Bilmiyorum o resmi siz de gördünüz mü? Türkiye’nin ne kadar büyük bir mesafe aldığını gösteren o resmi… Kimilerinin yüreğini ağzına getirse de o resim, sivilleşme adına, demokrasi adına ne büyük mesafeler alındığımızın en güzel resmiydi…
***
Son bir iki haftadır, düğünler ve cenazelerle yoğun meşguliyetim sebebiyle neler olup bittiğiyle ilgilenmemiştim. Bu huyumu beğenmiyorum ama zaman zaman hayatın toplam hayhuyundan kendimi resetleyecek bir uzaklaşmadan da kendimi alıkoyamıyorum.
Zihnim ve kalbim, bazen bir anda, mevcut zamandan sıyrılıp bin yıllık bir uzaklığa çekiliyorlar. Adeta paralel zaman boyutlarında dikey bir anı yaşıyorum. Gözümün önünde cereyan eden hadiseleri fark edemiyorum. Yazılarımın arasına giren uzun fasılaların, en başta gelen sebebi böyle bir hal… Yeniden vakte döndüğümde ise olup biteni fark etmek biraz zaman alıyor. Bu sefer de böyle bir hal yaşadım.
***
İki üç gündür İstanbul’dayım. Türkiye’nin geneli gibi İstanbul da sıkıcı bir kasvet altında… Hiçbir hadisenin sebepsiz olmadığına inanan insanlar, bilirler ki her bir nimet ve sıkıntının hak edişleri vardır. İnsanlar zulüm etrafında birleştiler mi, hadiseler onları o halden vazgeçirmek için baskı yapar. Ancak, imandan nasipsiz olanlar, hadiseleri, kör sağır sebeplerin eline bıraktıkları için ondan ibret almayı bilemezler. Mümin ise, her halin Allahtan olduğunu bilir, Allah’ın kullarına ve eşyaya zulmü murat etmediğinin de idrakiyle…
‘Şâkile’ (olayların ve eşyanın konuşma dili) bilgisine sahip olanlar, hadiselerin gidişatını da tahmin ederler. Bu çerçeveden, uzaklarda bulunsam da gelen esintilerden anlıyordum ki, memleketimde güzel şeyler oluyor. İşte bahsini ettiğim o resim o güzel şeylerin resmiydi!
Evet, ülkede hala müthiş bir kafa karışıklığı var. Evet, hayat suyunu sürekli çalkalayıp, durulmasına fırsat vermek istemeyenler var. Evet, mevcut düzenin mevcut haliyle devam etmesini arzı edenler var. Fakat onlara rağmen su duruluyor; kafalar, kimin kim olduğunu anlayacak şekilde berraklaşıyor, kim halktan yana kim karşı ortaya çıkıyor, elmas ruhlu ‘ebubekirler’ ile kömür ruhlu ‘ebucehiller’ (ikisi de karbon kökenlidir) saflarını belirginleştiriyor, zulmün altındaki gerçek sebepler ve şahıslar ortaya çıkıyor…
Elbette ki bu devinimin, bu tasaffî etme hareketinin bir harareti, bir sıkıntısı, bir çalkantısı olacak ve oluyor. Bu da gösteriyor ki, bahar mevsimi artık yaza geçiyor. Her bir şey, kabiliyeti ne ise onunla açığa çıkmaya zorlanıyor. Yarasalar çekildi (veya çekiliyor). Geçen kışta bağlarımızı, bahçelerimi terk edip giden mevsim kuşları yeniden dönüyor. Yakında kırlangıçlar, ebabiller gelecek ve eski yuvalarının üstünde yeni yavrular çıkaracaklar.
Bedenlere umut ve heyecan yürümeye başladı. Elbette geçen uzuuuun kışta, bir gün baharın geleceğinden umudunu kesmiş olanlar, bu baharda yeşermeyecekler. Ortalıkta bir yığın temizlenmesi icap eden molozlar olacaktır. Elbette şu tasfiyeler, şu temizlenmeler ve ayıklamalar kolay olmayacak. 150 yıllık harabiyetin, 80 yıllık ceberutun ceremesi ağır olmuştur, temizlenmesi de kolay olmayacaktır.
Ama görüyorum ki, hakîm ‘danyal’lar, bilge ve cesur ‘talut’lar, ve attığında ‘vema rameyte iz rameyte velakinnellahe ramâ’ (attığında sen atmadın Allah attı) ayetine mazhar ‘davut’lar var aramızda. ‘Calut’ (ceberut ve despot)’un, hakkı teslim etmekten başka şansı kalmadı. İşte o resim tam da bunun ifadesi idi.
En önde başbakan, arakasında, sivilin temsilcisi Savunma bakanı ve arkasında sıralanmış kuvvet komutanları.
Her şeyi net gösteren bir fotoğraf! Müthiş keyif aldım. Haa, sanmayın ki intikam duygularım vardı. Asla! Orduyu sevdiğimi herkes bilir. O, bin yıl İslam’a hizmet etmiş, İslam’ın şanlı bayrağını kıtalardan kıtalara uçurmuş ‘kahraman ordumuz’dur. Dindardır, mütedeyyindir. Mazlumun koruyucusudur! (Biz onu öyle gördük, öyle olsun istiyoruz)
Fakat kader-i ilahinin bir hikmeti gereği, bir zamandan baridir, zındıka komiteleri –en başta Siyonistler geliyor-, şu kahraman ordunun dizginini ele geçirmiş, onu milletine ve milletinin değerlerine karşı kullanıyorlardı. Bu da muvakkat bir zaman içindi. O muvakkat zaman bitti.
Yakında şu kahraman ordu, onların elinden ipini koparacak, hatasını anlayacak ve şu kadar zamandır, onun adıyla yapılan zulüm ve tahribatları tamir edecek inşallah!
Yaşanmakta olanlar da bunun sancılarıdır. Zındıka komitesi, onun ipini elinde tutmak için her türlü fitne, desise ve komitacılığa başvuruyor. E muhakkak ki birileri de onlara inanacak ve taraf olacaktır. Malum bitli baklanın da kör alıcısı vardır.
Onların medyadaki itilaf kuvvetleri olan bir kısım herzegu gevezeler, milletin kafasını karıştırmak için illüzyon yapıyorlar. Bitli baklayı millete yutturmak için. Ama unutuyorlar ki, inananlar Allah’ın nuru ile bakarlar. Kendileri basiretsizler diye halkı da görmekten alıkoyabileceklerini sanıyorlar. Ama ne yaparlarsa yapsınlar boş! Çünkü kendileri de düzenleri de ‘İnne Şanieke huvul ebter’ hükmü altındadır…
Bırakınız biraz daha oyalansınlar.
Yeter ki siz inancınızı ve itimadınızı koruyun. Allah’dan yardım dileyin ve sabredin. Yeryüzü bütünüyle Allah’ındır. Servet de iktidar da memleketler de… O, onları dilediğine verir. Zulüm ve ceberut ne kadar uzun sürerse sürsün, sonunda mazlumlar, zalimlere varis olur. Zalimin mülkü mazluma kalır. Çünkü Allah, iyi akıbetleri kendisinden korkanlara yazmıştır. (Araf, 128) Ve yine ‘yazmıştır ki ben ve elçilerim mutlaka galip geleceğiz!’ (Mücadile, 21)
Yeter ki biz, O’ndan sakınan muttakiler olalım; bugün, ‘O’nun elçileri’ –ki onların vazifesi bize Kur’an’ı anlaşılır ve yaşanır kılmaktır- saydığımız Allah dostlarına karşı samimi davranalım. Ferasetle hareket edelim.
Peygamberimiz (asv) ‘benim ümmetin şer üzere ittifak etmez’ buyurmuş. Mümin kişi, iğva ve entrika ile bir müddet aldatılsa da ila nihaiye aldatılamaz. Sonunda hakikati görür ve Kimin dost kimin düşman, kimin hak kimin batıl olduğunu nasıl da ortaya çıkıyor şu günlerde görmüyor musunuz?
Sevgili dostlar o resme sık sık ve dikkatle bakın. Türkiye nereden nereye gelmiş görürsünüz.
Allah’a şükür, vesile olanlara teşekkür!