Bugün içinde siyaset bulunmayan bir şeyler yazmak istedim. O yüzden de Kur’an’a müracaat ettim ki bana uygun bir konu versin.
Onun kerametlerine sayısız kere şahit olduğum için müsterih bir şekilde bir yer açtım. Bir de baktım ki çıkan yer, hatimde kaldığım sayfa.
Kolay oluyor diye şu sarılar telefonumdaki nüshadan yararlanıyorum hatim için. Meğerse evdeki, eskiden her gün açıp okuduğum Mushaf bu halimden alınmış. “Beni ihmal ediyorsun” der gibiydi. Açtığım sayfanın, hatimde kaldığım yer olmasına çok şaşırmadım. O böyle şeyleri hep yapar eğer görmek isterseniz. Evet, hakikaten de tam kaldığım sayfa çıkmıştı karşıma ilk açışta. Onu öptüm, başıma koydum, kendisini ihmal ettiğim için özür diledim.
Size garip mi geldi? Garip gelmesin. Mümin gayba inandır çünkü. Ve Müminin hayır yolunda kullandığı malzeme, okuduğu Mushaf, altında oturduğu ağaç, Kur’an okurken sesini duyan eşya, hayır bir söz söylerken o kelimeyi alıp âlemin dört bir tarafına dağıtan melekler, hava zerrecikleri… o halden büyük keyif ve lezzet alırlar. Sonra siz o varlıkları o hallerden mahrum ederseniz, onlar da büyük bir nimetten mahrum kalmış gibi acı çekerler, o halden ıstırap duyarlar.
Resulullahın, minber yapılmadan önce üzerine çıkıp hutbe okuduğu hurma kütüğünü hatırlayın. Nasıl da bütün sahabenin gözü önünde inim inim inleyip ağlamıştı. Resulullahın artık onu kullanmayacağı gerçeği, ondan duyduğu mufarakat, kuru ve cansız bildiğiniz bir kütüğü hüngür hüngür ağlatmıştı…
Hayır, yolunda kullanılan malzeme, besmele ile yenilen helal rızık, iftar sofrasına kadar gelip de müminin imanlı vücuduna girip aksal-gayatına ulaşan nimet… Bütün bunlar o halden büyük keyif ve haz duyarlar. Bir nimetin, müminin vücudunda karar kılması, o nimet için, bir insanın cennete ulaşmasıyla denk bir anlam ifade eder…
Hâsılı anladım ki, şu Mushaf’ımız, uzun zamandır, hatimleri telefon cihazındaki nüsha ile yapmamızdan alınmış. “Ara sıra da benim yüzümü aç ve oku” dercesine sitemliydi. En azından ben öyle algıladım. Size abartı gelebilir ama öyle! Öyle ya, her gün açıp okuduğum Mushaf’ı bir iki senedir terk etmiştim. Meğerse ne kadar da birbirimizi özlemişiz.
Benim Mushaf’ımın etrafı (derkenarı) notlarla dolu… Ayetlerin telmihleri, işaretleri, diğer ayetlerle bağlantılarına dair sayısız notlar var. Açıp okuyunca hakikaten uzun zamandır ihmal ettiğim bir dostumla karşılaşmış gibi oldum. Size tavsiye ederim ey Kuran okumayı kendilerine huy edinmiş müminler. Eğer akıllı telefonlarınız sizleri esir etmiş ve eski Mushaflarınızdan uzaklaştırmışsa lütfen bugün açın o Mushaf’ınızı bugünkü cüzünüzü de ondan okuyan. Eminim siz de benim hissettiklerimi hissedeceksiniz. Çünkü müminin yüreği müstesna bir cihazdır. Kabirdekinin halini anladığı gibi kullandığı kuru tahtanın da kendisiyle konuştuğunu hissedebilir. Çevirdiğiniz sayfaların size minnet duyduğunu hissedin. Ey Allah’ın kulları, unutmayın siz halifesiniz yeryüzünde.
Elinizin altındakilerin dilinden anlamazsanız, onların halini bilmezseniz, susamış bir hayvana veya evinizdeki bir saksı çiçeğine suyunu vermezseniz sizin insaniyetinizin ne ehemmiyeti kalır. Sen halden anlamazsan, sana hasret duyan Mushaf’a, terk ettiğin Kur’anın çektiği ıstıraba bigane kalırsan neye yararsın? Hatırla ki Rasullulah, kıyamet günü Rabbine, ümmetinin neden azdığını, nasıl yoldan çıktığını izah ederken, “Onlar şu Kur’andan göçüp gittiler” (Furkan, 30) diyecek. Kur’anı bir ahbap, bir insan, hatır bilen dost ve terk edilmekten, ihmal edilmekten acı çeken, onu terk etmekten üzülen ve bir arkadaş gibi anar. Hakikaten de siz onu terk ettiğiniz zaman hayat da sizi terk ediyor.
Çünkü o, bir mümin için, dünya hayatında yanıltmaz bir rehber ve arkadaş, kabirde teselli verecek dost, sırat köprüsü üstünde önünü aydınlatacak ışık, dünyada ve ahirette dostlarını ateşe ve belalardan koruyan bir siper, herkesin can derdine düşeceği kıyamet gününde, mümini Resullahın havuzunun başına kadar götürecek kılavuz ve cennette ebedi bir refik… Böyle bir dostu ihmal etmek hangi aklın karı olabilir?
Ama bugün evlerimizdeki Mushaflar ıstırap içinde. Biz onları terk etmiş gitmişiz. Orada öylece günlerce aylarca, yüzlerini açmamızı bekleyip duruyorlar. Çoğu torbalarına konulup duvarlara asılmış. Bir kısmı raflarda toz içinde, bir gün birinin kapağını açmasını bekler dururlar… Eskiden her evde en az üç beş insan onu okumayı bilirdi. Şimdilerde ise ya ihtiyar amcalar veya eğer gözü görüyorsa ihtiyar nineler yüzünü açıyorlar.
Gençler ise akıllı telefonlarına sarılmışlar… Tabii eğer tiwit atmaktan, birilerine cevap veya masaj ve mail yetiştirmekten, face’den, fücurdan fırsat bulurlarsa birkaç satır da sanal ayet okuyorlar. Sanal âlemde her şey birbirine benzer. Hiçbir şeyin ehemmiyeti yoktur. Çünkü nihayetinde sanaldır. Sanal âlemde ölen bir varlık için gözyaşı döker misiniz? Hayır. Acısı da hüznü de sevinci de sanaldır. Döşünün internet ortamında ne muhteşem sözler, manalar ve ayetler uçuşuyor. Her kandilde her mübarek gecede… Kaç tanesinin kalplerde karar kılıp sonra da hayatınızda bir etki yarattığına şahit oldunuz? Gelirler geçerler. O anda hoşunuza giderler. Sonra üzerinizde hiçbir etki bırakmadan uçup giderler, o sözler, o ayetler o nasihatler… Adı üstünde, sanaldırlar çünkü… Evet, maalesef sanal âlemde okunan ayetler de aynı hissiyat perdesine sarılıp gidiyorlar. Sanal âlemdeki halimiz deve kuşu gibi… Ne devedir ne kuştur. Ama hayatınız, ömrünüz, vaktiniz osanal girdiler çıktılar içinde berheva olup gider…
Peygamberimizden bir rivayet aktarılır deccale dair. Buyuruyorlar ki; “Deccalin sesi pencereden işitilir. Mümin kafasını o pencereden uzatıp onu görmek isterse hemen boynuzları çakar ve o başını bir daha çekemez ki onu dinlemekten kendini alakoysun”.
Ne muhteşem bir izah, bir tasvir! Pencere diyor, yani Windows… Hemen boynuzları uzar buyuruyor. Acaba ağ şebekesini bundan daha iyi nasıl izah edebilirsiniz bin dört yüz önce… O gayb aşina gözüyle halimizi görmüş. İnternete, facebook’a, google’a, twitter’a… bir yakalandınız mı daha artık kendinizi kurtaramazsınız, buyuruyor. O hal tüm vaktinizi yer bitirir de hayır işlerine zamanınız kalmaz… Öyle işte. Anlayana sivrisinek saz…
Ben size derim alın elinize evdeki Mushaf’ınızı, içinize çekin ayetlerin kâğıtlara sinmiş kokusunu ve bir de ondan okuyun Rabbin ezeli Nutkunu! Yüzünüzün, gönlünüzün, ruhunuzun aydınlandığını hissedeceksiniz.
Bu sabah bunu yaşadım Mushaf’ımın sayfaları arasında ilerlerken. İlk açtığım sayfada şu ayetler vardı. Sizinle de paylaşmak isterim, çünkü bu günkü siyasi halimize de ışık tutuyor. (Mealen):
‘Eğer yalanlanıyorsan, yaptıkların görmezlikten geliniyorsa unutma ki senden öncekiler de aynı halleri yaşadılar. Üzülme. Çünkü işlerin gidip duracağı yer Allah’tır. O sizin aranızdaki ihtilafları çözecek. Kim halkı kim haksız o size haber verecek. Ey insanlar Allah’ın vaadi haktır. Öleceksiniz ve yaptıklarınızdan hesaba çekileceksiniz. Her bir söylediğiniz ve yaptığınız önünüze getirilecek. Dünyanın, ehemmiyeti kendinden menkul itibar ve ortamları, sanal tantanası sizi aldatmasın. Dünya hayatının sureten süslü ve makul görünen halleri sizi Allah’tan ve Onun sizden istediklerinden uzaklaştırmasın. Boştur, aslı astarı yoktur ama onun hatırına yaptıklarınız önünüze gelecektir.
Şeytan ve onun sizi Allah’tan ve iyilikten alı koyan aveneleri size apaçık düşmandırlar. Siz de onları düşman belemedikçe onların tuzağına düşmekten kendinizi kurtaramazsınız. Onun cazibesine kapılmayın. Çünkü o ve partisi, sizi ateşin halkı olmaya davet ederler. Onlara uyarasnız büyük bir azaba kendinizi müstahak kılarsınız. İnanan ve iyi işler yapanlar içinse büyük bir bağışlanma ve mükâfat vardır.
Kötü ameli kendisine süslü kılınmış ve küfür bataklığı içinde debelendiği halde kendini kurtarıcı rehber ve iyileştirici önder gibi gören biriyle hakikaten iyi işler yapan bir olur mu? Allah dilediğine hidayet verir dilediğini küfür karanlığında bırakır. Çünkü o, küfür karanlığı içinde kalmayı modernlik ve insanlık bilmiştir. Şeytan ona o halini süslediği için o da o hali iyi bir şey sanıp orda kalmıştır.
Ey mümin! Onlara verdiğimiz geçici üstünlük ve nimetlere gönlünü kaptırma. Ümitsizliğe kapılıp kendini ziyana uğratma! Umutsuzluğa düşme. Senin her bir şeyi olduran Rabbin var zira. Bak Rabbin nasıl da kupkuru toprağı yerle gök arasında bir anda var edip rüzgârlarla oraya buraya sürüklediği bulutlardan indirdiği yağmurla diriltiyor! O bulutlardan nasıl da yağmur var ediyor. Kuru toprağı nasıl da onunla diriltiyor. O her işi böyle kolayca yaptığı ve sen de Ona inandığına göre neden umutsuzluğa düşersin. O, yaz ortasında kış var edebildiği gibi kış içinden de yaz çıkarır. Kendisini la yumut bilen nice firavunları mağlup, zayıf kavimleri de mütegallibelere üstün kıldı…’ (Fatır, 4-9)