siyaseten hem sosyal açıdan İslam’ı daha iyi temsil edecek, İslam’ın adaletini âleme gösterecek bir ekibin bir cemiyetin gelmesine, çıkmasına hizmet eder…
Demek ki ehli insaf müminlere düşen, beklemektir; bekliyoruz. Rabbim çok yakında emanet sahibini bize gönderir ve biz de onu tanırız. Öyle sanıyorum misyonu üstlenen Tasavvufa aşina Nurlara vakıf bir delikanlıdır ki, öfkesi aklını örtmez. Zalime karşı şedit, mümine karşı mazlumdur… İslam’ı, hasım yaratmadan yaşatır. Çünkü bundan sonraki safha, Bediuzzamın tarzı hayat ve siyaset yaptığı Müsbet Hareket ekseninde oluşacak…