Her gün, bize bahşedilmiş yeni bir fırsattır. Ama biz de her seferinde onu, bir öncekine benzer şekilde harcar ve tüketiriz.
Ertesi gün yine güneş doğar. Bize yeni bir fırsat verilir. “Belki bu kere doğru yapabiliriz” diye. Ama biz onu da aynı öncekiler gibi; hiç de onun bize verilmiş yeni bir fırsat olduğunu idrak etmeden geçiririz.
Ve hayat böyle devam edip gider… Aynı hataları, aynı yanlışları yaparak, aynı cinayetleri işleyerek, önceki toplulukların akıbetine uğrarız.
Oysa o her bir gün yeni bir başlangıçtır. Bir önceki günde yapılan ve insanı mutsuz ve huzursuz eden kötü tecrübelerden uzak kalınarak, aklın ve vicdanın gerekleri doğrultusunda yaşanacağı varsayılarak ikram edilmiş yeni bir fırsat… Bu, böylece, insanın hiçbir bahanesinin kalmayacağı zamana kadar tekrar edip durur. Öyle ki kul Rabbin huzuruna çıktığında, kendisine takdir edilmiş akıbete hiçbir itirazı ve bahanesi kalmamış olsun!
Mamafih, hiçbir kul, hiçbir topluluk, vicdanında itiraf etmediği, “ben de bunu hak ettim!” demediği akıbete duçar olmaz! Tarihi inceleyin! Yok edilmiş, kaybolmuş, vicdanın kabullenmekte zorluk çektiği akıbetlere uğramış topluluklara bir bakın. Siz dahi diyeceksiniz ki, “evet bu insanlar bu sonucu hak etmiş!”
***
Yurtlarımızın, devletimizin, dinimizin pa-mal edildiği 1900’lü yılların üzerinden sadece iki jenerasyon, dört nesil geçmiş. Yani o elim hadiseler daha dün yaşanmış. Buna rağmen bakıyorum da olaylar nerede ise bire bir aynıyla tekerrür ediyor. Yine batı ‘sahip’, biz köle! Yahut onların himmetine muhtaç çaresiz gariban… Demek ki geçen yüz yıl, yaşadıklarımızdan tecrübe edinmemişiz. Dedelerimizin başına gelenleri okuyamamışız. Oysa her şey o kadar benzer ki!
Aktörler de hemen hemen aynı! Sadece bir iki fark var. Birinci felaketimizde -yani tüm dünyanın elbirliği ile Birinci Dünya Savaşı’nın başımıza açılıp İslam milletlerinin batı fırsatçılığının gönüllü uşakları haline getirilmesinde- büyük organizatör perde arkasındaydı. Şimdi fitneyi aleni idare ediyor. İsrail!
O tam bir bukalemundur. Baş edemezsiniz. Zira Allah’ın lanet ve hışmının bu millet hakkında artması için kıyamete kadar ona bu görev verilmiş. O, içine salındığı her kavmi ifsat etmek ve güç kendine geçince fesadını dünya çapında büyütmek üzere lanetlenmiş bir topluluk. Ellerindeki kutsal metinlerde lanetlenmelerine neden olmuş sayısız örnekler var. Çünkü beş bin yıllık tarihleri boyunca kendilerine verilen her fırsatı böyle kullandıkları görülmüş ve söz onlar üzerine sabit olmuş!
Görünmeyen Şeytan’ın insanlar arasındaki eli olmayı tercih etmişler. Filistin’de, bugün insanlığın baş belası olmuş şu devleti kurabilmek için Hıristiyan ümmetinin gücünü bize karşı kullandılar ve Osmanlıyı yıktılar. Hâlbuki Osmanlı onları bir zamanların Avrupa’sının hışmından korumak için binlercesini kendi yurtlarına getirip yerleştirmiş onlara sahip çıkmıştı. (Mamafih Osmanlı da istikametini kaybettiği, iktidarın devamını sağlayan bilgi ve teknoloji üretmeyi beceremediği ve adaletle hükmetmeyi sağlayan irade ve gücü yitirdiği için zaten yıkılmaya müstahak olmuştu… O da ayrı bir bahis! Belki de Allahın peygamberleri diliyle lanetlediği kavme sahip çıkması onu bu akibete müstahak kıldı. Amerika da o sonuca uğrayacak aynı sebeple… Çünkü Allah, o kavme “benden başka vekil edinme”(İsra,2) buyurdu. Kim ona vekil olsa, Rabbin hasmı olur!)
Tabii ki temelde insan hak etmedikçe başına felaketler gelmez. Ortadoğu halkları, ellerinde Kur’an gibi bir rehber varken, sonunda ahkâmda ve bilgide kendilerini Hristiyan batıya muhtaç hale düşürdükleri için, onlardan emir de almaya mahkum oldular. Fakat şu felaketlerin zahirine başımıza açılmasının müsebbibi İsrail’dir.
İsrail, büyük bir hülyanın peşinde… Dünyanın tüm güçlerini doğrudan veya dolaylı ele geçirmişler. Ve bunu, o arzuları için kullanıyorlar: Arzı Mev’ûdu diriltmek!
Sahip olmam istedikleri tüm topraklar bugün Müslümanların elinde. Ne yapıp edip almak için önce o toprakları, dünya kamuoyu önünde tartışmalı ve problemli hale getirmeleri gerekiyordu. Bunu Irak’ta başardılar. Irakta şimdi hiç birisinin tam olarak “Irak bana aittir” diyemeyeceği üç grubun elinde. Yarın Buriye bu hale gelecek ve ardından Türkiye ve Ürdün…
Kim sayesinde? Tabii ki biz Müslümanların ahmaklığı ve körlüğü sayesinde… Daha dün Saddam’ın başına gelenler ortada iken, Esad hangi gerekçe ile onun yaptığı hatalarını tekrar ediyor? Acaba Esed de aslında bölgenin diğer aktörleri gibi gerçekte Amarika’nın (yani İsrail’in) adamı olmasın? Saddam’ı düşünün, Arafat’ı düşünün…
Ben de inanıyorum, Esed o kimyasalları kullanmadı. Tıpkı, Saddam’ın nükleer silahı bulunduğu yalanı gibi bu da yalandır. Ama orada o kimyasallar kullanıldı… Kimin kullandığı mühim değil artık. Çünkü o, kendi halkına tanklarla, uçaklarla mermi boşaltmayı göze almış biri oldu. O bu adımı attıktan sonra birileri onu elbette istediği yere çeker ve çektiler. Şimdi belki de onu da alkışlar arasında linç edecekler biz de seyredeceğiz!
Eskiden İsrail, bu fitneleri çevirirken kendisini perde arkasında tutardı. Artık gizlemiyor. Çünkü Doğunun da Batı’nın da ‘güçlü kralları’ onların boyunduruğu altına girdi. Milletleri, ‘bal’ ve ‘Sıcak Sac’ yöntemi ile kendilerine hizmet ettiriyorlar. Artık tanrı ile güreşebilecekleri zamanın geldiğine inanıyorlar. Yakub‘un -yani İsrail’in- sabaha kadar güreşip yenişemediği adamın -haşa- Tanrı olduğunu öğrendiği kıssada olduğu gibi… Kısacası artık tüm dünya ila baş edebilecek güçte olduklarını inanıyorlar. O yüzden ne NATO’yu ne BM’yi takmıyorlar. (Zaten onlar dahi nihai noktada onların amacına hizmet etsinler diye kurulmuştur. Siz İsrail’in BM kararına uyduğunu hiç gördünüz mü?)
Doğuda Rusya ve Çin ve Hind… Tamamen onların güzünün içine bakıyor. Batıda hemen hemen tüm ülkeler, İsrail derin yapılanmasının –Siyonizm onlardan sadece biridir– kontrolü altında. Kimse kendi iradesiyle hareket etmiyor. Bugüne kadar Suriye’ye müdahale edilmemesi de, bundan sonra müdahale edilecekse, ne kadar ve ne miktar müdahale edileceği de İsrail’in takdirindedir!
***
Bu işin dönüp dolaşıp bizim başımıza sarılacağını biliyordum ama Almanya’nın -ki Alman derin devleti ve istihbaratı da tıpkı CİA, Pentagon, BM gibi onların emrindedir- Suriye’ye müdahalede yan çizeceğini düşünememiştim. Almanya şaşırttı. Bu da, Suriye’deki kavganın farklı boyutlar kazanabileceğini göstermektedir.
Almanya I. Dünya Savaşı’nda da Batı ile aykırı hareket ediyormuş gibi gözüktü. Osmanlının itimadını sağlamak için… Almanya ikna etmeseydi Osmanlı o savaşa girmeyecekti. Hâlbuki plan Osmanlıyı savaşa sokmak ve paylaşmaktı. Tüm tarihçiler biliyor ki, Osmanlı’nın bitirilmesi için yapılan ittifakın içinde Rusya, İngiltere ve Fransa ile birlikte Almanya da vardı. Almanya ‘karşı taraftaki oğlan’ rolünü üstlendi. Osmanlı o tarafta da yer alsa bu tarafta da yer alsa bitirilecekti…
Şimdi Almanya yine Batı ittifakının karşısına geçiyor. Zahirde sebepler belli.
Birincisi; Almanya’nın önünde sonunda Amerika ile görülecek bir hesabı var elbette. Bunu biliyoruz. İkincisi ve bence en mühimmi, Almanya, ta baştan itibaren -II. Dünya Savaşından sonra belirginlik kazandı- Şii dünya ile iş görmeyi tercih etmiştir. İslam dünyasındaki Şii ve Alevi yapılanmalara yakın durmayı, onları desteklemeyi, paylaşılmış Ortadoğu’da, menfaatlerini sürdürmenin vesilesi bildi. İran’a ağır Batılı ambargoların(?) uygulandığı zamanda bile o ambargoları gizli gizli delmiştir… İran’ı bu kadar kendisine inandırmışken, Suriye konusunda Amerika ile birlikte hareket etmesi, onun, bu bir asırdır süren çabalarını akim bırakabilirdi. Bu tavır, onun İran ve Şii dünya -tabi PKK’nın da bir kolu- ile ne kadar yakın ilişkiler içinde olduğunu da gösterir.
***
Suriye önünde sonunda vurulacak. Ne zaman ne şekilde olacağını İsrail belirleyecek ama vurulacak. Ama bunun ne Müslümanlara, ne Suriye halkına ne de bu kadar sıkıntı çeken, elini taşın altına sokan Türkiye’ye yakın planda faydası olacak.
Ben isterdim ki, Türkiye başka bir İslam devletini de ikna ederek Suriye’ye müdahale etsindi. Yapamadılar, müsaade edilmedi sanırım… Tıpkı Körfez Savaşında, İsrail’in, Irak’a müdahale edecek güçler arasında Türkiye’nin de bulunmasına müsaade etmediği gibi… Türkiye işin içinde olsaydı Irak şu hale mi gelirdi?
Ben o vakit, o müdahalenin “II. Babil Operasyonu” olacağını, şu veya bu şekilde Irak’ın mutlaka parçalanacağını; Türkiye müdahale eden güçlerle birlikte hareket etmez ve kendisi de kuzeyden girmezse, en çok zarar gören taraf olacağını kendimce yazdım durdum… (Çünkü İsra Suresi, (6. Ayet) bize açık bir şekilde, tarihteki İsrail devletlerini yıkan kavimden öç (kerre) alınacağını haber veriyor… İsrail devletlerinin birini Ninovalılar diğerini de Babillire -ikisi de Irak halkları- yıkmıştı.) Öyle de oldu.
***
Şimdi aynı şey Suriye için geçerli. Türkiye seyirci kalmamalı. Kalamaz zaten. Şu veya bu şekilde işin içine çekilecek. İran orada, Hamas orada, Halkın Mücahitleri orada, Rusya orada, Türkiye niye girmesin. Herkes içine girmiş, Türkiye girmesin diye yaygara koparılıyor…
Çünkü Amerika’nın niyeti tepeden üç beş bomba atıp çekilmek… Ne rejimle derdi var ne de orada yaşanan dramla… Onlar, yarın bir gün teröristlerin eline geçebilecek(?) silahlarla ilgililer. O halledildikten sonra çekilirler. Suriyeliler de birbirini katletmeye devam ederler. Irak’ta olduğu gibi! Kısacası, Amerika’nın havadan müdahalesi Suriye yönetiminin veya Esed rejiminin değil, Suriye halkının ve Müslümanların cezalandırılması olacaktır. İsrail, kendisi için tehdit olabilecek hiçbir güç ve yapılanma istemiyor bu bölgede.
Yapılacak olan budur. Türkiye mutlaka başka bir açılım yapmalı ve karadan bir müdahalenin bir çaresini bulmalı. Aksi takdirde oraya atılacak her bomba bir kere daha İslam’ın yurtlarının yakılıp yok edilmesine hizmet edecektir bir kere daha.
Kim üzerinden? Şii gelenek üzerinden…
Burada şu soru sorulabilir: Türkiye ‘adil'(!) davranarak olaylara seyirci mi kalmalı? Yoksa kendi halkının çıkarlarını esas bilerek ama yine adalet içinde kalarak mı hareket etsin?
Ben ikincisinden yanayım. Evet, İslam kendi mensupları arasında uhuvveti esas tutar. Kur’an, iki Müslüman taife biribiriyle çatıştıklarında. Üçüncü güçlere araya girip barış sağlamalarını emreder. Eğer bir taraf barışa yanaşmıyorsa diğer tüm Müslümanlar o barışa razı olucaya kadar onunla mücadele etmek zorundalar.
İslam dünyası bu ilahi emri yerine getiremediği için Irak, Suriye ve diğer islam bölgelerinde acılar yaşanıyor. Biz kendi meselelerimizi çözemediğimiz için, birilerini, bizim zalimimizi cezalandırması için çağırıyoruz. O da gelip çadırımızın içinde efendi olarak oturuyor!
Böylece biz, kadere fetva verdiriyoruz ki, biz bu zillete müstahakız…
Avruha uzun yıllardır bu iç zaafımızan istifade ediyor. Ben sanıyordum ki Müslümanlar artık akıllandılar. Çünkü Fecr-i sadık yakınlaştı ki İslam’ın yıldızı yeniden yükselsin. Ama görüyorum ki hala bu yurtlarda ahmaklık diz boyu. Müslümanlar birbirine düşmanlık etmeyi, birbirini sevmekten daha çok seviyorlar.
***
Rivayetlere bakılırsa Suriye’nin Türkiye’ye yönelik tehdidi boş değil… Bu tehdidin arkasında sadece Suriye yok çünkü. Rusya var ve İran var.
Türkiye NATO’ya güveniyor ama NATO, biz helak olmadıkça müdahale etmez. Suriye’ye müdahale etti mi? Saraybosna harap olmadan, yüzbinlerce insan ölmeden ve yüzbinlerce kadın tecavüze uğramadan kıllarını bile kıpırdatmadılar. Aynı akıbet Türkiye için de olabilir.
Çünkü rivayette var ki, bu havalide fitne çıktığında güneydeki devlet kuzeydeki devlete saldırır. Torosları aşar. Taa sonra kuzeydeki devlet aşağılara doğru iner ve belki de Mekke Medine’ye kadar varır. Ama önce ciddi bir darbe yer.
Dolayısıyla Türkiye Suriye tehdidini, Suriye tehdidi olarak algılamamalı. Bu tehdidin Rusya’dan, İran’dan geldiğini bilmeli, ona göre gardını almalı…
İsrail kendisini garantiye aldı. Türkiye topraklarını da kullanarak füze kalkanını oluşturdu. Hatta Rusların tespit ettiği gibi, Amerikan gemilerinden kendisine yönelttiği iki balistik füzenin rotasını saptırıp denize düşürdü. Yani kendisini gelecek tehditlere karşı koruduğunu gösterdi.
Ya Türkiye?
Allah bu millete merhamet etsin?
[1]) Gözümle ilgili yaşadığım bir rahatsızlık sebebiyle iki haftadır yazamıyordum. Özür dilerim. MAB