Mirac

Mirac, hususi anlamıyla, Kainatın Sultan-ı Ezelisi Rabbül-aleminin, büyük bir görevle (nübüvvet) onurlandırdığı bir kulunu (Hz. Muhammed’e sav), hizmetindeki samimiyetine binaen, huzur-ı ilahisine çağırıp ona daha yüksek nişanlar vermesi (namaz ve Kur’an) ve Onun elçiliğini yer ve gök halkına ilan etmesi işidir.

Aklı ve izanı olan anlar, büyük bir istiğrak ile şu seremoniyi içinde idrak eder… Anlamayan nasipsizler ise “böyle şey mi olur canım” der “bel hum adall” mertebesinde kalırlar.

Miracı kavramak, anlayabilmek, akıl, izan ve gönül işidir. Vahyin ilhamdan çok farklı bir şey olduğunu anlamayan bunu da anlamaz. Keza bazen kişinin bir nazar ile vasıl-ı Allah olabileceğine inanmayan da bunu anlamaz… Hâlbuki bazen bir bakış, bir nazar, insanı kömürden elmasa dönüştürür. Bunun en güzel örnekleri eshabtır. Bir dakikalık can sohbeti onları birer yıldıza dönüştürdü…

Mirac böyle bir halettir.

Başka bir cihetle de varlık sahasına atılan her bir şeyin, devrini tamamladıktan sonra yeniden çıktığı yere varabilmesidir.

Tertemiz devraldığımız kalbi, aynı safiyetle Rabbimize iade edebilmek ne büyük bir miractır.

Alnını secdeye koyduğunda, bütün zerratınla seni var edeni idrak etmek ne büyük bir miraçtır bir düşün.

Kişinin aksal-gayatına ermesi ne güzel bir mirac!

Bir düşünsenize, bütün sıfatlarınız ve istidatlarınızla size tecelli eden Esma-ı İlahiyenin azam mertebelerine mazhar olmuşsunuz. İdrak dışında hangi tartı ile tartabilirsiniz şu hali.

Mirac, kulun Rabbine varmasıdır. Mamafih ayrılık gayrılık ancak kendini ondan farklı zannedenlerdedir. Evet, yazık ki, küfran dahi bu tecellinin bir meyvesidir.  İman ve idrak varken küfran ve isyana razı kalmaz ne büyük bir hüsran Ya Rabbi!

Mirac’ın, mavcudat diliyle anlamı ise her bir nesnenin, çıktığı yere yeniden varıp, bütüne yeniden karılmasıdır… En zor olan budur…

Çoğu nesneler ve insan, vasıl olmadan yolda dökülür. Kimisi “ve ilayhi’l-masir” mertebesinden öteye geçemez, kimisi “ve ileyhi turcaun”da kalır. Bir kısmı “ve ileyhi tunkalibun”a varsa bile “tuklabun” olamazlar.

Her bir şey başlangıçta (bize göre başlangıçta) ilmi ilahide bir manadan ibaretti. Allah var etmeyi sevdi. Ve o sevgiyi tüm mahlûkatın içine ekti. Onu kâinatın varlık sebebi kıldı. Evet, muhabbet şu kâinatın bir sebeb-i vücududur, nurudur. Eşyayı birbirine rapt eden kuvvetidir. Mirac dahi o muhabbetten bir payedir ki hususi abdine (kulu ve elçisi Muhammed’e asv) hususi bir temasıdır. Miraç o muhabbetin bir lemasıdır.

Size bir misal vereyim. Bir tane buğdayı ekersiniz. O zahirde çürür. Sonra filiz olur. Sonra dal olur ve başak olur. Sonra o başak sayısız tanelere dönüşür. Bir tane, elli olur, yüz olur. Miraca varmak böyle acaib bir tılsımdır ki hem mahiyetini değiştirir hem çoğaltır

Kâinat, varlıkların teksir edilip çoğaltılmasına vesile olunmuş bir teksir makinasıdır adeta. Kun –fe yekun tezgahı. İlahi esma onda hikmeti ve halkı dokurlar…

Çoğalmasını bilen çoğalır, kemiyetiyle birlikte keyfiyeti de ziyadeleşir. Çoğalamayan çürüyüp aslına rücu eder. Manası baki kalır, kendisi çürür.

Varlık sahasına çıkarılan her bir şey “Ve ileyhil masir” (yöneliş, gidiş O’nadır) ayetinin sarahatiyle, yeniden vatan-ı aslîsine varmak için harekete geçer. “Ve ileyhi turcaûn” olmak (O’na dönmek, ona kavuşmak) ister. Ama her dönmek isteyen varamaz. Her varan da inkılap edemez. Çünkü mahiyetine, olmaması gerekenleri de yüklemiştir. “Ve ileyhi tunkalibun” (Ona dönüştürülme) ameliyesini gerçekleştiremez. Ya rüşeyminde araz vardır ya yapısına  nefsin eseri habis şeyler katılmıştır. “Ve ileyhi tuklabun” olamaz, bütüne karılamaz.

Biraz basit ve hakir kalacak ama izah edebilen güzel misal olduğu için aktaracağım. Bir babanın tohumları milyonlarla ana rahmine dökülür ve her biri kendilerine takdir edilen yere doğru akmaya başlarlar (Ve ileyhil-masir). Tamamına yakını ikinci bir safhaya geçmeden o asidik ortamda ölür giderler. Bir kısmı sırat köprüsünü geçmeyi başarırlar ve yumurtaya ulaşırlar (Ve ileyhi turcaun). Bunlar, onlarla yüzlerle ifade edilecek kadar azdır. Yumurtanın duvarını delip öze ulaşmak isterler. (Ve ileyhi tunkalibun) olmak isterler ama “ve ilyhu tuklabun” olanlar bir veya ikidir… Allahu ekber.

İşte zerrelerin miracı! Orada yok olur gidersin ama daha muazzam bir hakikate inkılap ederek!

Allah bu gecede, yükselişini tamamlayan ve vusula eren kullarından eylesin her bir mümini…

Bugünkü yazımı Niyazi Mısrî’nin şu şiiriyle nihayete vardırayım. Nihayetin de bir başlangıç olduğunu idrak edelim!

***

Nazar kıldıkça insana, gönül hayrâna dolanur.

Acebdir, kimi Hakk ister, kimi butlana dolanur.

Gel ey dertsiz kişi dervişliğe sâ’yeyle gel bunda

Bu hâl ile kalırsan bil, işin hüsrâna dolanur.

Nedendir kâni olmuşsan, muradı nefse dalmışsan,

İçine hırsı almışsan işin şeytâna dolanur.

Yeter çalındın ey hâce fenâ mülkün metâına,

Çok uzatma ki Azrâil gelür bu cânâ dolanur

Gönül verme bu dünyâya başını verme kavgâya,

Kazandığın amel bir gün gelür mîzâna dolanur.

Başı devletlû kul oldur Hakk’ı bulmuş ola seri,

Gözü gönlü dil u cânı kamu Subhâna dolanur.

Niyâzî kulunun yâ Râb vücûd-u zenbini mahv et,

Mülâzimdır kapunda ol heman ihsâna dolanur

Hakkında Mehmet Ali Bulut

1954’te Gaziantep’in İslâhiye ilçesinin Kerküt köyünde doğdu. İlkokulu burada tamamladı. Gaziantep İmam Hatip Lisesini ve ardından Gaziantep Lisesini bitirdi. 1978 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap ve Fars Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nden mezun oldu. Aynı Fakülte’nin Tarih Bölümünde doktora tezi hazırlamaya başladı. 1979 yılında Tercüman Gazetesi’ne girdi. Tercüman Kütüphanesinin kurulması ve kitapların tasnifinde görev aldı. Birçok kitap ve ansiklopedinin yazılmasına ve hazırlanmasına katkıda bulundu… Daha sonra gazetenin, haber merkezi ve yurt haberlerinde çalıştı. Yurt Haberler Müdürü oldu. Köşe yazıları yazdı… 1991 yılında Haber koordinatörü olarak Ortadoğu Gazetesi’ne geçti. Bu gazete 5 yıl süreyle köşe yazarlığı yaptı. Yeni Sayfa ve Önce Vatan Gazetelerinde günlük yazıları ve araştırmaları yayınlandı. 1993 yılında haber editörü olarak İhlas Haber Ajansı’na girdi. Kısa bir süre sonra ajansın haber müdürlüğüne getirildi. Mahalli bir ajans konumundaki İhlas Haber Ajansı, onun haber müdürlüğü döneminde Türkiye’nin ve Ortodoğu’nun en büyük görüntülü haber ajansı konumuna yükseldi. 1997 yılında İHA’dan ayrılmak zorunda kaldı. Bir grup arkadaşıyla birlikte Veri Haber Ajansı’nı kurdu. Finansal sıkıntılardan dolayı Ajansı kapattı. 1999 yılında BRT Televizyonuna girdi. Haber editörü ve program yapımcısı olarak görev yaptı. 2001 Mayısında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın danışmanlığına getirildi. 3 yıl bu görevde kaldı. Bir süre Ali Müfit Gürtuna’nın basın ve siyasi danışmanlığını yaptı. Turkuaz Hareket’in mantalitesinin oluşturulmasında büyük katkısı oldu. Bugün Gazetesi Yurt Haberler müdürü olarak çalışan Bulut, emekli ve sürekli basın kartı hamilidir. Eserleri: Karakter Tahlilleri, Dört Halifenin Hayatı, Geleceğinizi Okuyun, Rüya Tabirleri, Asya’nın Ayak Sesleri, Ansiklopedik İslam Sözlüğü, Türkçe Dualar, Fardipli Sinha, Derviş ve Sinha, Ruhun Deşifresi, Gizemli Sorular, Ahkamsız Hükümler, Can Boğazdan Çıkar, Sofra Başı Sağlık Sohbetleri gibi yayınlanma aşamasında olan çeşitli eserleri bulunmaktadır. Roman ve Hikaye: Mehmet Ali Bulut’un Roman türünde yazılmış Fardihli Sinha, Derviş ile Sinha adında iki romanı ve aynı serinin devamı olarak Zu Nima ve Fardipli Sinha 2 ve Fardipli Sinha 3 tamamlanma aşamasındadır. Diğer çalışmaları: Çeşitli dergilerde yayınlanmış çok sayıda makalesi, şiirleri bulunan Mehmet Ali Bulut son dönemdeki yazılarını haber7.com’da yayınlamaktadır. Bulut evli ve bir kızı vardır.

Ayrıca Bakınız

Çanakkale Geçilmedi…

Elhamdülillah, bu millet bir kez daha Çanakkale’nin geçilmez olduğunu gösterdi. Bir kere daha, bu millet, …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir