Oruç ve Kur’an İlişkisi

Nasıl ki namaza durabilmemiz için abdest temizliğini yapmamız gerekiyor, Ramazan’ın yirmi yedinci gecesi sadrımıza inecek Kuran’ın feyiz ve bereketinin bizde karar kılması için de vucudu temizlemek gerekiyor…

Bir önceki yazımızı şu satırlarla bağlamıştık:

“Bir insan eğer her dokunduğu şeyi şerefli kılan Kur’an’a muhatap olma kabiliyeti kazanmak ve onun feyzinden yararlanmak istiyorsa, bedenini oruç ameliyesi ile temizleyecektir.

Nasıl ki namaza durabilmemiz için abdest temizliğini yapmamız gerekiyor, Ramazan’ın yirmi yedinci gecesi sadrımıza inecek Kuran’ın feyiz ve bereketinin bizde karar kılması için de vücudumuzu, oruç operasyonu ile ‘ruhî hades’ten ve ‘bedenî neces’ten temizlemiş olmamız gerekiyor… “

Evet hakikaten Kur’an temas ettiği her şeyi şerefli kılan bir nur, bir iksir, bir sırdır.

Bakara Suresinin 183. Ayetinde Cenab-ı Hak, bize oruç tutma emrinin, insan tabaatı açısından olmazsa olmaz bir emir olduğunu -oruç emrinin ke-te-be ile anılması, insan tabiatı için vazgeçilmezliğinin de işaretidir- hatırlattıktan sonra, o emri yapamamanın mazeretlerini de sıralar. Bu mazeretler üçtür “hastalık, yolculuk ve güc yetirememek” (yutîkun)tir.

Hastalık, insan bedeninin doğal düzeninin bozulmuş olmasıdır. Buna sebebiyet veren unsurlar ellete ki çoktur…  Eski ve yeni tıbbın yaklaşımlarından yararlanarak insanın bedeninin doğal işleyişini bozan faktörleri 4+1 başlık altında toplamak mümkündür. Bunlar, 1- Gıdalar, 2- Rih(yapısal bozukluklar), 3-Nazar, Büyü, Sihir vb gibi vücut enerjisinin bloklanması 4- Enfeksiyon (Bakteri, virüs, bulaşıcı hastalık)lardır.

Artı 1 dediğimiz ise insanın ‘Dünya Görüşü’dür. Yani İnançlı olup olmamasıdır.

Gıdaların insan sağlığının nasıl baş belası haline geldiğini artık çok iyi biliyoruz. Gerçekten de bugün gıda güvenliği tüm insanlığın sorunu haline gelmiştir. Bu konudaki izahlarımı Can Boğazdan Çıkar kitabıma havale ederek burada kısaca ‘üzerine Allahın adı anılmamış’ tabiri üzerinde biraz durup geçeceğim. Çünkü bugün insanlığı gizli avlayan ve hasta eden bu “üzerine Allahın adı anılmamış” gıdalardır. Diğerlerini az cok buluyoruz ama bu problem henüz insanlığın keşfedebildiği bid bela değil.

Kuran yiyecekler konusunda dört temel yasak getirir. Bunlar leş, kan, domuz eti ve ‘Allahtan başkası adına kesilen’dir. Fakat yazık ki bu tüm yasaklar da insanlar tarafından işlenmektedir.

Ben bütünü üzerinde durmayacağım. Özelikle kan ile ilgili söyleyeceklerim, en dindar insanların dahi itirazına sebep olacağına inandığım için ondaki yasağın hikmetinin bugün ne anlama geldiğine girmek istemiyorum. Leş ve domuz eti konusunda Müslümanlar müttefiktir ama kan kullanımı ve ‘üzerine Allah’ın adı anılmamış veya Allah’dan başkası adına kesilen’ler hususunda o ittifakı -zahirde var olmasına rağmen- göremiyorum.

Çünkü sadece’ kanın yenilmesi veya içilmesi haramdır’ sanılıyor. Oysa kanın kullanımı haramdır. İsterse bu ameliyatlar yoluyla olsun. Çünkü kan, -henüz üzerinde durulmadığı için bilinmiyor- tıpkı sebavet döneminde emilen süt gibi genetik yapıya müdahil olan bir gıdadır. Bu konuda Müslüman tabiplere çok ciddi görev düşüyor. Domuz etinin, leşin neden haram olduğunu bilimsel çalışmalarla biliyoruz ama kanın neden haram kılındığı üzerinde yeterince araştırma yapılmamış. Ciddi incelendiğinde görülecek ki kan alınıp verilmesi, umumi bir ırsiyet yaygınlığına (akrabalığa) dahi sebebiyet vermektedir…

‘Üzerine Allahın adı anılmamış” ifadesine gelince… Hiçbir Müslüman üzerine Allah’ın adı anılmadan kesilmiş hayvanların eti’ni hç bir Müslüman bilerek yemez. Bu konuda problem yok. Enam suresinde geçen ‘üzerine Allahın adı anılmamış’ (121. Ayet) ifadesiyle Bakara 173. Ayette geçen ve aynı anlam verilen  “Vema uhille bihi li-gayrillahi” ifadesi birbirinden farklıdır. İlk ayetten bile sadece, ‘besmelesiz kesilen hayvan eti’ni anlamak mümkün değildir. Hele Bakara Suresinin 173. Ayeti çok daha farklı sırlar içeriyor.

U-hil-le kelimesi kök itibarıyla e-hel-le’den gelir ve aya baktı, ay göründü, sesini yükseltti anlamları vardır. Bir de bu fil ile akraba olan ve aynı harflerden inşa edilmiş bulunan e-he-le fiili vardır ki o da akrabalık ve yakınlık ifade eder. Ehlileştirmek, evcilleştirmek, akraba olmak, evlenmek, mamur ve meskûn olmak gibi manalara gelir. Müfessirler, bu fiilin ayette -bi- ön ekiyle kullanılmış olduğuna bakarak, fiilin ‘Kurban keserken Sesini yükseltmek veya inandığı İlahın adını anmak’  anlamını tercih etmişler ki son derece isabetlidir. Ancak, bu ifade, o ayetten, başka manalar çıkarmamıza mani değildir.

Gerek ‘üzerine Allahın adı anılmamış’ ifadesi, gerekse ‘uhille bihi li gayrillahi’ ifadesi, bugün genetik yapısı bozularak bir meyveden veya etten sayısız akraba meyveler ve etler var etmeyi de içermektedir. Yani demek ister ki, siz nasıl ki üzerine Allah’ın adını anmadığınız zaman o meyve sizin tabiatınıza zarar verecek hale geliyor, aynı şekilde ezelde takdir edilmiş halinden çıkarılarak, bir meyve veya sebzenin, nefis hesabına bir tür ehlileştirilmiş hali olan başka bir yapı ile size sunulması dahi haramdır. Çünkü her meyvenin yapısı ve tabiattı ezelde Allah tarafından takdir edilip öylece bırakılmıştır. Ona dokunulması üzerine konulan Allah mührünün bozulması gibidir… Ve maalesef gıdaların tabiatı da bu tür müdahalelere fırsat verir mahiyettedir…

Bakara Suresi’nin 119. Ayetinde geçen Şeytan’ın ağzından bize aktarılan  “Onları mutlaka saptıracağım, mutlaka onları kuruntulara sokacağım ve onlara emredeceğim… de Allah’ın yarattığını değiştirecekler.” Şeklindeki ifade, bu yorumu yapma imkânı veriyor.

Cenab-ı Hak, ta ezelde insanı yaratırken, onun bünyesini bozmayacak gıdaların tabiatını da bizzat takdir etmiştir. Onların üzerine kendi adını anmıştır; her birinin yapısını kendi adı ve takdiri ile insana yararlı kılmıştır veya zararlı kılmıştır.

Bu âlemde hem temiz hem pis gıdalar vardır. Onların tabiatındaki farklılıklar, mahlûkatın tabiatının farklılığına bakar. O gıdaların hepsi insanlar için değildir. Hayvanlar da onlardan beslenecektir. Allah mukerrem olan Beni Ademi, hayvandan ayırt etmek ve yüceltmek için, onun ‘sadece temiz olanlarını’ yemesine müsaade etmiştir.

Çünkü ‘temiz’ olmayan gıdada insanın  ‘selim olan fıtratını bozmayacak’ etkenler de mevcuttur. O yüzden de ta ezelde insanı var ederken, onu yiyebileceği gıdaları bizzat takdir ederek tabiatlarını sabit kılmıştır. Bir tür, üzerine kendi adını anmıştır.

Şeytan ise insanın apaçık düşmanı olduğu için, onu maksadından alıkoymak ve yeniden hayvaniyete döndürmek için, insana, emretmiştir ki, gıdaların tabiatını bozsun. Çünkü insan en hızlı, gıdalarla bozulabilir ve değişebilir.

O yüzden de Bakara  119’da ifade edildiği gibi, Şeytan insanlara emrederek, gerek etleri ve gerekse meyveleri, tohumları ezelde takdir edilenin dışına çıkararak onları insan bünyesini tahrip edecek, mutasyona uğratacak hale getiriyor.

Bunlar da zahiren temiz görünüyor, asıl meyve veya etlerle ‘akraba’ görünüyor olabilirler ama değiller. U-hil-le kelimesi ile e-he-le kelimesi de kök itibarıyla akrabadırlar fakat farklı manalar içerirler. Dolayısıyla bugün, yukarıda bahsi geçen iki ayetten sadece üzerine Allahın adı anılmamış davar etini anlamamız gerekmiyor. Pekala, ‘tabiatı tağyir edilmiş’ meyveler, birer ‘katır’ olan nimetler dahi, ‘üzerine Allahın adı anılmamış’ kategorisine girerler.

Nitekim bugün GDO’lu denilen (yani ezelde Alah’ın takdir ettiği halin dışına çıkarılan) ama zahirde asıllarını aratmayacak kadar hoş ve leziz görünen nimetler dahi, tıpkı üzerine Allah’ın adı anılmadan kesilen hayvanlar gibi murdardır… fakat maalesef bu konular, henüz yeni ve üzerlerinde dinin temel yaklaşımları oluşmuş değil.

Ama biz, tabiatı bozulmuş, değiştirilmiş veya birbirine katılarak farklı biçim verilmiş meyve ve tohumların insana neler yapmaya başladığını görüyoruz artık.

İşte bu yollarla kendi nefsine zulmetmiş insanlar için dahi Ramazan (yakan) ve oruç büyük bir fırsattır ki insanı tabiatını o tortulardan temizlemeye hizmet eder.

Kuran ve İnsan

Esasında, oruç, hem ahlakın hem bedenin güzelleştirilmesi, insanı insan olmaktan alıkoyan hallerden temizlenmesi için insana sunulmuş muazzam bir nimettir. Orucun insan bünyesinde var ettiği ameliye o kadar muazzamdır ki, insan ancak o sayede, üzerine Kur’an’ın inebileceği ulviyete ve safiyete ulaşabilir.

Nitekim Kur’an, da oruç emrinden hemen sonra Ramazan ayını anar ve onda Kur’an’ın indirildiğini haber verir. Bakara Suresinin 173 ve 174 ayetleri oruç emri ve muhatapların halleriyle ilgilidir. Hemen arkasından gelen 175. Ayet ise “O ramazan ayı ki onda Kur’an inmiştir” diye başlar… Oruç ile Ramazan arasında var olan illiyet bağının gerekçesini ortaya koyar.

Yani nasıl ki, Oruç, Ramazan’ın (insanı temizleyen ateşin) bir meyvesi ise, Kur’an dahi onun bir nurudur ve meyvesidir.

Kur’an bir kelam-ı Ezelidir. Rabbbin indirdiği bir nur ve rahmettir. Bir şeref ve izzettir. İlahi nefesin dokunuşudur. Haydır ve hayatdardır. Dokunduğu şeye kıymet ve değer katar; hayat verir kudsiyet kazandırır.

Ancak insanın o değeri taşıyabilecek liyakate gelmesi için önce, tam ve gerçek bir temizliğe ve safiyete ulaşması gerekir. Hidayet ve rahmet olan Kur’an’ın insana dokunabilmesi, onun kalbine inebilmesi ve ona nüfuz edip nurlandırması için önce o bünyenin her türlü pislikten ayıklanması gerekir.

Çünkü Kur’an indiği her şeye ve her yere kıymet kazandırmıştır.

İşte Mekke! Kuran’ın şehri olduğu için ‘ummü’l-kurâ’dır. Mekke sıradan bir şehir iken Kur’an ve Kabe sayesinde diğer tüm şehirlerden yüce olmuştur.

Hira sıradan bir dağ iken, Kuran orada inmeye başladığı için Cebel-i nur olmuştur, nurlanmış ve gönüllerde bir kudsiyet kazanmıştır.

Hz. Muhammed (asv) bizim gibi bir insan olduğu halde üzerine Kur’an indiği için yaratılmışların en şereflisi olmuştur. Evet, Kuran her neye temas etmişse onu şereflendirmiş, yüceltmiş ve değerini arttırmıştır.

İnsan dahi ancak o ilahi kelamın onda hayatlanmasıyla değer ifade edebilir ve yücelebilir. Bunun için de insan, önce Ramazan orucuyla yedikleri, içtikleri, yaptıkları ettiklerinin ona yüklediği pislikleri, tortuları yakması ve onu hayvansı kılan şehvaniyetten temizlenmesi gerekir ki, Kuran nuru gelip ona konabilsin.

İnsan tabiatındaki o hapisliklerden kurtulmadıkça şu nimete mazhar olamaz. O nimete mazhar olmanın yegâne yolu mutlak temizliktir. Bu da ancak oruç gibi insanın içini ve ruhunu temizleyen, ahlakını güzelleştiren, sabrını arttıran bir ameliye ile mümkün olabilir.

Dolayısıyla Cenab-ı hak, Kuran7ın insan kalbine temlas edebilmesinin önüne ramazan orucunu koydu ki insan temizlensin de Ramazanın hakiki meyvesi olan Kuran’a el uzatabilsin.

Evet ramazan öyle bir ateştir ki oruç körüğü ile insanı yaka yaka saf ve sarim bir kılıç haline getirir. Hakkın elinde Barika asa bir elmas kılınç yapar. Hayatlandırır.

İnsanda ‘rüşd’ün açığa çıkması, hikmetin onda karar kılması, hakkın tecelli etmesi ve nihayetinde bir alem olan kendi kainatının ruhu ve manası haline gelmesi ancak şu temizlenme ve o temizlenme sonucu Kura’nın onun sadrına inmesi ile mümkündür.

İnsan şu kâinatın hem meyvesi hem çekirdeğidir. Kalbine derc edilmiş muhabbet bir alemi dolduracak kadar büyüktür. İşte o çekirdeğin inbisat edip yeni ve muhteşem bir alem olması için şu kuran Nur’unun ona ilkah edilmesi lazımdır ki o çekirdek filizlenebilsin.

Ey âlemin devamının teminatı olan ve ey temiz nefesleriyle şu alemin bekasına vesile olan mümin insan, gönlündeki Hira’nın Cebel-i nur olmasını arzu ediyorsan bu günleri ve ondaki vazifeleri boşa geçirme…

Selam o mümine ki, çabasıyla ve cehdiyle “leallekum yerşudun!” (umulur ki rüşde/en doğruya hikmete ve aklı selime erersiniz) ayetinin mazharı olur!

Hakkında Mehmet Ali Bulut

1954’te Gaziantep’in İslâhiye ilçesinin Kerküt köyünde doğdu. İlkokulu burada tamamladı. Gaziantep İmam Hatip Lisesini ve ardından Gaziantep Lisesini bitirdi. 1978 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap ve Fars Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nden mezun oldu. Aynı Fakülte’nin Tarih Bölümünde doktora tezi hazırlamaya başladı. 1979 yılında Tercüman Gazetesi’ne girdi. Tercüman Kütüphanesinin kurulması ve kitapların tasnifinde görev aldı. Birçok kitap ve ansiklopedinin yazılmasına ve hazırlanmasına katkıda bulundu… Daha sonra gazetenin, haber merkezi ve yurt haberlerinde çalıştı. Yurt Haberler Müdürü oldu. Köşe yazıları yazdı… 1991 yılında Haber koordinatörü olarak Ortadoğu Gazetesi’ne geçti. Bu gazete 5 yıl süreyle köşe yazarlığı yaptı. Yeni Sayfa ve Önce Vatan Gazetelerinde günlük yazıları ve araştırmaları yayınlandı. 1993 yılında haber editörü olarak İhlas Haber Ajansı’na girdi. Kısa bir süre sonra ajansın haber müdürlüğüne getirildi. Mahalli bir ajans konumundaki İhlas Haber Ajansı, onun haber müdürlüğü döneminde Türkiye’nin ve Ortodoğu’nun en büyük görüntülü haber ajansı konumuna yükseldi. 1997 yılında İHA’dan ayrılmak zorunda kaldı. Bir grup arkadaşıyla birlikte Veri Haber Ajansı’nı kurdu. Finansal sıkıntılardan dolayı Ajansı kapattı. 1999 yılında BRT Televizyonuna girdi. Haber editörü ve program yapımcısı olarak görev yaptı. 2001 Mayısında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın danışmanlığına getirildi. 3 yıl bu görevde kaldı. Bir süre Ali Müfit Gürtuna’nın basın ve siyasi danışmanlığını yaptı. Turkuaz Hareket’in mantalitesinin oluşturulmasında büyük katkısı oldu. Bugün Gazetesi Yurt Haberler müdürü olarak çalışan Bulut, emekli ve sürekli basın kartı hamilidir. Eserleri: Karakter Tahlilleri, Dört Halifenin Hayatı, Geleceğinizi Okuyun, Rüya Tabirleri, Asya’nın Ayak Sesleri, Ansiklopedik İslam Sözlüğü, Türkçe Dualar, Fardipli Sinha, Derviş ve Sinha, Ruhun Deşifresi, Gizemli Sorular, Ahkamsız Hükümler, Can Boğazdan Çıkar, Sofra Başı Sağlık Sohbetleri gibi yayınlanma aşamasında olan çeşitli eserleri bulunmaktadır. Roman ve Hikaye: Mehmet Ali Bulut’un Roman türünde yazılmış Fardihli Sinha, Derviş ile Sinha adında iki romanı ve aynı serinin devamı olarak Zu Nima ve Fardipli Sinha 2 ve Fardipli Sinha 3 tamamlanma aşamasındadır. Diğer çalışmaları: Çeşitli dergilerde yayınlanmış çok sayıda makalesi, şiirleri bulunan Mehmet Ali Bulut son dönemdeki yazılarını haber7.com’da yayınlamaktadır. Bulut evli ve bir kızı vardır.

Ayrıca Bakınız

Çanakkale Geçilmedi…

Elhamdülillah, bu millet bir kez daha Çanakkale’nin geçilmez olduğunu gösterdi. Bir kere daha, bu millet, …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir