İzzetin Tamamı Allah’ındır (1)

Artık eskisi kadar yazı yazmak içimden gelmiyor. Hatta bazen yazı yazmayı -kitap dâhil- tamamen terk etmeyi de düşünüyorum.

Ama içimden bir kuvvet devreye giriyor ve beni bilgisayarın başına çakıyor.

Yazı yazmakla kendimi mi tatmin ediyorum, yoksa gerçekten birilerine şu veya bu şekilde bir faydası oluyor mu bilmiyorum!

Bazen bir siyasi metinde veya bir hitapta, birebir kendi cümlelerimle karşılaştığım oluyor. Yahut altı ay önce yaptığım bir izahı, bir konuşmada yakalıyorum. O zaman ‘belki?’ diyerek kendime bir pay çıkarıyorum. “Madem ki birileri bunun farkında öyleyse sürdürmeliyim yazmayı” diyorum.

Gündem dedikodularını yazmamaktan hoşlanmıyorum. Şişenin içindeki balı tarif etmek gibi geliyor bana. İşin asılından habersiz etrafında dönüp dolaşıyorlar çoğu kere. Ben de istiyorum ki vukuatın arkasındaki hikmetten/sebepten söz edeyim! Bazen bir veya iki yıl sonra karşılaşılacak bir olayı aktarıyorum, erken olduğu için ayıplanıyorum. Bazen herkesin aynı noktadan baktığı bir işe aykırı noktadan baktığım için dışlanıyorum.

Mamafih çok itibarlı bir insan da değilim. Toplumsal itibar, taraftarlıktan doğar. Bir fikre, bir takıma, bir misyona bir siyasi yaklaşıma müfritane taraftar olursanız, onun taraftarları ve karşıtları nezdinde bir itibarınız olur. Ama böyle gündelik mesellerde taraf olamıyorsanız, bertaraf oluyorsunuz.

Maalesef zihnimi, meseleleri tüm yönleriyle görmekten alıkoyamıyorum. Bu da sıkı taraftarlığa mani oluyor.

Tabii ki benim de sıkı taraftarlıklarım var.

Mesela dinler arasında, tavizsiz taraftarı olduğum din İslam’dır. O dinin nasıl yaşanması gerektiğini gösteren yol ve yöntem olarak taraftarı olduğum şeriat, İki Cihan Serveri, bir danelik muhabbetine canımı vereceğim Hz. Muhammed Mustafa’nın getirdiği –ki o aynül hakikattir. Hayru halkillahtır- şeriattır. Ama bu, bende, “bir tek ona uyanlar cennete gider, diğerleri gitmez!” tekelciliği yaratmıyor. Bunu söyleyince ‘tahripçi’ oluyorum!  Kimin nezdinde? Atalarından kalma dini kültürü, din zannedenler nezdinde! Fes takıp şalvar giymedikçe cennete gidilmeyeceğini sananlar nezdinde!

(Resusullah zamanında çölden bedeviler gelirdi ve derlerdi ki, “Ya Rasulallah bize İslam’ı anlat! Ta ki biz de inanıp Müslüman olalım!”

Şimdi farz edin ki ben bedeviyim ve çıkıp şehrinize (Medine’nize) geldim. Hadi beni ikna edin ki İslam olayım!

Beni ticaretinizle mi, ahlakınızla mı, dostluğunuzla mı, kültürünüz ve bilimsel icatlarınızla mı güzel şiirleriniz ve temizliğinizle mi, ikna edersiniz? Hangi halinizle beni ikna edersiniz ki İslam iyidir! Şimdi siz bu halinizle gidip cennetin başköşesine kurulacaksınız ama yukarında saydığım tüm sıfatlarda bizden daha ilerde olanlar gidip cehennemde zıbaracaklar öyle mi?

Aklınız alıyor mu?)

Kitaplar arasında Kur’an’a taraftarım. Fakat bu, diğer kitapların da hak olduğu hakikatini bende yok etmiyor. Zaman zaman onlardan bir kıssayı alıp günün meselelerine tetbik ederim. Bir de bakarım ki başlamışlar, “Sen gizli Yahudi misin, Sen Tevrat’ı Kur’an’dan üstün mü tutuyorsun” gibi cahil cahil yaveler. Ve yazık ki itibar da onların tekelinde(!)

‘Dinin, bu zamanda nasıl yaşanacağına ve yaşatılacağına dair birer üsluptan ibaret olan cemaatler’ arasında Bediuzzaman Hazretleri’nin uslubünü/yolunu ihtiyar etmişim. Referanslarımı ondan alıyorum. Kur’an’ı onun yaklaşımları üzerinden anlamaya çalışıyorum. İslam dünyasının, bu zamanda ancak onun cüzüm önerileriyle felaha çıkacağına inanıyorum. Ama bu bende, diğer cemaatlerin hakikatini kıymetsizleştirmiyor.  Böyle olunca yine beyne-beyn sayılıyorum. Diğer cemaatler beni Nurcu diye red ediyor, Nurcu’lar da, “tam bizim gibi değilsin/iktidarı açık açık desteklemiyorsun” diye soğuk bakıyor.

(Şu paralelcilik çıkalı beri Bediuzzaman’a da tavır konulmaya başlandı kimi kesimlerde ama o bahse girmeyeceğim! Son iki hafta da en az üç aklı başında adam, “abi senin yazılarını okuyoruz ama Bediuzzaman’ı referans göstermen pek hoş olmuyor. Onun ismini anma yazılarında” dediler. )

Ne isteniyor?

Bir tarafı seçeceksin, öbürünü ret ve inkâr edeceksin. Bu da bana uymuyor!

Milletler içinden Türk’ün taraftarıyım. İstiyorum ki hayır hizmetler, şu milletin eliyle beşere verilsin.  Ama bu beni ırkçı yapmıyor. Kürdün gözyaşı da Arabın çaresizliği de, Boşnak’ın ağıtı da Karabağın feryadı da Türkistan’ın sahipsizliği de Irak Türkmenlerinin nalesi de yüreğimde taze bıçak yarası gibi sızlıyor. Bir şey yapamamanın utancıyla tükenip gidiyorum… Dikkat ederseniz Filistin’den bahsetmedim. Çünkü herkesin bildiği tek o. Onu da yüzümüze gözümüze bulaştırmışız. Ben artık Filistin ağıtı duymak istemiyorum. Çünkü Müslümanlar denilen toplumun İslam denilen toplumun aczini orası kadar gösteren başka bir yara yok!

Bunun dışında bir taraftarlığım yok. Hadiseleri, olayları, siyasi ekipleri -aklımın erdiği kadarıyla- iyi ve kötü sıfatlarıyla seviyor veya eleştiriyorum. Mesela AK Parti! Bir sempatim yok, bir nefretim de yok. Yaptıkları her iyi işi destekledim. Oy vermek gerektiğinde de –bir nur talebesi olarak- ekseriyetin ittifak ettiği büyük parti olarak ona verdim. Ama bu beni, ona taraftar etmiyor. Taraftar olamadığımız için de yanlışlarını da görebiliyorum. Onu söyleyince de Ak Parti düşmanı oluyorum.

Yazık ki rağbet gören daima ‘hak’ olmuyor, hak olan da daima rağbet görmüyor.  Ben haktan yana olmayı tercih ettim. O yüzden de hiçbir zaman rağbet görmedim. Bazen bütün değerleri sıfırlamak ve yeni baştan ayıklayarak yüklemek gerektiğine inanıyorum. Böyle yapmaya cesaret edemedim bugüne kadar ama hızla o kararar doğru zorlandığımı hissediyorum. Sanırım bunu yapmaya kendini mecbur bilen milyonlar var artık! Zira artık islamî olan yeterince ahlakî değil, ahlaki olan da Müslümanların yanında itibar görmüyor!

Bazen değersizlik ve itibarsızlık nefsime ağır gelir. Kızımın nikâhında hissettiğim gibi! Meğer ne kadar az dostum varmış. Yazı yazdığım site, çıkıp konuştuğum radyo, her çağrılarına koştuğum dost tvler vs. hiç biri yoktu. Eh, benim de hatam olmadı değil. Herkese alla pullu davetiye yollamadım, çoğunu samimi bir telefon mesajıyla davet ettim ama yine de bu kadar itibarsızlığı nefsime anlatamadım!

Sonra düşündüm ve Kur’an imdadıma yetişti; “İzzetin tamamı Allah’ındır” dedi. Nefsime baktım ve ona şöyle dedim:

İnsanların senden bir menfaati var mı?

Hayır!

Senden bir korkuları var mı? Yani işlerine, itibarlarına, mevkilerine senden bir zarar gelebilir mi?

Hayır!

Peki, insanlar neden sana itibar etsin?

Allah bile, insanı itaate çağırırken, karşılığında bir teşvik ve bir de tehdit koyuyor:  İtaat edersen, cennetim var. Etmezsen, Cehennem seni bekliyor.  Ona göre?

“İzzetin Allah’a ait olması” gerçeğini daha doğur anladım. Bir şeyin Allah’a ait olması durumunda insan sanıyor ki, ‘ben iyi olursam’ -o da tam olarak nedir bilmiyorum-  Allah bana o izzeti verir”.

İşte öyle olmuyor. Çünkü izzetin bir insanda karar kılmasının gerekçeleri her asırda değişiyor. Yoksa daha düne kadar bu siyasi ekiplere karşı çakın sevgili yiğit soyaddaşıma, bu inanca da onan felsefesine, bu siyasi ekibe de ta temelden karşı olan sevgili mahpeykerlere bu kadar itibar nasıl gelip ulaşırdı. İnsanların kendi aralarında icat ettikleri yol ve yöntem izzetin dağıtımında da etkili oluyor.

Demek ki sıkıntı bende! Ne iktidardan yanayım ne muhalefetten yanayım. Ne o beni kendi cennetine alıyor ne ötekisi!

Bu yaştan sonra değişmek de zor olacağına göre biz bu itibarsızlığa razı olacağız!

Allah vere de buradaki basiretsizliğimiz ahiretimizi de karartmasın! Eğer orada da itibar ve izzet aynı yöntemlerle dağıtılıyorsa, vâ esefa!

(İlk fırsatta Ahmet Davutoğlu ile girdiğimiz döneme dair bir iki tahlil yapacağım inşallah!)


[1]) Bu yazıyı yazmasaydım, samimiyetimi sorgulayacaktım. Çünkü en umduğum insanların bile kızımın nikahına -ki tek çocuğum var- gelmemesi hakikaten nefsime dokundu.

Hakkında Mehmet Ali Bulut

1954’te Gaziantep’in İslâhiye ilçesinin Kerküt köyünde doğdu. İlkokulu burada tamamladı. Gaziantep İmam Hatip Lisesini ve ardından Gaziantep Lisesini bitirdi. 1978 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap ve Fars Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nden mezun oldu. Aynı Fakülte’nin Tarih Bölümünde doktora tezi hazırlamaya başladı. 1979 yılında Tercüman Gazetesi’ne girdi. Tercüman Kütüphanesinin kurulması ve kitapların tasnifinde görev aldı. Birçok kitap ve ansiklopedinin yazılmasına ve hazırlanmasına katkıda bulundu… Daha sonra gazetenin, haber merkezi ve yurt haberlerinde çalıştı. Yurt Haberler Müdürü oldu. Köşe yazıları yazdı… 1991 yılında Haber koordinatörü olarak Ortadoğu Gazetesi’ne geçti. Bu gazete 5 yıl süreyle köşe yazarlığı yaptı. Yeni Sayfa ve Önce Vatan Gazetelerinde günlük yazıları ve araştırmaları yayınlandı. 1993 yılında haber editörü olarak İhlas Haber Ajansı’na girdi. Kısa bir süre sonra ajansın haber müdürlüğüne getirildi. Mahalli bir ajans konumundaki İhlas Haber Ajansı, onun haber müdürlüğü döneminde Türkiye’nin ve Ortodoğu’nun en büyük görüntülü haber ajansı konumuna yükseldi. 1997 yılında İHA’dan ayrılmak zorunda kaldı. Bir grup arkadaşıyla birlikte Veri Haber Ajansı’nı kurdu. Finansal sıkıntılardan dolayı Ajansı kapattı. 1999 yılında BRT Televizyonuna girdi. Haber editörü ve program yapımcısı olarak görev yaptı. 2001 Mayısında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın danışmanlığına getirildi. 3 yıl bu görevde kaldı. Bir süre Ali Müfit Gürtuna’nın basın ve siyasi danışmanlığını yaptı. Turkuaz Hareket’in mantalitesinin oluşturulmasında büyük katkısı oldu. Bugün Gazetesi Yurt Haberler müdürü olarak çalışan Bulut, emekli ve sürekli basın kartı hamilidir. Eserleri: Karakter Tahlilleri, Dört Halifenin Hayatı, Geleceğinizi Okuyun, Rüya Tabirleri, Asya’nın Ayak Sesleri, Ansiklopedik İslam Sözlüğü, Türkçe Dualar, Fardipli Sinha, Derviş ve Sinha, Ruhun Deşifresi, Gizemli Sorular, Ahkamsız Hükümler, Can Boğazdan Çıkar, Sofra Başı Sağlık Sohbetleri gibi yayınlanma aşamasında olan çeşitli eserleri bulunmaktadır. Roman ve Hikaye: Mehmet Ali Bulut’un Roman türünde yazılmış Fardihli Sinha, Derviş ile Sinha adında iki romanı ve aynı serinin devamı olarak Zu Nima ve Fardipli Sinha 2 ve Fardipli Sinha 3 tamamlanma aşamasındadır. Diğer çalışmaları: Çeşitli dergilerde yayınlanmış çok sayıda makalesi, şiirleri bulunan Mehmet Ali Bulut son dönemdeki yazılarını haber7.com’da yayınlamaktadır. Bulut evli ve bir kızı vardır.

Ayrıca Bakınız

Çanakkale Geçilmedi…

Elhamdülillah, bu millet bir kez daha Çanakkale’nin geçilmez olduğunu gösterdi. Bir kere daha, bu millet, …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir