Haber 7 yazarı Mehmet Ali Bulut, ‘Kürt sorunu’nun çözümüne yönelik yürütülen çalışmaları değerlendirdi.
Almanya’daki İslami gelişmelerden söz ettiğim bir önceki yazımda, “90’lı yılların ortasında okuduğum bir yazısında bir Fransız sosyolog, Türkler in Avrupa’ya alınmasını ciddi bir şekilde eleştiriyordu. Bunu yapmakla Avrupa’nın kurşunu kendi ayağına sıktığını söylüyordu. Çünkü Türkler gelmeden önce de Avrupa’da Müslümanlar varmış ama onlar ne cami istemişler ne de mescit. Türkler gelince her yerde pıtrak gibi mescitler yapmışlar ve cami inşa faaliyetleri başlatmışlar.
İşte o camilerin ilki Almanya’da yapılmış; hem de ülkücüler tarafından…” paragrafından sonra “Daha sonraki zamanlarda ise bu işleri Milli Görüş teşkilatları üstlenmiş. Hakikaten büyük bir fedakârlık ve gayretle Avrupa’nın dört bir yanında Türk varlığını -(Batılılar için Türk demek Müslüman demekti. Cumhuriyet dönemindeki büyükelçilerin temel amaçlarından biri de bu yargıyı yıkmaktı; yıktılar)- hissettirdiler… Sonra ise her cemaat kendine bir cami yapabilecek güce ulaştı…” ifadeleri yer alıyordu.
O satırlar, nasıl olduysa silinmiş. Tashih ederken mi oldu ne oldu bilmiyorum ama siteye gönderdiğim metinde bunlar yok. Ham metinden alıp aktarmak istedim. Çünkü o gayretli insanların çalışmalarını öyle bir metinde anmamak kadir bilmezlik olurdu. Bunu hatırlatan kardeşime de hassaten teşekkür ediyorum…
Evet, genelde Avrupa’da özelde ise Almanya’da İslam için kendini vakfetmiş o kadar çok güzel insan var ki onlara saygı duymamak haksızlık olur. Hatta ben, oralarda sık sık yaptığım konuşmalarda o insanlara “öyle samimi olun ki yarının dindar Avrupası, sizi eski sahabeleri andığımız gibi ansınlar” diyorum. İnşallah da öyle olur…
***
Bugünlerde hükümet terörü -terör kelimesi yanlış teşhisin yanlış adıdır- konusunu sona erdirmek için yeniden harekete geçmiş görünüyor. Bu sefer “İmralı’daki elebaşı” ile görüşmelerini gizlemeye gerek duymuyor. Yani kaba tabirle Türk devleti, “teröristle masaya oturmaya” başladı!
Peki, bir devlet teröristle masaya oturmaz mı?
Benim mantığım öteden beri bunu almamıştır. Yani “neden devlet, teröristle masaya oturmaz!”
Ortada bir terör varsa orada zaten devlet gücü yok veya zayıftır. Siz Almanya’da, Amerika’da terör yapabilir misiniz? Tabii ki bir kere bir şey yapabilirsiniz. Amma en kısa zamanda başınızı koparırlar.
Terör, kargaşa, isyan denilen olaylar, devletin zayıf düştüğü, idaresi altındaki halkları memnun edemediği halde onları yine de zorla itaate zorladığı zamanlarda olur. Nitekim de Osmanlı, hakikaten bu tür isyanlarla çok uğraşmış. Çünkü Osmanlı’nın Anadolu’da birliği sağlamak için yürüttüğü faaliyetler zaman zaman çok kanlı olduğu için, küstürülen Türkmenler ve Yörükler, Osmanlının zayıf düştüğü her dönemde isyan etmişlerdir. Hatta Anadolu’da Türkmenlerin ve Yörüklerin ekseriyetle ehlisünnet karşıtı bir tutum takınmaları bile Osmanlı’ya duyulan bu öfke dolayısıyladır.
Hâsılı, bir devlet zaafa uğradığında eski yaraların depreşmesi kaçınılmazdır. Ve eğer devlet buna rağmen varlığını da sürdürmek istiyorsa ya hakikaten kahredici gücünü ortaya koyarak o sorunu kanla bastırır -ki bu yol ile bir meselenin tamamen çözüldüğü, tarihte ender görülmüştür- veya sulh yolunu seçerek, problemleri çözer. Osmanlıda her ikisine de örnekler vardır.
Amma Türkiye Cumhuriyeti, Müslüman bir geçmişten değil de Sümer’den ve Hitit’ten gelme olduğu(!) için Osmanlıyı kendine rehber edinmedi. Niye edinsindi ki zaten canım? Bu devleti kuranların bir gayesi de O devletin temsil ettiği misyondan kurtulmak değil miydi? E, böyle olunca doğaldır ki, Osmanlı’yı örnek almayacaklardı ve almadılar. Zaten bu terör o anlayışın eseri değil mi?
Şimdi artık bıçak kemiğe dayandı. Bu bela, adeta Türkiye’nin kanını emiyor. Servetini heba ediyor, gençliğini heba ediyor, geleceğini riske sokuyor. Ve artık bütünlük için de yakın tehlike boyutuna gelmiş.
Türkiye 30 yıldır bildiği yollarla meseleyi çözmeye çalıştı. Çöze bildi mi? Hayır. Çözemedi, çözemiyor. Neden çözemiyor? Belki bunun birçok sebebi vardır ama bana göre neden bir tanedir:
Türk devlet geleneğinden mahrum olmak!
Eğer hakikaten Türk devlet geleneğinden mahrum olmasaydık veya Osmanlı geleneğini sürdürseydik zaten böyle bir ayırımcılık olmayacaktı. (Dolayısıyla terör de! Tabii eğer gerçekten terörün sebebi devletin ayırımcılığı ise… ) Olmuşsa da daha başlangıçta kafası koparılırdı. Ne o yapılabildi, ne bu!
Çünkü terör devletin içindeki bazı unsurlardan da destek görüyor. Devletin bir tarafı terör için “ öl!” diyor bir başka tarafı “yaşa!” diyor. “Türk unsuru”, ‘müstemleke laikçiliğinin’ bu memlekette zorla tatbik edilmesi sonucunda, ‘uzlaşma ve bir maksatta birleşme kabiliyetini kaybetmiş’. Türkler yeşiller ve kırmızılar diye en az iki parça olmuşlar. Muhalefette olan taraf, iktidarda olan tarafa zorluk çıkarmak için şeytanla bile anlaşabiliyor. Bu zıtlaşma zahirde hala devam ediyor. Bu da, Türk devletinin problem çözme kabiliyetini zayıflatıyor.
PKK başlangıçta Türk derin devletinin sevk ve idaresi altında gelişti. Maksat, onun eliyle doğudaki nüfusu seyreltmekti güya. Sonra proje ellerinde patladı ve sonunda bu noktalara geldi. Bugün ya bu mesele çözülecek ya da memleket çözülecek durumda… Yani artık çözümsüzlük de çare değil.
Bugüne kadar mesele hep zamana bırakıldığı, zaman çözer sanıldı. Zaman çözemedi. Çözemediği gibi kangren haline getirdi. Artık ya çözeceğiz, ya kolumuz çürüyüp gidecek. Tam da bu noktadayız!
Her meseleye kestirme çözümler bulan bir dostum var Nuri Okumuş. Mektepli değil ama birçok mektepliyi cebinden çıkarır. Ona sordum, “devletin İmralı ile görüşmesine ne diyorsun?” diye…
Cevabı kısa oldu: “Bu, evet devlet için zillettir. Ama artık başka çaremiz de yok. Bu meselenin daha fazla sürüncemede kalma kabiliyeti kalmadı. Bugüne kadar, devlet teröristi muhatap almaz dedik çözemedik. Başka çare kalmadı. Kan durdurulacaksa zillet de göze alınır…” dedi. Esasında halktaki düz mantık da bu. Bir an önce çözülsün. Ben de bu fikirdeyim. Tabii endişelerim de yok değil. Ama diyorum ki rahmani yol üzerinde ittifak edersek, Allah şerleri de hayra tebdil eder inşallah!
İnsanlar artık bu meselenin çözülmesini bekliyor. Devlet de anlaşılıyor ki, artık “teröristi muhatap almama” aymazlığından vaz geçmiş!. Kanı durdurmak istiyor. Artık “terörist şöyle yaptı, böyle yaptı” provokasyonlarına gelmemeli. Terörist süreci provoke edecektir. Çünkü o kandan beslenir!
Fakat devletin bu kere de başka bir sorunu var: Kimi muhatap alacak!
İmralı’daki ‘güya elebaşı’yı mı? Kandil’deki silahlı teröristi mi, Meclis’teki elebaşıları mı?
Bunlar yetse yine problem yok. Üçünü de toplarsınız masanın başına önce onları kendi aralarında kavga ettirirsin, ta ki işin hakiki sahibi ortaya çıksın diye. Sonra anlarsanız ki hangisi muhatap o zaman onunla oturur halledersiniz meseleyi!
Ama emin olun ki, o üçü de değildir hakiki muhatap. Çünkü onların varlığı, ‘kendinden zuhur’ değildir. “Müteharrik Binnefs” de değiller. Mesela, Meclis çatısı altında bulunan hangi BDP’li, “Ben bu konuda gerçek muhatabım!” diyebilir? Dese de inandırıcı olur mu?
Ya Kandil?
Daha kaç tane Kandil var bilmiyoruz. İran‘ı mı ikna edeceksiniz, Suriye‘yi mi ikna edeceksiniz, MOSSAD’çı kanadı mı Almancı kanadı mı? Türkiye ne zaman bunların biri ile barış yapmak istese ötekisi hemen sabote etti, biliyorsunuz!
Bence bu konuda Türkiye muhatabı iyi seçmeli. Muhatap, muhatap sandıklarımız içinde değil çünkü. Eğer bu insanları, kendini mağdur sanan Kürtlerin temsilcisi biliyorsanız buyurun devam edin. Eğer muhatap bildiğinizin, başka efendileri varsa çaba boştur!
Benim kanaatim, muhatap ne Kandildedir ne İmralı’da. Hele Meclis çatısı altında bulunan BDP’liler hiç değil. Onların asıl efendilerini bulmak gerekiyor! Orda dahi ciddi sıkıntımız var. Çünkü Amerika ile onun Ağadayı’sı İsrail’in menfaatleri artık tam örtüşmüyor! Almanya hiç ortalıkta gözükmüyor ama en esaslı muhataplardan biridir.
Türk devletinin işi zor! Fakat hükümet de kararlı. Rabbim yardımcıları olsun. Evet, geldiğimiz durum devlet açısından bir zillet. Ama Kur’anî bakış, devleti değil, insanı esas alır. Devletin bekasını esas alan örfi anlayış, bin üç yüz yıldır canımızı yaktı ve istibdadı, efendi koltuğunda tuttu. Artık insan eksenli anlayışa geçmemiz gerekiyor ama bunu nasıl yapacağız bilemiyorum.
Çünkü en demokrat insanımız bile kendisine fırsat geçince kendini despot olmaktan, istibdat uygulamaktan kurtaramıyor. Keşke hakiki manada, insanı önceleyen, insan esastır diyen, ferdin hakkını devletin bekasından bile üstün tutan bir dirayete sahip olsaydık. İşler bu hala gelmezdi bile.
Ama geldi ve mutlaka çözülmesi gerekiyor. ‘Burnundan kıl aldırmayan’ devletimiz de dokunulabilir hale gelecek. Tabii burnundan kıl aldırmayan adam, oturup bu işleri yaptığı için kahrından ölür mü ölmez mi bilmiyorum. Onu zaman gösterecek.
Ben çözümden yanayım. Sulhtan ve barış tan yanayım. İslam, İslamiyet, selamet ve silm barış demektir. İki kardeş arasına sokulan nifaka son vermek gerekiyor. Barış ve huzur!
Çünkü kardeşimi bana karşı tahrik edenle beni ona karşı kışkırtan ayni hain! Bu oyuna daha fazla alet olmamak gerekir diye düşünüyorum. Tabi Kürtlere de görev düşüyor!
Biz, barış olsun diye “aman Kürtlerin kalbi kırılmasın, incitmeyelim” deyip durduk ya şu birkaç yıldır. Kürtlerin de Türkler bir hassasiyeti olduğunu hatırlamaları gerekiyor. Kürtleri devlet ile barıştıracağız derken bu kere de Türklerin dağa çıkmasına neden olmayalım!
Selametle!