Geçen hafta bir konferans münasebetiyle İslâhiye’deydim.
İstanbul ve Ankara’da çalışan gazeteciler Anadolu’ya gittikleri zaman, insanlar onları, sanki her şeyi bilen biri gibi karşılar ve soru sorarlar. Hatta bazen İŞİ, sanki o gazeteci her şeyi biliyormuş da söylemiyormuş havasına sokarlar.
Ve tabii bu arada bölgede dolaşmakta olan fısıltıları da bilgiç bir eda ile aktarırlar. Yani kendilerinin de esasında boş olmadıklarını memleket meselelerinden haberdar olduklarını göstermek isterler.
Bu kere de öyle oldu. İslahiye’ye ayak basar basmaz, insanlar, Suriye-Türkiye ilişkileri, terör olayları, hükümet politikaları, yerel siyasetçilerin yaptığı yanlışlar vs gibi konularda hem güya fikrimi almaya çalıştılar bir yandan da kendi inandıkları fısıltıya benim de inanmamı sağlamaya çalışıyorlardı.
Terör ve terörle mücadele edenlerin kasıtlı ihmalkârlığı hala fısıltı gazetesinin sür manşeti! Güya dördü kadın on iki terörist, bölgede görülmüşler. Amanos dağlarının Fevzipaşa- İslahiye arasındaki bölgede elektrik üretmek için kurulmuş çok sayıda rüzgar gülü var. Tabii güçlü bir güvenlik örgütü de. Güya tesislerin güvenlik şefi, onları gece tesbit etmiş ve durumu ilgili mercilere bildirmiş. Güya üst düzey bir askeri yetkili de ‘boş verin karışmayın’ demiş. Konuyu anlatan zat, sonra bilgiç bir edayla ‘Bugün yarın yine bir felaket habere alırız korkarım’ demeyi de ihmal etmedi.
Anlatılanları o anda pek kale almadım. Fakat ertesi gün Dörtyol’daki baskında askerlerimiz şehit düşünce söylenenler benim de kafama takıldı.
“Yani hala mı?” diyesi geliyor insanın ama Uludere ile ilgili istihbaratın ‘Amerika’dan geldiği İddiası’nı duyunca hakikaten ben de işkillendim. Yani hala askeriyenin içinde, istihbaratları çarpıtan, terör örgütüne destek veren yahut dış mihrakları dinleyip halkına ve ülkesine zarar veren tipler olabilir mi?
İslâhiye, Kilis ve Reyhanlı kadar olmasa da Suriye sınırınaa yakın bir ilçe. Orada da, Esad’ın katliamlarından kaçıp gelmiş 6 bin 300 Suriyeli var. İslâhiye’nin önceki Belediye Başkanı sevgili kardeşim Mehmet Uludağ, beni çadır kente götürdü.
İnsanlar mutlular. Etrafı tel örgü ile çevrili ama insanların rahat girip çıktıkları çadır kentte bir huzur havası hakim. Çocuklar oynuyor. İnsanlar, seyyar pazarlar kurmuşlar bir şeyler satıyorlar. Kiminle konuşsanız, mutluluklarını ve teşekkürlerini ifade ediyorlar.
Fakat çevrede tuhaf söylentiler de yok değil. Onların orada bulunmasından rahatsız olanlar az değil yani. Bölge bağlık bir bölge… Memnuniyetsizliklerini ifade edenlerin en basit bahaneleri ‘bunlar ilerde bizim bağlarımıza, bahçelerimize zarar verirler’ şeklinde.
Esasında, onlara bunu söyleten ‘kara propaganda’ . Suriye bayağı etkili olmuş ki, bir kısım insanlar bu zavallıları PKK’lı teröristler gibi terörist sanıyor. ‘Türkiye nasıl PKK’lalara karşı şurada burada tank sürdürüyorsa Suriye de bunu yapıyor” diyorlar. Bence bu, tek başına Suriye’nin başarısı… Böyle düşünenler az değil çünkü. Büyük bir ekseriyetin ise ne olup bittiğinden haberi yok. Suriye Türk halkının bir kısmını etkilemeyi başarmış. En azından muhalifleri… Üstelik İslahiye bölgesi tamamen Sünni. Yani mezhepsel bir birliktelikten de söz edilemez.
***
Suriye’den gelenler arasında hiç Kürt yokmuş. Kürtçe bilen de yok. Hepsi Sünni Arap! Zaman zaman Türkiye sınırını da ihlal eden çatışmaların en yoğun yaşadığı Kuzey Suriye bölgesinde çok sayıda Kürt yaşıyor olmasına rağmen, Türkiye tarafına kaçıp gelme ihtiyacı duyan kimse olmaması ilginç. Üstelik. İslâhiye’nin birçok köyünün Suriye’nin köylerindeki halklarla akrabalık ilişkisi var.
Bu demek oluyor ki, ya Kürtler baskı görmüyorlar ya da Türkiye, Suriye Kürtleri nezdinde Esad kadar bile güvenilir gelmiyor.
İkinci bir husus daha var ki insanın asıl canını sıkan o. Türkiye hiçbir şekilde propaganda yapamıyor, etkili olamıyor. Doğru davasına bile anlatmaktan aciz. Sınır bölgesinde bir yığın yerel ‘Hüsni Mahalli’ler zuhur etmiş. Masum bir Suriye, gaddar bir Türkiye imajı çiziyorlar!
O fısıltılardan biri de Suriye ile İsrail arasında iş birliği başladığı şeklinde. Zaten İran da hep Suriye’nin yanında… Türkiye Amerika’nın atına binmiş gidiyor, diyorlar.
Türkiye kendi halkına bile meselesini anlatamıyor yani. Bu çok zor bir hal! İçerdeki kara propagandanın önü kesilmezse, şartlar sınır bölgelerinde Türkiye’nin aleyhine dönecek. Şimdedin dönmüş mamafih!
Genel fotoğrafa bakıldığında, yaşanmakta olan hadiseler, hakikaten de ‘Türkiye’yi kendi bölgesinde yalnızlaştırma’ amacına hizmet ediyormuş gibi görünüyor.
Güya Amerika ile İran düşman. Fakat ayrılırken, bakıyorsunuz Irak’a İran yanlısı el-Maliki’nin insafına bırakmış. Kuzey Kürt Bölgesi lideri Barzani, Eylüle kadar talepleri yerine getirilmezse bağımsızlığını ilan edeceğini söylüyor. Öte yandan Suriye’nin kuzey bölgesindeki Kürtler, Esad yanlısı. Diğer yandan, İran ve Suriye PKK ile yeniden temas kurmaya başladılar.
Ben İslâhiye’ye gelmeden önce Urfa Birecik civarındaydım. Çevreyi de gezdim. İnanın, orada PKK, İslâhiye ve Dörtyol bölgesinde olduğu kadar hissedilmiyor. Yine fısıltı gazetesinin manşetlerinden biri de Amanos bölgesinde görevli PKK’lı teröristin Suriyeli Ermeni asıllı bir Kürt olduğu ile ilgili…
İsrail jetleri KKTC üzerinde kasıtlı taciz uçuşları yapıyor. PKK, yeniden Amanoslarda gövde gösteriyor ve gösterecek gibi görünüyor. Ve yine istihbaratı önceden alınmış teröristler gelip istedikleri yerde eylem koyuyorlar!
Bu ne haldir, Türkiye nasıl bir ülkedir, bu kadar zaafa rağmen de nasıl ayakta duruyor anlamak zor?
Eminim ki hükümet de bütün bunlardan haberdardır. Herhalde konuşulanları istihbarat elemanları da duyup değerlendiriyorlardır. Ve buna rağmen bunlar yaşanıyorsa çok acı?
***
Bölgede konuşulanları dinlerken, kendimi Şah İsmail dönemindeki Anadolu’da hissettim. Şah İsmail uzun süre Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Osmanlı aleyhine ciddi pir propaganda ve içten içe çökertme politikası sürdürüyordu. Saray olaydan hiç haberi yokmuş gibi davranıyordu.
Şehzade Selim (Yavuz Sultan Selim) o zamanlar Trabzon valisi. Olup bitenlerin farkında. Şah İsmail’in Osmanlı’nın altını oymaya çalıştığını görüyor ve bunu mektuplarla Saraya bildirir ki tedbir alınsın. Mektuplarına cevap bile verilmez. Ama o bıkmadan durumu rapor etmeye devam eder. Bilindiği kadarıyla on altı mektup yazar vu durumun vahametini usul çerçevesinde anlatır.
Sonunda bakar ki olmuyor, daha doğrusu Saray’ı elinde tutan Rumeli kliğinin Şah İsmail tarafından etkilenmiş olabileceğini düşünerek, babasına çok sert bir mektup yazar.
Şehzade Selim hakikaten de yanılmamıştır. Daha önce gönderdiği ve tamamen gözlemlerini aktarıp tedbir alınmasını tavsiye ettiği mektuplarının hiç birini padişaha vermeyen Sadrazam, Şehzade Selim’in son mektubunu güya tehdit ediyor diye babası II. Beyazıt’ın önüne koyarlar.
II. Bayezid haklı olarak oğluna zehir zemberek bir mektup gönderir. Denilir ki Şehzade Selimi harekete geçiren ve İktidarı almaya zorlayan sebeplerin başında babasının o mektubu gelir. Onlarca mektubuna cevap bile gelmezken, devletin selameti için ikaz babından söylediği sözlerinin tehdit olarak babasının önüne konmasına bozulan Selim, Osmanlı tahtının acilen temizlenmesi gerektiğine karar verir.
Sonraki hadiseler malum. Yavuz, Anadolu Kliğinin de yardımıyla bir tür darbe ile iktidar olur. Ve ilk iş Doğuya yürür ve hain bir propaganda ile Anadolu topraklarını Osmanlı’dan koparmak isteyen Sah İsmail’i sert bir şekilde cezalandırır. Bu cezalandırma hareketi maalesef Osmanlı ile Türkmen boyları asına husumet girmesine yol açmıştır ama Kürtlerle de sağlam bir diyalog kurulmuştur. Bugün doğuda Sünni bir anlayış hâkim ise, bu, Osmanlı ile Kürt beyleri arasında varılan ittifak sayesinde olmuştur. Yoksa bugün Amanoslara kadar olan bölge de İran olacaktı.
Sonuç olarak, demek isterim ki, sınır bölgelerinde Türkiye çok zayıf. Kendi tezini bile halka anlatamıyor. Bir Hüsni Mahalli, koca Türkiye’den daha etkili olabiliyor sınır bölgelerinde. Halkın belli bir kesimi -daha doğrusu hükümetten memnun olmayanlar- onun televizyonlarda söylediklerini tekrar ediyorlar.
Suriye meselesi çok uzadı. Artık bu iş Türkiye’nin başını ağrıtacak boyutlara gelmiş. Ve maalesef hükümet de eskisi kadar caydırıcı değil. PKK’nın önümüzdeki dönemde Ak Parti’yi hedef alacağı aşikâr. Nitekim çok emareleri göründü.
Elbette biz oturduğumuz yerden ahkâm kesiyor olabiliriz ama zaten bizim işimiz bu değil mi?
Şimdi siz merak etmez misiniz, bir kısım güvenlikçiler, termal kameralarıyla teröristleri tespit edip bildiriyorlar ama ilgili üst düzey görevlisi ‘boş verin, karışmayın’ diyor ve o asker nasıl hala orada durabiliyor. Tabii ki bir söylenti ile birilerinin üstüne gitmek olmaz. Ama şu fısıltı bin tane manşetten çok daha etkili. Zira önce fısıltı dolaşıyor. Deniliyor ki ’12 terörist Amanoslara gelmiş, görmüşler ama karışmamışlar’ sonra da o teröristler olay yapıp gidiyorlar. Siz ne düşünürsünüz?
‘Bu hükümetten cacık bile olmaz’ diye düşünmez misiniz? Yahut ‘Demek ki bizim askerler de satın alınmış’ diye düşünmez misiniz? Avam gözleriyle düşünür zira. Vatandaş fısıltıya inanıyor. Hurafe bir kere hakikatin önüne geçti mi artık doğruyu anlatmak zor olur.
Zaten istenen de bu. Bu güvensizlik sağlandıktan sonra bölge insanına her kara propaganda yutturulur. Yutturuluyor da. Türkiye aleyhine söylenen her şey doğru! Suriye yetkilileri doğru söylüyor, İsrail doğru söylüyor. Ama başbakan veya bir başka yetkili bir şey söyleyince, hemen deniliyor ki, “bu şunun etkisidir, bunun etkisidir”
İşte bakın Türkiye Hala Uludere istihbaratını tartışıyor. Başbakan diyor ki yalan, Genelkurmay başkanı diyor ki yalan, ama biz Amerika’nın Siyonist gazetesine inanmayı tercih ediyoruz. Benim dikkat çekmek istediğim asıl tehlike bu.
Kendi ülkesine inancının kaybetmiş bir toplum, her propagandaya ve her siyasi plana açık hale gelir. Buna bir çare bulunmalı. MİT’e çok iş düşüyor.