Basına yansıyan haberlere göre başbakan, son Van ziyaretinden sonra, felaketin boyutları ve ardından Van için yapılan hazırlıklar konusunda yanıltıldığını söyleyip, etrafındakilere kızmış. Temas ve incelemelerinden sonra yapmayı düşündüğü basın toplantısını da iptal etmiş.
Daha önce, “Kürt açılımı” konusunda da benzer bir yanıltma veya en azından yanlış yönlendirme yaşanmıştı. Acaba Başbakanın etrafında Kürtlerle ilgili meselelerde yanıltmaya yönelik bir çaba mı var, yoksa etrafındakilerin liyakatsizliğinden mi kaynaklanıyor bu durumlar? Yahut devlet erkini ele geçirmek için gizli bir mücadele var da başbakan maksatlı olarak mı bu hallere düşürülüyor?
Esasında ben Başbakanın etrafındakileri eleştirmeye cesaret edemiyorum. Çünkü başbakanımızın eleştirilen adamlarını kollamak gibi bir eğilimi var. Yani hata yapanı, ‘basına harcatmamak!’ için icabında sonuna kadar koruma tabiatı var.
Fakat şu da bir gerçek ki, kral çıplak ve giderek de çıplaklık ayan beyan ortaya çıkıyor.
Halk, Ak Parti’yi Erdoğan hürmetine destekliyor. Denilebilir ki AK Partiye giden oyların yüzde 60’ı Sayın Tayyib Erdoğan’ın oylarıdır, yüzde 25’i çaresizlikten (verilecek başka parti olmadığı için) geri kalanı da yapılan yardımlardan dolayıdır.
Toplum hala ciddi manada, hükümetin ne yapıp ettiğine bakmıyor. Evet, bir takım yollar yapılıyor, sağlıkta bir takım gelişmeler var gibi görünüyor, ekonomi sanki düze cıkmış gibi ama bu konularda bile halk ile bire bir temas kurduğunuzda dipte derin sıkıntıların yattığı hemen gözleniyor.
Benim şahsen, Ak Parti hükümetlerine, nispeten sıcak bakmamdaki birinci sebep, siyasetin üstündeki askeri vesayetin kaldırılması ve milli irade üzerindeki ‘Beyaz Türk’ hegemonyasının sona erdirilmesi çabalarıdır. Tabii bir de, rejimin biriktirdiği bir takım “kronik” sosyal ve siyasal problemlere “insanî/yerli” perspektif bakıyor olmalarıdır.
Fakat şu meselelere dahi dikkat kesildiğimde hükümetin bir stratejisi yok zannına kapılabiliyorum. Meseleler, tamamen Sayın Başbakanımızın şahsi hissiyatı ve merhameti temelinde gidiyor gibi.
Eğer Başbakanın halka hususi yakınlığı olmasa, bu hükümetin, önceki hükümetlerden farkı kalmayacak gibi algılanıyor. Aynı zaaflar, aynı kayırmalar, aynı hatalar yapılacak gibi hissediliyor.
Evet, milli irade üzerindeki hegemonyayı yok etmek için Ergenekon örgütüne bir parça darbe vuruldu, mafya örgütlerinin üzerine gidildi ama milli irade hiç de bağımsızlığını kazanabilmiş görünmüyor. Devlet kadrolarına kimin alınacağına, kimin yerleştirileceğine geçmişte Ergenekon karar veriyordu, şimdi ise -şimdilik adını anmamayı yeğliyorum- Kafkas kökenli bir klik –esasında henüz klik de olmadılar ya- devlete hâkim olmaya başladı. Ve bir parça da Kürt bir ekip…
Bu ekipler, maalesef Başbakanın önüne kendi tasarımları olan plan ve haritaları; daha doğrusu Türk milletinin çıkarını değil, kendi ellerini güçlendirecek projeleri koyuyorlar.
Başbakan elbette ki her yere ulaşacak durumda değil. Zaten böyle bir şey makul da değil. Onlar da bunu bilerek hareket ediyorlar. Başbakan’ın ezber bozduğu her seferinde açığa düşmeleri bu yüzdendir. Dolayısıyla, ben cidden ‘Başbakana acaba başka hangi konularda yanıltıcı bilgiler veriliyor’ diye merak ediyorum.
Eskiden Padişahlık vardı ve klikler Saray’da hâkimiyet kurma savaşı verirlerdi. Veziriazamın hangi kliğin adamı olacağı çok mühimdi. Fatih’e gelinceye kadar, hâkimiyet Osmanoğlularında, yönetim ve icraat Çandaroğullarında idi. Fatih o düzeni bozunca Çandaroğulları da iktidarı kaybetmemek için İstanbul’un alınmasını önlemeye çalıştılar. Bu da, Anadolu kliğinin, ‘Saray’daki hâkimiyetini bütün bütün kaybetmesine neden oldu. Saray tüm entrikalarıyla Rumeli kliğinin eline geçti.
Rumeli kliği de kendi içinde ikiye ayrılıyordu, Türk Rumelililer, Devşirme Rumelililer. Devşirme Rumeli kliğinin sarayda hâkimiyeti ele geçirmesi, Kanuni döneminde başlar. Kanuni’nin Hürrem Sultan’a olan zaafı onların işlerini kolaylaştırmıştı. İki şehzadenin öldürülmesi ve ardından Sarı Selim’in yegâne varis haline getirilmesi, Hürrem Sultan ile devşirme kliğinin işbirliğinin ilk zaferidir.
Yıkılış dönemine kadar da bir daha başka kliklere Saray’ı kaptırmadılar. Saray’a hakim olan o klik sayesinde, Türk, ‘etrak-ı bî idrak’(idraksiz Türk)oldu, Arap necip millet, Kürt vahşi, Fars hain Şii oldu…
Cumhuriyet’i kuran klik de Rumeli kliği idi ama bu kliğin içine zamanla Sebataistler de nüfuz etmeye başlamıştı. İttihat ve Terakki eliyle devlete hâkim oldular ve o klik içinden çıkan bir grup da Cumhuriyeti kurdu. Kafkas kökenlileri içlerine almamakta direndiler ama sonunda İstihbarat da Çerkezlere teslim edildi.
***
İpleri yabancı örgütlerin eline geçmiş bulunan Ergenekon örgütünün sahneden çekilmesiyle devlet etrafındaki bu klikleşme yeniden başlamış görünüyor. Mücadele benim zannıma göre Kafkas kökenli bir kavim ile Kürtler arasında cereyan ediyor.
Bir zamanlar rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’na, ‘Oğuz kavminden biri bu milletin başına geçmedikçe bu milletin öksüzlüğü devam edecek’ demiştim. O da, “Zaten tüm çektiklerimizin sebebi odur. İki şeye müsaade etmiyorlar; biri milletin iradesinin vesayetsiz tecellisine, diğeri de bu milletin değerlerine yürekten bağlı birinin başa gelmesine…”
Cümlesini şimdi tam hatırlamıyorum ama ‘Öyle birisi de çıksa zaten yaşatmazlar’ şeklinde bir ifade kullanmıştı.
Bu çerçeveden bakıldığında Menderes’in dramını, Özal ve Erbakan’a yapılanları, Eşref Bitlis, Muhsin Yazıcıoğlu’nun başına gelenleri anlayabiliyoruz. Ve Tabii milletin değerlerine bağlı görünen Erdoğan’a karşı bu kadar değişik oyunların içine girmelerini de!
Devlet içinde klikler hap vardı. Cumhuriyetin ilk yıllarında her şey Mustafa Kemal etrafında geliştiği için, klikleşme, onun etrafını sarma/yanında yer alma şeklinde kendisini açığa vurdu. Ama Mustafa Kemal’in hastalığı sırasında, yerine kimin Cumhurbaşkanı olacağı tartışmaları gündeme gelir gelmez klikler yine ortaya çıkıverdi.
Mustafa Kemal, İsmet’i istemiyordu. Hatta öldürülmesi bile planlandı. İstanbul’a çağrıldı. İsmet Paşa’nın orada halledileceğini hisseden yakın bir dostu, onu hemen hemen zorla trenden indirdi.
Yoğun bir klikler savaşı sürüyordu. Genelkurmay, kimin cumhurbaşkanı seçilmesi gerektiği hususunu TBMM’ye bırakmak gerektiğine karar verirken, 1. Ordu karargâhında İnönü lehine toplantılar yapılıyordu. Sonunda asker destekli Anadolu kliği kazandı ve İsmet Paşa cumhurbaşkanı oldu. Oldu ama devletin ipler de zındıka komitesine kaptırıldı.
Bediuzzaman CHP Genel Sekreteri Hilmi Uran’a yazdığı bir mektupta, bir zındıka komitesinin (ki Siyonizm destekli Sabetaist klikti o) CHP’nin dimağını ele geçirmeye çalıştığını haber verip, vatan millet adına buna mani olunmasını istedi. Ama ya muvaffak olamadılar yahut de niyetleri o zındıka komitesi ile örtüştüğü için, Said’i hapislerde süründürdüler, onları da baş tacı yaptılar. Böylece bugün Ergenekon dediğimiz dışarıdan koordineli örgütlenme devleti ele geçirdi. Ak Parti’nin ikinci devresine kadar da devlete hâkim olmayı sürdürdüler.
Daha önceki tüm hükümetleri istedikleri gibi alaşağı edebilen o klik Ak Parti’ye de aynısını yapmak istedi ama galiba kader-i ilahi onlara müsaade etmedi ki, birçok teşebbüsün hiç biri darbeye dönüşmedi.
Şimdilik adalete hesap vermekle meşguller. Tamamen bir iktidar mücadelesi olan şu mesele tabii ki hukuk zemininde yürütülüyor. Nitekim daha önce de aynı hukuk, Menderesi birilerinin arzusu ile iktidardan indirip asılmasına fetva/hüküm vermişti. Ergenekon meselesi de bir hukuk davasından ziyade bir iktidar kavgasıdır evet. Millet artık siyasi iradesine ipotek konulmasını; daha doğrusu sandığa tecelli eden iradesinin şunun veya bunun ayak oyunları ve darbeleriyle askıya alınmasını istemiyor.
Peki, Ergenekon örgütünün derdest edilmesiyle bu başarıldı mı?
Veya bu soruyu şöyle soralım:
Ergenekon’dan boşalan yeri kim doldurdu veya dolduracak?
Kurum ve kuruluşların başına getirilenlerin ekseriyetine bakıldığında insan “menfaat ve ideoloji birlikteliği (Ergenekon) yerini ‘akrabalar ittifakı’na mı bırakıyor acaba” diye merak ediyor!