‘Sen Siperden Çık, Kavga Biter!’

Eşinin terk ettiği bir delikanlı, ‘tecrübelerimden’(!) yararlanmak için bana geldi.

“Efendim eşim, ben her şeyi yolunda bildiğim bir zamanda karşıma geçip ‘bu böyle gitmeyecek, senden ayrılıyorum” dedi. Uzun süre direndim ama başaramadım” diye başladı ve sürdürdü:

Sonra baktım dayanılacak gibi değil, kabul etim. Bu sefer de ‘bak ne kadar da hazırmışsın ayrılmaya’ demeye başladı. Ne yapsam ne etsem hep ben altta kalıyordum.

Mahkeme açtı, gitmedim. Sonra aracılar koydu, gittim ve bir celsede boşandık. Bu kere de ‘bak gördünüz mü, hemen kabul eti” diye çevresine mağduru oynar oldu. Zaten ta baştan beri onu sevmemişim, gözüm hep dışarıda imiş, öyle olmasaymış yuvamızın dağılmasına bu kadar kayıtsız kalır mıymışım?

Bunalıma girdim. Çünkü yakınlarımı bile etkilenmeye başlamıştı. Tam artık çıldırma noktasında iken bir gün sizi Ülke Tv’de izledim. Bu konuları konuşuyordunuz. Kendi kendime ‘bu adam bana çare olabilir’ diye düşündüm. Nihayet size ulaşmayı başardım.

‘Ben sizin için ne yapabilirim ki?’ Evlilik, tecrübesi olmayan bir denemedir. Hiç kimsenin tecrübeleri diğerine uymaz. İki tane tıpa tıp aynısı olan insan yoktur ki, benim evliliğim, öteki için örnek olsun” dedim. Huylanmıştım, çünkü anlattıkları benim yaşadıklarıma benziyordu. “Bu delikanlı başka bir şeyin peşinde” diye düşündüm.

Değilmiş. Çocuklarının olup olmadığını sordum, yokmuş. “O zaman” dedim, “hemen siperden çık ve cepheyi terk et”

-“Nasıl?” yani deyince…

-Sen, onun öyle dediğini nereden biliyorsun?

-E birileri bana getiriyor. Hiç olmazsa mesaj atıyor…

 -Tabii sen de cevabını veriyorsun.

-E yani!

Ona dedim ki, sevgili kardeşim, boşandığını kabul et ve bil ki artık o senin karın değil.

Pek anlamadı. İzah ettim ve dedim ki, sen hala kendini onun her dediğine cevap vermek zorunda hissediyorsun. Çünkü o senin karındır ve kendini ona karşı temize çıkarmaya ve güvenini kazanmaya çalışıyorsun!

Durdu ve “galiba haklısın!” dedi.

Sana “derhal, siperden çık” demekle, artık ona hiç cevap verme, kale alma, yok say diyorum. Ne kadar aşağılayıcı, yıkıcı, suçlayıcı olursa olsun, kendini savunma. Sana ondan söz ve haber getirenleri dinleme. En küçük bir savunman bile onu yeniden senin karın konumuna çıkartıyor. Ve yeniden başını yiyen karın olama hakkını elde ediyor. Hâlbuki siz boşandınız. Niye o hakkı veriyorsun?

Cevap vermeyi bırak. Hatta ‘evet, ben senin söylediğin o kötü adamım bile deme!” dedim.

“Tavsiyenize uyacağım!” dedi. Ve uymuş da olmalı ki, bir, bir buçuk ay sonra beni telefonla aradı, “Hocam size minnettarım. Artık yoruldu ve sanırım, ben ona karşılık vermeyince o da cepheyi terk etti.” dedi…

Bunu niye anlattım?

AVRASYA COĞRAFYASI UMUT VERİCİ

Öncelikle, bu tür boşanma vakalarıyla sıkça karşılaşır olduğumdan, ibret olsun diye. İkincisi de yaşanmakta olan siyasi atışma ve çatışmalara örnek olsun diye.

Bu hafta içinde iki etkinliğe katıldım. Biri; Avrasya Bir Vakfı’nın düzenlediği konferans, diğeri de Namaz Gönüllüleri Platformu’nun düzenlediği ‘Namaz Gönüllüleri İstişare Etkinliği”

İki ayrı dünya!

Avrasya Bir Vakfı’nın düzenlediği konferansın konuşmacısı bendenizdim. Konumuz da ‘Türk Coğrafyası’nın geleceği Ve Türk Milletinin Düşünce Ufkuna Teolojik Bir Bakış’ti.

O kadar seçkin, güzide ve toleranslı bir dinleyici profili ile karşılaşacağımı hiç ummamıştım. Hatta genel manada üyelerini ve yaklaşımlarını –daha önceden de gitmişliğim vardı bir iki kere Enis Öksüz beyin başkanlığı döneminde- bildiğim için biraz tedirgindim.

Vakıf, “soğuk savaşın sona ermesiyle Türkiye için yeni uluslar arası fırsatların doğduğunu gören, idealist ve milli çıkarlarda hassasiyeti olan laik, demokratik ve hukuk devletine inanmış, ülkenin geleceğini, inançlı ve bilinçli gençlerin yetiştirilmesinde görmüş bazı şahsiyetler tarafından 1993 yılında İstanbul’da kurulmuş”

Gitmeden önce üye ve katılımcı  profiline baktım. Büyük bir kısmı asker emeklisi ve diğer bir kısmı da milli duygular öne çıkmış bir kemi. Ve dünyanın dört bir tarafından burslu olarak Türkiye’ye getirilmiş gençler.

Benim hazırladığım konuşmanın  özü dini ağırlıklıydı. Kur’undan, Tevrat’tan aktarımlar vardı. Türk milletinin bu asrın başında içine düşürüldüğü ‘ergenekon’ ve bu ‘ergenekon’dan çıkış’ çabalarıyla ilgiliydi anlatacaklarım.

Böyle bir konuşmada Mustafa Kemal’den ve Bediuzzaman’dan söz etmemek mümkün değildi. Mustafa Kemal’dan söz etmek tamam da, acaba Bediuzaman’ın fikirlerini aktarırken nasıl bir tepki göstereceklerdi.

Ergenekon, darbe, asker, tank, tüfek, bomba yüklü arabalar ve hepsinden daha vahimi her Salı, liderlerin, TBMM grup toplantısı siperlerinden birbirilerine yönelttikleri mitralyöz ve obüs saldırıları yüzünden ülkenin her köşesinin cephe, her sotasının siper sanıldığı bir dönemde, kim bilir neler fırlatacaklardı bana dinleyiciler!

Bu tereddütlerle kürsüye çıktı. Sonra nasıl inanıyorsam öylece aktarmaya başladım olayları. Bu milletin koca bir imparatorluğu nasıl kaybettiğini, sonra geri kalan kısmının elde tutulması için neler yapıldığını, inkılâplar adı altında yapılanların bir kısmının bizi biz yapar değerleri nasıl tahrip ettiğini ve bu tahribatın birileri tarafından nasıl tamir edildiğini anlattıktan sonra milletin geleceğiyle ilgili projeksiyonlara geçtim. Büyük ve ihtişamlı bir geleceğin tasvirini yapmaya başladım Bediuzzaman’dan iktibas ettiğim alıntılarla…

Konferans bittiğinde müthiş bir alkış koptu… Şaşırdım. Çünkü birilerinin ‘indir şunu oradan!’ diye bağıracağını bekliyordum.

Yanılmıştım. Onlar artık cepheden çıkmışlardı çünkü. O asker emeklilerinden gözleri yaşaranlar olduğunu gördüm. Çoğu, bu iki değeri, Türk milletinin geleceği bakımından bu kadar güzel telif eden ve bundan umut dolu bir gelecek tasavvuru üreten böyle bir konuşma yaptığım için teşekkür etti!

Ben içimdeki ön yargıdan utanmıştım. Çünkü içine sıkıştığımız “o onu dedi bu bunu dedi” dünyasındaki görüntülere göre her zemin, tıpkı gazete sütunları ve siyaset kürsüleri gibi cephelere bölünmüş, insafsız, izansız, akılsız bir kavganın sahnesi idi.

Öyle değilmiş. Bana, bir yerlerde ‘iyilerin’, aralarındaki fikir ayrılığına rağmen, ülkenin geleceği için bir araya gelebildiklerini gösterdikleri için Avrasya Bir Vakfına ve onun değerli başkan ve genel sekreterine ve beni, konferans vermem için ikna eden sevgili dostum BBP YİK (Yüksek İstişare Kurulu) başkan yardımcısı Nihat Eren’e teşekkür ediyorum.

O cumartesi öğlesi sonrasında, bu Müslüman halkın geleceğine dair içimde var olan umutlarım iki üç kat daha arttı. Sadece Ankara’da ve onların didişmelerinin yansıtıldığı medyada kavga vardı. Ama milletin umurunda değillerdi…

Umutsuz vaka haline gelmiş, milletin ufkunu karartan, geleceğe karamsarlıktan başka bir katkıları olmayan şu içleri öfke ve kin dolmuş siyasetçiler ve onların tezgâhına düşmüş kurumlar ve o kurumların başkanlarının önümüze koydukları türkiyeden çok başka bir Türkiye’nin var olduğunu bir kere daha hissettirdikleri için teşekkürlerimle oradan ayrıldım.

NAMAZ GÖNÜLLÜLERİ

Ertesi gün de (yani Pazar günü) Namaz Gönüllüleri Platformu’nun istişare toplantısına katılacaktım.

Fatih Ali Emirî  Kültür Merkezi’nde tertip edilen toplantının o kadar dinlendirici, o kadar huzur verici, o kadar ruh iklimimi siyaset, istibdat, tarafgirlik ve şartlanmışlık kir ve pasından arındırıcı olacağını tahayyül etmemiştim.

Orada muhteşem bir topluluk vardı. Ne dünya umurlarındaydı ne ukba! Beş vakitte Rableriyle buluşmanın hazzına ermiş şu insanların o temiz, ve muhkem dünyasını üç beş Ergenekon haberiyle, birkaç bomba yüklenmiş arabayla, kürsülerden uzatılan ipler ve on kere mağlup olduğu halde hala kendisini siyaset piri zanneden hacıyatmazların yalan dolanlarıyla sarsılacak gibi değildi!

Hakikaten Asım’ın nesli gelmiş. Hakikaten, istikbal sedaları içinde en gür sedanın İslamın sedası olacağı yolundaki işaretlerin beşarete dönüştüğünü  gözlerimle gördüm… Huzur ile ayrıldım. “Nurumu tamamlayacağım” diyen Rabbime minnet ve şükran duyarak!

Uzun bir zamandır, sosyal ve kültürel etkinliklere katılmadığıma da hayıflandım. Kendimi ne çok nimetlerden mahrum etmişim meğer. Çünkü gerçekten, şu televizyon ekranlarından yansıyan, gazete sütunlarında sergilenen, köşelerden yansıtılan, kürsülerden aktarılan Türkiye’den çok başka bir Türkiye var.

Yaşı 40’ın altında olan bu insanların, ne kavga umurlarında, ne siyaset, ne Ergenekon, ne ulusalcı Kemalizm ne cemaatçi bağnazlık… El ele kol kola vermişler, hep birlikte geleceğin şarkılarını besteliyorlar.

Bu yüzden kendimle birlikte size de sesleniyorum.

Çıkın siperlerden. Karşılık vermeyin. O delikanlıya söylediğim gibi bırakınız, onlar kurşunları bitinceye kadar boş siperleri dövsünlür!

Karşılık vermeyin artık. Ama bildiğinizden de şaşmayın. Ufka doğru en geniş adımlarla yürüyün. Siz onlara karşılık verdikçe, kıymete biniyorlar.

Bırakınız size taş  atsınlar. Taif’in Misafiri gibi olun! Düşmanlık ve hınçla değil. Sabırla… Ve göreceksiniz kısa bir süre sonra tüm Ebu Sufyanlar, safınıza katılmış. Hayatını kutsallara saldırmakla geçirmiş Süheyl’ler, sizden ziyade sizin değerlerinizin takipçisi olmuşlar!

***

Ey yaşı yetmişi geçmiş veya bulmuş, eski soğuk savaş dönemi kalıntısı düşünceler, akımlar, fikirler, yazarlar, liderler ve aydınlar… Pabucunuz dama atılmıştır, haberiniz olsun!

Dehr, size Tarık suresinin 17. ayetiyle sesleniyor:

“Hadi bi-kaç gün daha oyalanıverin bakalım!”

Hakkında Mehmet Ali Bulut

1954’te Gaziantep’in İslâhiye ilçesinin Kerküt köyünde doğdu. İlkokulu burada tamamladı. Gaziantep İmam Hatip Lisesini ve ardından Gaziantep Lisesini bitirdi. 1978 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap ve Fars Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nden mezun oldu. Aynı Fakülte’nin Tarih Bölümünde doktora tezi hazırlamaya başladı. 1979 yılında Tercüman Gazetesi’ne girdi. Tercüman Kütüphanesinin kurulması ve kitapların tasnifinde görev aldı. Birçok kitap ve ansiklopedinin yazılmasına ve hazırlanmasına katkıda bulundu… Daha sonra gazetenin, haber merkezi ve yurt haberlerinde çalıştı. Yurt Haberler Müdürü oldu. Köşe yazıları yazdı… 1991 yılında Haber koordinatörü olarak Ortadoğu Gazetesi’ne geçti. Bu gazete 5 yıl süreyle köşe yazarlığı yaptı. Yeni Sayfa ve Önce Vatan Gazetelerinde günlük yazıları ve araştırmaları yayınlandı. 1993 yılında haber editörü olarak İhlas Haber Ajansı’na girdi. Kısa bir süre sonra ajansın haber müdürlüğüne getirildi. Mahalli bir ajans konumundaki İhlas Haber Ajansı, onun haber müdürlüğü döneminde Türkiye’nin ve Ortodoğu’nun en büyük görüntülü haber ajansı konumuna yükseldi. 1997 yılında İHA’dan ayrılmak zorunda kaldı. Bir grup arkadaşıyla birlikte Veri Haber Ajansı’nı kurdu. Finansal sıkıntılardan dolayı Ajansı kapattı. 1999 yılında BRT Televizyonuna girdi. Haber editörü ve program yapımcısı olarak görev yaptı. 2001 Mayısında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın danışmanlığına getirildi. 3 yıl bu görevde kaldı. Bir süre Ali Müfit Gürtuna’nın basın ve siyasi danışmanlığını yaptı. Turkuaz Hareket’in mantalitesinin oluşturulmasında büyük katkısı oldu. Bugün Gazetesi Yurt Haberler müdürü olarak çalışan Bulut, emekli ve sürekli basın kartı hamilidir. Eserleri: Karakter Tahlilleri, Dört Halifenin Hayatı, Geleceğinizi Okuyun, Rüya Tabirleri, Asya’nın Ayak Sesleri, Ansiklopedik İslam Sözlüğü, Türkçe Dualar, Fardipli Sinha, Derviş ve Sinha, Ruhun Deşifresi, Gizemli Sorular, Ahkamsız Hükümler, Can Boğazdan Çıkar, Sofra Başı Sağlık Sohbetleri gibi yayınlanma aşamasında olan çeşitli eserleri bulunmaktadır. Roman ve Hikaye: Mehmet Ali Bulut’un Roman türünde yazılmış Fardihli Sinha, Derviş ile Sinha adında iki romanı ve aynı serinin devamı olarak Zu Nima ve Fardipli Sinha 2 ve Fardipli Sinha 3 tamamlanma aşamasındadır. Diğer çalışmaları: Çeşitli dergilerde yayınlanmış çok sayıda makalesi, şiirleri bulunan Mehmet Ali Bulut son dönemdeki yazılarını haber7.com’da yayınlamaktadır. Bulut evli ve bir kızı vardır.

Ayrıca Bakınız

Çanakkale Geçilmedi…

Elhamdülillah, bu millet bir kez daha Çanakkale’nin geçilmez olduğunu gösterdi. Bir kere daha, bu millet, …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir