Risalelerin Diyanet Eliyle Basılması Ne Anlama Gelir?

Başbakanımız Sayın Erdoğan, İşaratu’l-İ’caz’dan sonra Risale-i Nur’un diğer eserlerinin de Diyanet tarafından basılacağını haber vermesi, fevkalade sevindirici.

Her fitnenin bir hikmet ve rahmet boyutu vardır ya inanın bu gelişme bu fitneleri rahmete dönüştürür.  Şu hadiseler yaşanmasaydı risalelerin diyanet tarafından basılması belki akla bile gelmezdi. Gelse bile, vakti merhununa tehir edilirdi.

Ama şu olaylar, Risaleleri devletin gündemine aldırdı. Bugün herkes onun esasları üzerinden birbirine gönderme yapıyor. Demek ki devlet, nihayet risale-i nurlarla tanışmaya, onunla barışmaya karar verdi. Veya onu sahiplenmeye…  Üstad da dememiş miydi “bir gün gelir, bu millet diğer İslam halklarına karşı risale-i nur ile iftihar eder” diye…

Bu, fevkalade önemli bir gelişmedir. Başbakanımızın bu müjdesini, belki de milletin bahtının uyanması şeklinde anlayabiliriz. Milletin, onu, dört kıtada hükümran kılan diniyle yeniden barışması!

 2014 başlıklı bir yazımda, bu yılın,”İslam’ın, tüm dinlerin üzerine zahir olması” ayetinin hakikatinin zahir olacağı dönemin başlangıcı olabileceğini yazmıştım. İnşallah bu gelişmeler onun emaresidir…

Bildiğiniz gibi Bediuzzamanın, meselelere yaklaşımı önceki âlimlerden biraz farklıdır. Bunun sebebi onun içine doğduğu dünya ile daha önceki âlimlerin yaşadıkları dünyanın birbirinden farklı olmasıdır.

***

Avrupa’da ‘aydınlanma’ çağı denilen dönemdeki gelişmelerin, sonradan tüm kadim yaklaşımları ve inanışları sarsan, kıymetten düşüren yıkıcı bir harekete dönüştüğü bilinmektedir. O dönem,  insanlık tarihinde hiç görülmemiş akımları ve yıkıcı fikirleri de beraberinde getirdi. Ateizim de onlardan biridir.

Ateizm, bilimin yol açtığı bir sapma! Küfrün kibri…

Geçmiş dönemlerde de küfür ve putperestlik vardı elbet. Fakat onların hiç biri tanrısızlığı içermiyordu.  Evrenin Yaratıcısız olabileceği safsatası,  pozitivist düşünce sapkınlığının bir eseridir. Fakat yazık ki insanlığın büyük bir kısmını etkiledi ve inşaların kendi rızalarıyla dinlerinden uzaklaşmalarına yol açtı. Deccalizim… Elbette bunda, kilisenin ve din adına hareket eden din adamlarının da payı büyüktür. Sebep ne olursa olsun insanlık, sonunda birçok kutsalını kaybetti. Başta Avrupa olmak üzere birçok ülkede (laisizm adı altında) dinsizlik bir din halini aldı. Ve kimileri için Tanrı artık ölmüştü.  Nitche‘nin maksadı bu olmasa da insanlar onu öyle anladılar.

Bediuzzamanın içine doğduğu dünya böyle bir dünya idi ve o dünyayı temsil eden hâkim güçler, güya Kuran‘ı -haşa- itibarsızlaştırmak ve Türkleri de ondan soğutmak için ciddi çabalar içine girmişlerdi. Yazık ki Osmanlının yıkılmasıyla bu emellerine de bir parça ulaşmışlardı. İslam ve Kuran bizzat kendi evlatları tarafından -özellikle de Türkiye’de- hayattan çıkarılmaya çalışılmış, laisizm din olarak millete dayatılmıştı.

Bediuzzaman ise, aldığı bir takım manevi işaretlerle, onların o çabalarına karşılık Kur’an’ın sönmez ve söndürülemez bir nur olduğunu ispat etmek için yola çıkmıştı.

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bastırdığı İşaratü’l-İ’caz, Bediuzzaman’ın o çabalarının ilk meyvesi idi. Birinci Dünya Savaşı cephelerinde yazılmıştı. O tefsirin, Risale-i Nurun habercisi olduğunu tabii ki o zaman kendisi de bilmiyordu.

Bediuzzaman, yaşadığı büyük badirelerden sonra Van‘a gitmiş, adeta inzivaya çekilmişti. Derin bir inkisar ve üzüntü içindeydi. Aklında hep davası vardı ama nasıl yapacaktı?

Ona yine mukadderat yol gösterdi. Yine bugünkü gibi bir fitne ortamında Hükümet, onu merhum Şeyh Said olaylarıyla ilintilendirip sürgün etmişti Barla‘ya. İşte orada risaleler ona sünuhat halinde akmaya başladı. O söyledi talebeleri yazdı. Etrafındakilerin ekseriyeti ümmi idi…

Risaleler peyderpey akmaya ve gelmeye başlamıştı. Gerek dili, gerek yaklaşımı bakımından önceki dini kitaplardan çok farklı idi. Bediuzzaman sürekli tevhid delilleri getiriyor ve Rabbi hakkında şüpheye düşürülmüş insanı yeniden imana davet ediyordu adeta! Felsefe ve fenninin karıştırdığı zihinleri tadil ediyor ve kalpelirdeki imanı takviye ediyordu. Her meselesine misaller ve temsiller getiriyordu.

Eski usul anlatımlara alışmış alimler, onu tenkit ettiler, “yaptıkların bidattır”, “demek Rabbin hakkında bu kadar şüphelerin var”  diyorlardı. Esasında onlar da haklıydı. Zira onların anlattığı İslam, bir yaratıcının kabul edildiği, ancak sıfatlarında hataya düşüldüğü bir İslam’dı. Bediuzzaman ise ateist olmuş insanı yeniden Rabbiyle buluşturmak istiyordu. Pozitivist düşüncenin akıllara sokuşturduğu şüpheleri izale etmeye çalışıyordu… Nitekim bir yazısında şöyle diyordu:

“(Bugünlerde manevi bir muhaverede (konuşmada)  bir sual ve cevabı dinledim. Size bir kısa hülâsasını beyan edeyim.)

Biri dedi: “Risale-i Nur’un iman ve Tevhid için büyük tahşidatları ve külli teçhizatları gittikçe çoğalıyor. Ve en muannid bir dinsizi susturmak için yüzde birisi kafı iken, neden bu derece hararetle daha yeni tahşidat yapıyor?”

Ona cevaben dediler: “Risale-i Nur, yalnız bir cüz’i tahribatı ve bir küçük haneyi tamir etmiyor; belki külli bir tahribatı ve İslamiyet’i içine alan ve dağlar büyüklüğünde taşları bulunan bir muhit kaleyi tamir ediyor. Ve hususi bir kalbi ve has bir vicdanı ıslaha çalışmıyor, belki bin seneden beri tedarük ve teraküm edilen müfsid aletlerle dehşetli rahnelenen kalb-i umumiyi (yaralanan toplum vicdanını) ve efkar-ı ammeyi ve umumun ve bahusus avam-ı mümininin istinatgâhları olan İslami esasların ve cereyanların ve şeairlerin kırılmasıyla bozulmaya yüz tutan vicdan-ı umumiyi, Kur’an’ın icazıyla ve geniş yaralarını Kur’an’ın ve imanın ilaçlarıyla tedavi etmeye çalışıyor. Elbette böyle külli ve dehşetli tahribata ve rahnelere ve yaralara, hakkalyakin derecesinde ve dağlar kuvetinde hüccetler, cihazlar ve bin tiryak hasiyetinde mücerreb ilaçlar ve hadsiz edviyeler bulunmak gerektir ki, bu zamanda Kur’an-ı Mucizü’l Beyanın i’caz-ı manevisinden çıkan Risale-i Nur, o vazifeyi görmekle beraber, imanın hadsiz mertebelerinde terakkiyat ve inkişafata medardır” diye, uzun bir mükaleme cereyan etti. Ben de tamamen işittim, hadsiz şükrettim.” (STG, 31)

Demek ki risalelerin devlet eliyle basılması, devletin hem ona karşı bir hak teslimi hem de İslam ile barışması anlamına geliyor. Başbakanı buna sevk eden saik ne olursa olsun hayırdır ve güzeldir! Belki bu fitnelerin yaşanmasının rahmet tarafı da risalelerin Diyanet eliyle yayınlanması olacak!

Asırların ihmalkârlığı ve 80 yıldır devletin İslam karşıtı uygulamaları ve dayatmalarıyla yaralanan toplum vicdanının yeniden tamiri ve Türk milletinin rabbi ile buluşturulması az bir iş im? Ve dahi, Türk milletinin ve Türklüğün deccal (Süfyan) tarafından, İslam’ın bazı şeairine karşı kullanılmasının, artık sone erdirilmesi… Hani “Süfyan Türk milletini ve Türklüğü muvakkaten İslam’ın bazı şeairini karşı kullanır” denilmişti ya. İşte Risalelerin, Diyanet eliyle yayınlanması onun da sona erdiğini gösterir.  Bu kutlu gelişme inşallah başka güzelliklerin de kapısını açar. Yani bir de bakarsınız “Kahraman ordu, ipini onun elinden alır, hatasını anlar ve yapılan tahribatı tamir eder…”  diye haber verilen iş oluvermiş. Yahut Ayasofya ezanları ve müminleriyle buluşuvermiş! 2014 bazı sıkıntılarla birlikte çoook güzelliklere de gebedir inşallah.

Ben ısrarla bir şeyi tekrar edip duruyorum. Eğer Menderes, Ayasofya’yı camiye dönüştürseydi, belki de ihtilale maruz kalmayacak ve idam da edilmeyecekti…

Aynı şeyi bugün dahi söylemek mümkündür. Çünkü Ayasofya’nın açılması meselesi bir zemin ve zaman meselesi değil, bir irade ve azim meselesidir. Başbakan o iradeyi sergilese, Ayasofya’yı ibadete açsa, seçimler için bu kadar dil dökmeye gerek bile kalmaz! Çünkü her müminin gönlünde Ayasofya’nın müze haline getirilmiş olmasının utancı var. Ayasofya’nın şu hali bu millete mağlubiyet utancını ve acizliğini hatırlatıyor. Siz onu açtığınızda, millete güven gelecek. Karton krallıklar yıkılacak. Ve emin olun, şu gün yaşadığınız kadar bile baskı görmezsiniz.

Ey erbabı-ı hükümet işte görüyorsunuz, millete hizmet etmeye karar verdiğinizden bu yana sizinle uğraşıyorlar. Mademki millete hizmet etmeniz oranında üstünüze geliyorlar, siz en son hamleyi yapın! Şu anda yapılandan daha fazla ülkeye zarar veremezler.  Size yapılan baskı niçindir. Sizi, sınırlarını kendilerinin çizdiği ağılın içinde tutma çabasıdır. Siz o duvarı yıkın, bakın bakalım neler oluyor? Türkiye’ye savaş mı açarla? Acaba şu anda yaşananlar başka bir şey mi?

Ben sayın Erdoğan’ın yerinde olsam, Risalelerin basımıyla Ayasofya’nın açılışını aynı ana denk getiririm. İşte o zaman şehadet mertebelerine denk bir hizmet etmiş olur… hem bir ayet-i kerimede mealen ” siz dosdoğru olsanız o sizi yediklerinizden mesul tutmaz” buyurulur.

Hadi göreyim. Ya Allah bismillah!

Hakkında Mehmet Ali Bulut

1954’te Gaziantep’in İslâhiye ilçesinin Kerküt köyünde doğdu. İlkokulu burada tamamladı. Gaziantep İmam Hatip Lisesini ve ardından Gaziantep Lisesini bitirdi. 1978 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap ve Fars Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nden mezun oldu. Aynı Fakülte’nin Tarih Bölümünde doktora tezi hazırlamaya başladı. 1979 yılında Tercüman Gazetesi’ne girdi. Tercüman Kütüphanesinin kurulması ve kitapların tasnifinde görev aldı. Birçok kitap ve ansiklopedinin yazılmasına ve hazırlanmasına katkıda bulundu… Daha sonra gazetenin, haber merkezi ve yurt haberlerinde çalıştı. Yurt Haberler Müdürü oldu. Köşe yazıları yazdı… 1991 yılında Haber koordinatörü olarak Ortadoğu Gazetesi’ne geçti. Bu gazete 5 yıl süreyle köşe yazarlığı yaptı. Yeni Sayfa ve Önce Vatan Gazetelerinde günlük yazıları ve araştırmaları yayınlandı. 1993 yılında haber editörü olarak İhlas Haber Ajansı’na girdi. Kısa bir süre sonra ajansın haber müdürlüğüne getirildi. Mahalli bir ajans konumundaki İhlas Haber Ajansı, onun haber müdürlüğü döneminde Türkiye’nin ve Ortodoğu’nun en büyük görüntülü haber ajansı konumuna yükseldi. 1997 yılında İHA’dan ayrılmak zorunda kaldı. Bir grup arkadaşıyla birlikte Veri Haber Ajansı’nı kurdu. Finansal sıkıntılardan dolayı Ajansı kapattı. 1999 yılında BRT Televizyonuna girdi. Haber editörü ve program yapımcısı olarak görev yaptı. 2001 Mayısında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın danışmanlığına getirildi. 3 yıl bu görevde kaldı. Bir süre Ali Müfit Gürtuna’nın basın ve siyasi danışmanlığını yaptı. Turkuaz Hareket’in mantalitesinin oluşturulmasında büyük katkısı oldu. Bugün Gazetesi Yurt Haberler müdürü olarak çalışan Bulut, emekli ve sürekli basın kartı hamilidir. Eserleri: Karakter Tahlilleri, Dört Halifenin Hayatı, Geleceğinizi Okuyun, Rüya Tabirleri, Asya’nın Ayak Sesleri, Ansiklopedik İslam Sözlüğü, Türkçe Dualar, Fardipli Sinha, Derviş ve Sinha, Ruhun Deşifresi, Gizemli Sorular, Ahkamsız Hükümler, Can Boğazdan Çıkar, Sofra Başı Sağlık Sohbetleri gibi yayınlanma aşamasında olan çeşitli eserleri bulunmaktadır. Roman ve Hikaye: Mehmet Ali Bulut’un Roman türünde yazılmış Fardihli Sinha, Derviş ile Sinha adında iki romanı ve aynı serinin devamı olarak Zu Nima ve Fardipli Sinha 2 ve Fardipli Sinha 3 tamamlanma aşamasındadır. Diğer çalışmaları: Çeşitli dergilerde yayınlanmış çok sayıda makalesi, şiirleri bulunan Mehmet Ali Bulut son dönemdeki yazılarını haber7.com’da yayınlamaktadır. Bulut evli ve bir kızı vardır.

Ayrıca Bakınız

Çanakkale Geçilmedi…

Elhamdülillah, bu millet bir kez daha Çanakkale’nin geçilmez olduğunu gösterdi. Bir kere daha, bu millet, …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir