Risale-i Nur Tahrib mi Edildi Yahut Yeni Bir ‘Emevilik’ Hareketi mi?

‘Bediuzzaman Kürtçü müydü?” başlıklı yazımda, Sıddık Şeyxo nam zatın ‘Risale-i Nur tahrif edildi’ şeklindeki ifadelerine kızarak, Abdülkadir Badıllı gibi son derece samimi bir Allah dostuna da ‘bu tür zatlara cesaret veriyorsunuz’ diye tehevvür etmiştim.

Önceki gün, TRT Arap kanalının açılışı münasebetiyle Bediuzzaman’ın “İslamın intibahı (uyanması) Arabın intibahı ile mümkündür’şeklindeki sözlerinin açılımına dair bir şeyler yazayım derken, yine o zatın (yani M. Sıddık Şeyhanzade’nin) ifadeleri ile karşılaştım. Mizgin diye bir dergiye röportaj vermiş.

Kendisini şahsen tanımadığım ve hakikaten bir önyargım da olmadığı için, röportajı dikkatle okudum. Ve gördüm ki, bu zat, ciddi bir şekilde, Risale-i Nur’un, tahrif edildiğini söylüyor.

Şeyhanzade, delillerini de ortaya koyarak, Bediuzzaman’ın, Kürt olduğunu, tüm çabasının –nerede ise- Kürt halkını uyandırmak ve onlara bir milli kimlik kazandırmak olduğunu söylüyor. ‘Said, Kürttür, seyid falan da değildir, mehdi de değildir’ diyor… Ve sonra da ekliyor; Said’in varisi benim.

İşte iddiası:

“Ben de eski şeyimde çok ifade ettim de. Mustafa Acet diye bir zat vardı. Ankara’da bulunuyordu. Bediüzzaman’ın yakın talebelerindendi. Emirdağlıydı. On seneden fazla Üstad’a bizatihi fiilen hizmet etmiş. Yemeklerini yapmış, çamaşırlarını yıkamış, yani bütün hizmetlerinde bulunmuş bir zattı. Şu an Ankara’da Diyanet’te bulunuyor. Biz 1982 yılında Envar Neşriyatı satın aldık, şer’an… Ama şer’an satın aldığımız bir kitabı, depoları boşaltarak kaçırdılar; o ayrı bir olay. Ben de bunun üzerine Ankara’ya gittim. Ve durumu anlattım kendisine. O zaman dedi ki, bak dedi ben, bugüne kadar Risale-i Nur hizmetinde bulunuyorum. Ben Üstad’ı zamanın Mehdisi biliyorum. O bakımından ona tabi olmuşumdur. Ama senin anlattığın hadiseden dolayı bir Cewşen ve Tesbihat yazmışım dedi. Onu da ben sana hediye ediyorum. Sana veriyorum, onu bas dedi. İlk olarak sana teklif ediyorum. Ve dedi ki Üstad dün akşam benim rüyama geldi.

Üstad, 1960’da Urfa’ya giderken beni çağırdı. Kendisiyle görüştüm, dedi ki, “Mustafa kardeş, ben bugün Urfa’ya gidiyorum. Urfa’ya giderken bir emanet var. O emaneti sana teslim etmek istiyorum. Ve seni seçtim, reyim senden yanadır. Ve bu emaneti sana veriyorum. Ona emanet ediyor ve ağzı kapalıydı, mühürlüydü. Üstad’ın kendi mührü vardı. Dedi bunu sakın açma. Yalnız günü ve zamanı gelecek, onun sahibi çıkacak, sen de o sahibine teslim edersin.” dedi. Yıl 1982. Yıl 1960, Mustafa Acet’e verilmiş. Mustafa Abi’ye Envar Neşriyat hakkında olan bitenleri anlatınca, bana dedi ki, dün akşam Üstad rüyama geldi. “Emaneti sahibine teslim et” deyince, sen de buraya gelince dedim ki, bu iş bitti. Bu işin sahibi geldi. Ve bana tuttu bütün külliyatı, ana eserleri verdi. Üstad’ın tahsis ettiği nüshaları, hepsi ama hepsi….” (http://www.mizgin.net/modules.php?name=News&file=article&sid=1574)

Sonuç olarak ‘varis benim’ diyor. Türk talebelerin bilerek risaleleri çarpıttığını söylüyor ve ima ediyor ki Kürd Said, ‘Türk talebelerini üzmemek için Kürdî mahlasını kullanmamıştır. Günü zamanı geldiğinde birisinin çıkıp onun Kürtlüğünü ispat edeceğini bilip susmuştur. O da benim

Şeyhanzade  bu iddiasına Mustafa Acet’i, kitapların tahrip edildiğine de Said Özdemir’i şahid gösteriyor.

***

Röportajı iki kere okudum. Kalbimde bıraktığı iz, Bediuzzaman’ın, Türkler nezdindeki kıymetini düşürmek için eski istihbaratçıların söyledikleri ‘Said Kürttür. Bir yığın Müslüman Türk âlim varken, niye bir kürdün arkasından gidiyorsunuz?’ şeklindeki sözleri kadar buruktu.

‘La ilahe illallah Muhammed rasulullah’ davası güden; bu uğurda ahiretini de dünyasını da feda etiğini söyleyen bir zatı bundan daha ağır bir şekilde yaralamak nasıl olur bilemiyorum?

Biz Risale-i Nur’u bütün bir ümmetin, -hata bana göre beşerin- saadetini temin edecek hakikatleri zamin bir eser biliyoruz. La ilahe illallah davasının zamanımıza bakan açılımı…

Röportajdan sonra içimde derin bir ezilme hissettim. Şeyhanzade’nin çabaları beni ürküttü. En az Emevilerin, İslam’ı (haşa) Arap karihasının bir meyvesi gösterme çabaları kadar…

***

Biz iman ediyoruz ki Hz. Muhammed (asv) tüm insanlığa gelmiş bir peygamberdir. O, Arabın da, Acemin de peygamberidir. Davası cihanşümuldur.

Ama düşünün ki biri çıkıyor ve 19. yüzyılın ulusalcı diliyle, “O zatın bütün davası Araplara milli bir kimlik kazandırmaktı. Farslar onları eziyor, küçümsüyordu. O çıkıp Arap kavminin milli onurunu ayağa kaldırdı. Kur’an’ın cihanşümul dava güdüğünü iddia edenler, onu Arapların elinden almak istiyorlar ve onu bu uğurda tahrif bile ettiler” diyor. Kendince deliler de getiriyor, kimse de ona mukni bir cevap vermiyor!

Kendinizi ne kadar zorlasanız da, o sözler artık içinizi kemirir. Kur’an Allah kelamı da olsa, acaba neresi değiştirilmiş, acaba neresi tahrif edilmiş diye telaş edersiniz. Bir de bakarsınız ki onun hakikati sizin nazarınızda sukut etmiştir! Öyle değil mi?

İşte o röportajda söylenenler beni bu türden endişelere sevk etti. Bu tavır bir tür Emevi ırkçılığıdır. Emevilerin, cihanşümul Kur’an’ı ve Resul’u (asv) kendi atalarının mirası sayıp diğer halkları –muvakkaten de olsa- İslamdan küstürmeleri gibi şu tür kavmiyetçi yaklaşımlar da insanları Risalelerden soğutmaktan başka işe hizmet etmez. Risale-i Nur’u da bir Kürt milli destanı derekesine düşürür!

Ben hiçbir nur talebesinin, ‘Said Kürt değildir’ dediğine şahit olmadım. Herkes onun Kürt olduğunu bilir ve kabullenir. Bundan da rahatsız olmaz. Ama bir şeyi daha bilir; o, bu asırda gelmiş hakiki bir Kur’an fedaisidir! Hz. Muhammed’in (asv), la ilahe ilah davasının bir eridir; bu zamandaki tasdikçisi ve ihya öncüsüdür. Onun bu misyonu, diğer tüm kimlikleri kuşatır.

Nasıl ki, Kur’an ve İslam söz konusu olduğunda Hz. Muhammed’in kimliği, ırkı arka planda kalır, aynı şekilde Kur’an’ın bir hizmetçisi olan Risale-i Nur söz konusu olduğunda da Said’in kimliği, ikinci hatta üçüncü planda kalıyor ve kalmalı.

Hadi diyelim Türkler, Kürtleri asimile itmek için –ki asıl iftira budur; eğer Türkler, Kürtleri, Ermenileri, Rumları, Bulgarları… asimile etmek isteseydi, durum şimdi böyle olmazdı. Osmanlı 600 yıl bu topraklarda hükümran oldu. Kimin diline, damağına ilişildi? Ama birtakım insafsızlar çıkıp, cumhuriyet döneminde hepimizin müşteki olduğu bir takım laikçi ulusalcı dayatmaları, Müslüman Türk halkına mal ederse bu açık bir kötü niyettir- Said’in ifadelerini çarpıttılar. O hiçbir şeyden çekinmeyen cesur adam da buna tezellül etti. Biz de inandık!

Bu tür iddialar, birtakım yol düşkünlerinin “Peygamberlik Ali’ye gelmişti de Peygamber ona kızını verip kandırdı” yahut “Peygamber efendimiz, Hz. Ali’yi halife yapmak istiyordu da, Hz. Ömer’den sakındı.” Veya “Hz. Ali aslında Hz. Ebu Bekir’e ve Ömer’e biat etmek istemedi de tepkilerden çekindi…” şeklindeki hezeyanları çağrıştırıyor!

Onun, âlicenap ve müspet hareket etme gayretini böyle basit insani mülahazaların arkasına sarmak vebaldir. Bediuzzaman, en ağır şartlarda hiç kimseden çekinmeden Kur’an tezgâhında, şu zamanın ezhan ve elhanına, iklim ve tabiatına uygun harika bir kumaş dokudu. Adına da Nur Risaleleri dedi. O kumaşı dilerse, Arap alıp fistan yapsın, Kürt alıp şalvar yapsın, Türk alır pantolon yapsın, Fars alıp aba yapsın diye…

Çünkü Kur’an Arşı İlahi’den gelen bir nur, Risaleler ise Arş-ı Kur’an’dan inen bir feyizdir. Ne onun ne bunundur. Şeyhanzade efendi, bu cihanşümul hakikatleri alıp, kavminin kemaline gerekçe yaparsa, ondaki ışık söner. Tevrat gibi hak ve hakikat olduğu halde, bir kavmin kitabı olur. Yahudiliğin bir ırk dini haline getirilmesine benzer…

Derdi buysa bence muvaffak olacak gibi görünüyor. Çünkü sözünü Bediuzzamana hizmet etmiş ve halen berhayat olan Mustafa Sungur, Abdullah Yeğin, Said Özdemir, Mehmet Fırıncı, Abdülkadir Badıllı gibi zatların duyacağı şekilde söylüyor. Bunlardan da ses çıkmıyor.

Ben de doğal olarak bu zatlara soruyorum:

Siz Risale-i Nur’u tahrip mi ettiniz? Bizim elimizdeki kitaplar orasıyla birasıyla oynanmış eserler mi? Said, Kürd olduğunu söylemek istiyordu da siz buna mani mi oldunuz? O milli bir kahramandı da bize onu İslam kahramanı diye mi sundunuz?

Eğer öyleyse iki elimiz yakanızdadır. Değilse çıkın ve deyin ki “Ey Şeyhanzade sen doğru söylemiyorsun! Kavmiyetçilik yapıyorsun!”

Bunu demeye mecbursunuz ey yaşayan talebeler! Çünkü siz de gidince nâtık burhanlar yok olacak ve herkes her sözü kendi bildiğince şerh edecektir. Emeviler de güya hak ve hakikat hesabına yapmışlardı yaptıklarını.

Fakat neticede o kavmiyetçi; Kur’an’ı bir kavmin eseri haline getirme çabalarıdır ki, Hariciliğin patlamasına, Ehl-i Beyt’in küsmesine, Farsların ayrı bir yol ve siyaset izlemesine, Şianın dal budak salmasına sebep olmuştur.

Beyler, Bediuzzaman’ın hak davasına bel bağlamış, onu kıtadan kıtaya, memleketten memlekete götürmüş, 50’den ziyade dile çevirmiş, onu kendi istikbalinin reçetesi bilmiş şu gayretkeş Türk halkını, Risale-i Nur ve Said Nursî hakkında şüpheye düşürmeye hakkınız yoktur!

Evet Kur’an Arapça’dır ama biz biliyoruz ki, Kur’an Arabın malı değildir. Ve Resul de bir Arap kavmiyetçisi değildir. Davası da Arabı yükseltmek değildir. Elbette o davanın yükselmesi Arabı da yükseltmiştir.

Bizler Risale-i Nur’u da öyle görüyoruz. Said Kürttür ama Risaleleri Türkçe yazmıştır. (Kürtçe yazmaya mani mi vardı?) Davası da Kur’anı ve İslamı yüceltme davasıdır. Bu dava yükseldiğinde zaten bundan Kürt halkı da nasibini alacaktır.

Herkesin malı olan Risaleleri, Kürdün Şehname’si yaparsanız, onu da Tevrat gibi hakiki değerinden düşürürsünüz. Nurculuğu da bir Kürt hareketi yaparsınız!

Bizden söylemesi. Güya ben bugün size şu TRT Arap kanalının açılışındaki hayırlı müjdelerden söz edecektim! Başka zamana inşallah!

Hakkında Mehmet Ali Bulut

1954’te Gaziantep’in İslâhiye ilçesinin Kerküt köyünde doğdu. İlkokulu burada tamamladı. Gaziantep İmam Hatip Lisesini ve ardından Gaziantep Lisesini bitirdi. 1978 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap ve Fars Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nden mezun oldu. Aynı Fakülte’nin Tarih Bölümünde doktora tezi hazırlamaya başladı. 1979 yılında Tercüman Gazetesi’ne girdi. Tercüman Kütüphanesinin kurulması ve kitapların tasnifinde görev aldı. Birçok kitap ve ansiklopedinin yazılmasına ve hazırlanmasına katkıda bulundu… Daha sonra gazetenin, haber merkezi ve yurt haberlerinde çalıştı. Yurt Haberler Müdürü oldu. Köşe yazıları yazdı… 1991 yılında Haber koordinatörü olarak Ortadoğu Gazetesi’ne geçti. Bu gazete 5 yıl süreyle köşe yazarlığı yaptı. Yeni Sayfa ve Önce Vatan Gazetelerinde günlük yazıları ve araştırmaları yayınlandı. 1993 yılında haber editörü olarak İhlas Haber Ajansı’na girdi. Kısa bir süre sonra ajansın haber müdürlüğüne getirildi. Mahalli bir ajans konumundaki İhlas Haber Ajansı, onun haber müdürlüğü döneminde Türkiye’nin ve Ortodoğu’nun en büyük görüntülü haber ajansı konumuna yükseldi. 1997 yılında İHA’dan ayrılmak zorunda kaldı. Bir grup arkadaşıyla birlikte Veri Haber Ajansı’nı kurdu. Finansal sıkıntılardan dolayı Ajansı kapattı. 1999 yılında BRT Televizyonuna girdi. Haber editörü ve program yapımcısı olarak görev yaptı. 2001 Mayısında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın danışmanlığına getirildi. 3 yıl bu görevde kaldı. Bir süre Ali Müfit Gürtuna’nın basın ve siyasi danışmanlığını yaptı. Turkuaz Hareket’in mantalitesinin oluşturulmasında büyük katkısı oldu. Bugün Gazetesi Yurt Haberler müdürü olarak çalışan Bulut, emekli ve sürekli basın kartı hamilidir. Eserleri: Karakter Tahlilleri, Dört Halifenin Hayatı, Geleceğinizi Okuyun, Rüya Tabirleri, Asya’nın Ayak Sesleri, Ansiklopedik İslam Sözlüğü, Türkçe Dualar, Fardipli Sinha, Derviş ve Sinha, Ruhun Deşifresi, Gizemli Sorular, Ahkamsız Hükümler, Can Boğazdan Çıkar, Sofra Başı Sağlık Sohbetleri gibi yayınlanma aşamasında olan çeşitli eserleri bulunmaktadır. Roman ve Hikaye: Mehmet Ali Bulut’un Roman türünde yazılmış Fardihli Sinha, Derviş ile Sinha adında iki romanı ve aynı serinin devamı olarak Zu Nima ve Fardipli Sinha 2 ve Fardipli Sinha 3 tamamlanma aşamasındadır. Diğer çalışmaları: Çeşitli dergilerde yayınlanmış çok sayıda makalesi, şiirleri bulunan Mehmet Ali Bulut son dönemdeki yazılarını haber7.com’da yayınlamaktadır. Bulut evli ve bir kızı vardır.

Ayrıca Bakınız

Çanakkale Geçilmedi…

Elhamdülillah, bu millet bir kez daha Çanakkale’nin geçilmez olduğunu gösterdi. Bir kere daha, bu millet, …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir