Madem ki Müslümanız…

Siz zannetmeyin ki Mısır’da darbe yaptıranlar, fırsat bulsa bizde de yaptırmazlar… Ve zannetmeyin ki bizim ordumuzda da Sisi’ler yok.

Siz zannetmeyin ki onlar bizim demokratlığımızı severler veya hayrımızı isterler.

Batının sevdiği Müslüman, ‘anarşist’; sevdiği Türk, ‘beyaz’ olandır… “Beyaz Türkleri” de işlerine yaradığı sürece severler.

Şimdi, “AK Parti, Amerika ile işbirliği yapıyor’” diye yırtınıyorlar ya, kızgınlığı sadece AK Parti’ye değil onların; Amerika’ya da… “Ben sana hizmet etmeye yetmiyor muydum ki beni terk ettin de onlarla muhabbet ediyorsun?” diye kızıyorlar. Hatırlayın AK Parti’den önce Amerika, her türlü talebini o ‘beyaz Türkler’ eliyle, onlar da ‘bizim’ dedikleri ordu üzerinden yapıyorlardı.

Amerikalılar baktı ki İslam Türkiye’de ayağa kalkıyor, iktidar onlardan yana kayacak; hemen saf değiştirdi ve sevgili “Beyaz Türkleri”ni sattı.

O yüzden şu sıralarda  -nispeten milli oldukları ve ülkenin bütünlüğünü esas aldıkları için- Sebateistler ‘out’, -her türlü ihanete teşne–  Pakradûnîler gözde. (CHP’de Baykal’ın gidip Kılıçdaroğlu‘nun gelmesi çok önemli bir işaretti. Ben o zaman Baykal’ın kalması için çok yazdım ama kim dinler Yalova kaymakamını!)  Pakraduniler[1] PKK’nın vekil harcı…

O yüzden de diyorum ki Batı, bizim içimizdeki hainleri sever. Bu da normaldir. Tabii ki o hain kendini hain bilmez, büyük bir vatan- millet hizmetkârı sanır. Biz de onları hep ‘halaskar’ biliriz.

Yoksa Batı, Türkün dinlisini de dinsizini de sevmez. Çünkü Türkler Müslüman olmadan da onların baş belaları idi, Müslüman olduktan sonra da…

Dolayısıyla bizi asla boş bırakmazlar. Sevr ve ardından gelen Lozan antlaşmalarından beri bu böyledir. İktidarın millisi de liberali de onların kucağındadır. Onların taleplerini yerine getirdikten sonra geri kalan zamanda, onları rahatsız etmeyecek kadar millete hizmet ederler. O da etmek niyeti varsa… Bugüne kadar hiçbir hükümet,  -Mustafa Kemal hükümetleri dâhil- nihayette ancak onların onayladığı projeleri yapabildiler… Kim bir parça milletten yana tavır alsa ya asar, ya darbe ile indirir ya da halkın gözünden düşürürler… Bu yaklaşık Tanzimat’tan beri böyledir…

Nerede ise bir asırdır, askerlerimiz kurmay olmak için gidip Avrupa’da, Amerika’da eğitim alır. Ve yaklaşık 30 senedir -ki bu imkânı Amerikalılara, ‘bizim Sisi’miz; ‘onların çocuğu'[2] olan Kenan Evren, halkına karşı yaptığı darbeyi alkışladıkları için vermiştir- de istihbaratımız, CIA ve MOSSAD’a emanettir. MİT’in başına kimin geleceğine bile onlar karar verdiler uzun süre. O kurumlar, hâlâ onların bakiyesi olan insanlarımızla doludur. Başındakini değiştirmekle bir kurumu değiştiremiyorsunuz. Bunu gördük, yaşadık. Oralara, hakikaten derdi kendi milleti olan insanlar yerleştirmedikçe, tüm masaları kriptoların ve ‘onların çocuklarının’, işgal ettiği bir kurumun başına, birilerini tayin etmekle iş tamamlanmıyor.

Askeriyenin, MİT’in ve  Yargı sisteminin içinde tabii ki sayısız vatan evladı var. Ama kilit noktaları hâlâ ‘kriptoların’ veya en az onlar kadar ‘emre amade’ Sisi’lerin elinde.

İşte Milli Eğitim Bakanlığı!  –Ki Türkiye Cumhuriyeti’nin ağzına burnuna bulaştırdığı yegâne meseledir eğitim–  AK Parti bile eğitimde bir dikiş tutturamadı. Birinin yaptığını öbürü bozdu. -Hele Ömer Dinçer’in giderayak yayımladığı bir genelge var ki, bir fark edilse, al bir kıyamet daha!- İktidar(lar)ın, üzerinde en çok oynadığı bir kurum MEB. Orada dahi tam hâkim değiller. Öyle olmasaydı, 28 Şubat’ın mağdur ettiği öğretmen, davayı kazanıp da mesleğine dönmek isteyince, başında AK Partili bir bakanın bulunduğu bir kurum, onu reddeder miydi hiç?

Mesele çoğumuzun malumu… Hanım kızımızın başörtüsü ile derslere girdiği belirlenince 2001 yılında ‘kamu düzenini bozmak ‘ gerekçesiyle MEB Yüksek Disiplin Kurulu tarafından meslekten ihraç edilmiş. Kızımız dava açmış ve yenilerde mesleğe dönmeye hak kazanmış. Milli Eğitim Bakanlığı, ‘Efendim ben bunu kabul edersem emsal teşkil eder!’ diye karşı dava açıyor kızcağızı mesleğe iade etmemek için… Siz bu tavrı AK Partili bir bakana yakıştırabilir misiniz? Hayır! Peki, o halde niye böyle şeyler yaşanıyor? Çünkü hala bürokrat sizden yana değil ve nisbeten siyasi olan bakanlar onlara söz dinletemiyor…

Yazık ki bu ülkede hala başbakan sindin olunca sen iktidar olamıyorsun. Çünkü memleket içerden işgal edilmiş.

Bir seferinde, “Ben de bir Moğultay istiyorum” başlıklı bir yazı yazmıştım. Onun kadar yürekli bir bakan tanımadım. Adalet kurumuna 2 bin kadar “solcu” Alevi –Hakiki Alevi’ye hiçbir itirazım yok, olamaz, zira bu ülkenin hakiki sahipleridirler. Ben ‘sol’ angajeye takılıyorum–  yerleştirdiği ortaya çıkınca, “Ne yani sağcıları mı alacaktım?” demişti.

Siz sağda, o kadar cesur bir bakan hatırlıyor musunuz? Bir tek Demirel’in, ‘Tesbih çekenle silah çekeni bir mi tutacağım?’ sözü kalmış aklımda… O da kimseye yaranamadı zaten…

İşte Batı, içimizdeki iktidarını, bu kurumlar ve o adamlar sayesinde ayakta tutuyor. Düşünün ki ‘maksad-ı i’lâ-yı kelimetullah’ (Allahın adını yüceltmek) olan ordumuz, laikliğin bekçisi kılındı.

Hangi laikliğin?  Müstemleke laikçiliğinin… Müstemleke laikçiliği, -itiraf da ettikleri gibi-, insanları kendi dinlerinden vaz geçirmeyi esas alan Batılı bir Truva atıdır…

Yargı özellikle belli ellere teslim edildi. Selamet ve Refah ile ve iktidar olduktan sonra da AK Parti ile mücadele eden kurumları hatırlayın! Dertleri ne idi? İslamiyet!

Bu ülkenin aydınları utanmadan, eksen kavgası yaptılar. Milletin, Batı hegemonyasından kurtulmak için verdiği mücadeleye, ‘Eksenimizi kaydırıyorsunuz!’ diye direndiler.

Şimdilik geri çekilmiş gibi görünmeleri sizi aldatmasın. Dirençleri bitmiş ve yok olmuş değiller. İlk fırsatta efendilerine hizmet vermek için can atıyorlar. O fırsatı ellerine geçirmeye görsünler…

İktidar Büyük Bir Nimettir Ama…

Elbette iktidar, büyük bir nimettir. Bir mümin için o nimeti elde tutmak, ancak onu hayırda kullanmakla mümkündür. “Biz demokratız” demekle Müslüman kimliğinizden kurtulamıyorsunuz. Çünkü herkes sizi Müslüman biliyor, o yüzden sevip destekliyor.

Bu konuda Sayın Başbakanımıza büyük görev düşüyor. Referandumdan önceki bir yazımda “Sayın Başbakana, büyük bir çölden geçtikten sonra bile vardığı ırmaktan (iktidardan) ancak bir avuç su içmeyi helal sayan 314 adam lazım.” demiştim. Ta ki bu milletin beklediği vazifeleri yapabilsinler. Haram lokma ile hak yollara gidilmez çünkü… Ben sizi temin ederim, bu halk bir kere daha İslam ile aldatılmış olduğunu hissederse Müslümanlar bir daha bu ülkede uzun süre iktidar yüzü görmezler…  Zaten milletin yüzde 60-70’i modernite adı altında dinini arkasına atmış durumda iken, bir de bizim gibi “kalil” olan insanların size olan güvenini yıkarsanız, halimiz harap olur. İktidarın aldığı yüzde elli oy sizi aldatmasın. İslam’ın beş şartını nefsinde yaşayanların sayısı yüzde onları geçmiyor…

Böyle olunca da sorumluluğun büyüğü iktidara ve onların yanı başında konuşlanmış olanlara düşüyor. Eğer zere kadar yüreklerinde İslam’a saygı varsa, ‘İslamî ahlak’tan ve adaletten şaşmamalılar. Harama, mala, şehvete tamah etmemeliler. Ta ki onlar yüzünden zulmü hak etmiş olmayalım. Ve Allah insafsızları bize musallat etmesin. Bu tür şeyler hatırlatılınca, Başbakan, “Belge getirin!” diyor. Ah sevgili başbakanım ah!

Yazık ki uzun süren iktidar –hep böyle kalacağını sanıyorlar-, çoğunun basiretini bağlamış. Hele iktidarın etrafında yer alan ve esasında aynı fikirde de bulunmayan, sırf milletin ve iktidarın imkânlarını emmek için sülük gibi iktidara yapışmış insanlar yüzünden –çünkü asıl onlar iktidar gibi görünüyorlar–  bu iktidar, bir şefkat tokadı yerse hiç şaşmayın. Şimdilik bu milletin duası ile ayaktalar. Gezi belası da o dualarla atlatıldı. Millet, ‘bâtını’ görse mıntıka temizliği yapacak. Şimdilik ona bakmıyor. “Bal tutan parmağını yalar ”la idare ediyor. Birilerinin, kovanları aşırdığını öğrense…

Geçen günlerde A. Dilipak, bir yazı yazmıştı, “Bu iktidarı birilerinin uçkuru belasına ve haram yiyicilik sevdasına kaybetmeyin!” diyordu. Bu çok önemli… Bu arazide gözü olanlar, eski imkânlarını korumak isteyenler, ellerindeki imkânlarla sizin tüm faaliyetlerinizi tespit edip dosyalıyorlar. Vakti geldiğinde tüm bu bilgiler topluma da sunulacaktır, emin olun! Bundan sadece iktidar zarar görmez, iktidara destek verdikleri bilinen Müslümanlar da zarar görür.

Demokrat Olunca İslam Ahlakından Kurtulunmaz

Bu iktidar elbette “Ben İslamcı bir partiyim…” demiyor;  “Ben muhafazakâr demokratım…” diyor. Diyor demesine amma herkes onları İslamcı biliyor. Böyle olunca da her işleri İslam üzerinden tartılıyor. Mademki böyle, öyleyse her AK Partili, bir Müslüman hassasiyetiyle hareket etmeli. Etmeyenler derhal ve hiç beklenmeden ayıklanmalı.

Bakın, Müslüman olsun demiyorum. Müslüman gibi yaşamalı. Temiz. ‘Fahşâ’nın saklısından ve açığından uzak durmalı ki Allah şu zalimlerin zulmünü yeniden üzerimize çevirmesin.

Çünkü siz kendinizi değiştirmedikçe, size verilen nimete nankörlük yapmadıkça Allah onu sizden almaz. Siz eğer milletin menfaatine olanı hiç kimseden sakınmadan yapsanız, kınayıcıların kınamasına aldırmadan İslam’a hizmet etseniz, o da size sahip çıkar… Bediuzzaman, rahmetli Menderes’e “Hemen Ayasofya’yı ibadete açsın” diye haber göndermişti. Açmazsa yaklaşmakta olan felaketten kurtulamayacaktı. Tahsin Tola ile bu haberi göndermişti. Menderes, “Batı ne der” diyerek açmaya cesaret etmedi. İki sene sonra ihtilal yapıldı ve rahmetli kendisi gitti…

Siz iktidarı kendi eseriniz bilirseniz, Allah’ın size verdiği nimeti kendi kazancınız sanırsanız, iktidarınızın korunmasını da sizin gücünüze bırakır. O zaman onu koruyamazsınız. Onu altınızdan çekip alırlar. Çünkü müminin tâbi olduğu sınav ile kâfirin sınavı farklıdır. Mümin, hatalarının ekseriyetinin cezasını dünyada çeker, mükâfatı ertelenir. Kâfir ise tüm haklarını burada alır.

Herkesin yaptığı gayrı meşru bir işi Müslüman yapsa bakarsın Allah onu, o iş ile rezil etmiş. Allahu Teâlâ onun ceremesini burada ödetir ki ahirete kalmasın. Aynı haltı bir yığın insan yapar bir şey olmaz sen yaparsan Allah senden intikam alır. Emin ol alır!

Çünkü Müslüman, yürürlükte olan bir Yasa’ya; İslam’a  –İnne’d- dine indellahi’lİslam–  aykırı hareket etmiş oluyor. Bir Hristiyan, Yahudi yahut inançsız İslam’ın hoş görmediği bir işi yapar ve başına bir iş de gelmez. Çünkü onun yaptıkları büyük hesaba erteleniyor. Ama sen hemen ödersin. Sen mümin ve Müslümansın! Hataların suratına çarpmadan buradan gidemezsin. Ve bu da yine O’nun rahmetindendir!

Eğer hakikaten büyümek, önümüzdeki dönemde yeniden paylaşımı yapılacak dünyanın nimetlerinden bu milleti yararlandırmak istiyorsak Allaha dayanmalı, sa’ye sarılmalı ve hikmete ram olmalıyız.  Bilime, serbest rekabet ortamının devamına, insan hürriyetinin inkişafına ve adalete hizmet etmeliyiz. Ve tabi İslam ahlakı içinde… Mademki Müslümanız Müslüman gibi yaşamalıyız.

Yoksa Allah, elimizdeki nimetten bir kere daha bizi mahrum edebilir…


[1]) Onlarla ilgili ayrı bir yazı yazacağım inşallah.

[2]) Kenan Evren’in darbe yaptığının ertesi günü, Amerika’nın Ankara büyükelçisi, hükümetine ‘Bizim çocuklar başardı.’ diye not geçmiş. Yıllar sonra ortaya çıktı.

Hakkında Mehmet Ali Bulut

1954’te Gaziantep’in İslâhiye ilçesinin Kerküt köyünde doğdu. İlkokulu burada tamamladı. Gaziantep İmam Hatip Lisesini ve ardından Gaziantep Lisesini bitirdi. 1978 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap ve Fars Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nden mezun oldu. Aynı Fakülte’nin Tarih Bölümünde doktora tezi hazırlamaya başladı. 1979 yılında Tercüman Gazetesi’ne girdi. Tercüman Kütüphanesinin kurulması ve kitapların tasnifinde görev aldı. Birçok kitap ve ansiklopedinin yazılmasına ve hazırlanmasına katkıda bulundu… Daha sonra gazetenin, haber merkezi ve yurt haberlerinde çalıştı. Yurt Haberler Müdürü oldu. Köşe yazıları yazdı… 1991 yılında Haber koordinatörü olarak Ortadoğu Gazetesi’ne geçti. Bu gazete 5 yıl süreyle köşe yazarlığı yaptı. Yeni Sayfa ve Önce Vatan Gazetelerinde günlük yazıları ve araştırmaları yayınlandı. 1993 yılında haber editörü olarak İhlas Haber Ajansı’na girdi. Kısa bir süre sonra ajansın haber müdürlüğüne getirildi. Mahalli bir ajans konumundaki İhlas Haber Ajansı, onun haber müdürlüğü döneminde Türkiye’nin ve Ortodoğu’nun en büyük görüntülü haber ajansı konumuna yükseldi. 1997 yılında İHA’dan ayrılmak zorunda kaldı. Bir grup arkadaşıyla birlikte Veri Haber Ajansı’nı kurdu. Finansal sıkıntılardan dolayı Ajansı kapattı. 1999 yılında BRT Televizyonuna girdi. Haber editörü ve program yapımcısı olarak görev yaptı. 2001 Mayısında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın danışmanlığına getirildi. 3 yıl bu görevde kaldı. Bir süre Ali Müfit Gürtuna’nın basın ve siyasi danışmanlığını yaptı. Turkuaz Hareket’in mantalitesinin oluşturulmasında büyük katkısı oldu. Bugün Gazetesi Yurt Haberler müdürü olarak çalışan Bulut, emekli ve sürekli basın kartı hamilidir. Eserleri: Karakter Tahlilleri, Dört Halifenin Hayatı, Geleceğinizi Okuyun, Rüya Tabirleri, Asya’nın Ayak Sesleri, Ansiklopedik İslam Sözlüğü, Türkçe Dualar, Fardipli Sinha, Derviş ve Sinha, Ruhun Deşifresi, Gizemli Sorular, Ahkamsız Hükümler, Can Boğazdan Çıkar, Sofra Başı Sağlık Sohbetleri gibi yayınlanma aşamasında olan çeşitli eserleri bulunmaktadır. Roman ve Hikaye: Mehmet Ali Bulut’un Roman türünde yazılmış Fardihli Sinha, Derviş ile Sinha adında iki romanı ve aynı serinin devamı olarak Zu Nima ve Fardipli Sinha 2 ve Fardipli Sinha 3 tamamlanma aşamasındadır. Diğer çalışmaları: Çeşitli dergilerde yayınlanmış çok sayıda makalesi, şiirleri bulunan Mehmet Ali Bulut son dönemdeki yazılarını haber7.com’da yayınlamaktadır. Bulut evli ve bir kızı vardır.

Ayrıca Bakınız

Çanakkale Geçilmedi…

Elhamdülillah, bu millet bir kez daha Çanakkale’nin geçilmez olduğunu gösterdi. Bir kere daha, bu millet, …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir