Kur’an, insanları inanç ekseninde iki millete ayırır; “Küfür ehli bir millettir” der.
Küfür illa da Cenab-ı Rabbü’l-Âlemini inkar etmek değildir. Hakikati görmezlikten gelmektir aynı zamanda. Bir şeyin görülmesine mani olmaya çalışmak, bilinmesinde yarar olan bir şeyi halktan gizlemek de bir küfürdür.
Mesela, iktidar partisine mensup bir kısım siyasetçilerin/belediyecilerin, işledikleri haltları veya kamu malını iç etmeleri gibi yolsuzlukları görmezlikten gelmek yahut bir kısım partililerin devletin imkânlarını kendi babalarının mülkü imiş gibi kullandıklarını bilip gizlemek de bir küfürdür.
Keza toplum menfaatini ilgilendiren meselelerde bir siyasi ekibin hatalarını ‘kol kırılır yen içinde kalır’ küfri usulüyle görmezlikten gelmek de…
Öte yandan, yıllardır milletin anasını ağlatmış bir zındıka komitesinin, saklı iktidarını ayakta tutmak için sergilediği her türlü cunta faaliyetlerini, olağan bir şeymiş gibi millete yutturmaya çalışan gazetecinin hali de küfürdür.
Türkiye’de yer yerinden oynuyor, bir yığın eski ve kanlı çamaşırlar ortaya çıkıyor, bakıyorsunuz adam televizyona çıkıp pişkin pişkin o kan emicileri koruyor yahut yaptıklarına bir kılıf uyduruyor. Ya bu kan ne dediğiniz zaman da pişkin pişkin, “Ha o mu? O kan değil, salça suyudur. Duvarlara resim yapıyorduk, sıçramış işte!’ diyebiliyor.
İşte bu, tam bir zona halidir.
Toplumsal zona, beraberinde siyasal mankurtlaşmayı getirir. Böyle bir ortamda kimsenin kimseyi anlama ihtimali kalmaz. Anlama çabası ortadan kalkınca da en küçük sembollerle insanlar yargılanır, hatta öldürülür.
Siyasetin kilitlenmesi de o mankurtlaşmanın bir neticesi. Özellikle Meclis’teki o kavgadan sonra, artık bu meclis hiçbir şey üretemez. Ürettiği her şey bir kesim tarafından ‘şaibeli’ görülür ve ‘AK Parti’nin dayatması’olarak algılanır. Bu da birilerinin istediği ortamdır. Önce iktidarın faaliyetleri şaibeli hale getirilmeli ki, ardından sizin dayatmalarınız meşru(!) olsun. 28 Şubat sürecinde de aynısını yapmadılar mı? İmam Hatip okullarının önünü kapatmak için uygulamaya konulan 8 yıl dayatmasına kim ne diyebildi?
İşte Danıştay’ın şimdiki katsayı ile ilgili tutumu da bu nevidendir! Eskiden, yaptıklarına makul bir gerekçe bulma çabaları vardı. Artık gerekçeye bile ihtiyaç duymuyorlar. ‘Ben yaptım oldu’ diyorlar. Rahmetli Özal’ı‘Anayasayı bir kere delmekle bir şey olmaz’ deme noktasına getiren saçmalıklar silsilesini hatırlayın. İşte bakın Danıştay, net ve açık bir şekilde keyfi ve cebri davranıyor. Telaş da etmiyor. Oysa YÖK de en az onun kadar özerk bir kurumdur. Açıkça Danıştay iktidara diyor ki ‘Ben YÖK mök tanımam. Seni sevmiyorum. Zaten babanı da (Erbakan) sevmemiştim. Allah bir desen bile boş! Ben inançlı insan yetiştiren İHL’leri de istemiyorum! Gücün yetiyorsa….”
İktidar ne yapsın şimdi? Kendisine karşı darbe girişiminde bulunan askerlere ne yaptı ki Danıştay’a bir şey yapabilsin.
İşte bu, tam bir PATA halidir!
Zorladığınızda, sizin de öngörmediğiniz neticeler doğabilir demektir. Bu noktadan sonra bireysel cesaret, yani ‘göze alma’ raconu işlemeye başlar… Sayın Bahçeli, ‘bundan sonra MHP sıralarına bir metre yaklaşan görür başına ne geleceğini’ diyerek neler göze alabileceğini ima etti.
Bakalım millet neyi göze alacak. Bugüne kadar, böyle durumlarda, daha ileriye gitmeyi göze almadı çünkü. O yüzden de her seferinde Zındıka kazandı. Menderes’in asılması onun sonucudur. Eğer millet, o gün o darbecilere karşı demokrasiden yana tavır koysaydı Menderes asılmazdı. Milletin önünü açmaya kalkışan Özal’a suikast yapılmazdı. Veya gelmiş geçmiş hükümetler içinde, -(1923 hükümetinden sonra)- ekonomiyi reel anlamda düzelten Erbakan hükümeti, tamamen keyfi ve orman kanunlarıyla iktidardan indirilmezdi.
Fakat nedense, bu derin zındıka komitesi, her seferinde kullanacak bir mecra ve bir Truva atı buluyor. Bakalım bu sefer kendini kurtarmak için hangi partiyi kullanacak.
Onu da yarın görelim…