Üzüldüm Osman Efendiye

Askerden yana gözükmek, ona şirin görünmek, tabii ki yalnızca Osman Durmuş’un problemi değil. Ama üzüldüm Osman efendiye.

Üzüldüm ama kendi düşen ağlamaz. Mamafih pek de günahı var sayılmaz. Çünkü o bir eski siyasetçi! Onun maksadı aşan tavrının gerekçesi, eskilerin deyimi ile ‘zir-i bağal’inde gizli… Hani bir deyiş vardır, “Hacı zannettik, zir-i bağalde haçı çıktı” diye…

Oraya bakmak lazım! Koltuğunun altına… Aksi takdirde, Sayın Durmuş’un ya fikri durmuş  olmalı ya izanı tutulmuş olmalı ki, ‘hasmı’nın eşini siyasete malzeme yaptı!

Bu ne milliyetçiliğe sığar, ne hamasete, ne yiğitliğe! Hele mütesettire kadına ‘bacı’ diyen, bayrak ve örtüyü eşit değerde telakki eden bir fikre mensup birinin böyle bir tavır sergilemesi hiç mi hiç yakışmadı…

Eğer, sayın Durmuş  da, ‘trend’e uyup ‘maneviyatçı ve mukaddesatçı’ bir milliyetçilik anlayışından ‘ateist’ bir ulusalcı  anlayışa kaymamışsa…

Ben yine de bunun bir refleks olduğunu ve o refleksin de korkudan beslendiğini sanıyorum.

Alıştırılmış korku. Asker korkusu!

Bu memleket, nice deve dişi gibi iri siyasetçilerin, bir şafak ziyaretiyle gelen bir askerin  tehdidi ile nasıl fikir değiştirdiğine çokça tanıktır…  Demirel’iun hayatını okursanız çok örnekler bulursunuz!

***

Evet, yaşı 35 -40’in üzerinde olan herkeste bu hal az çok vardır.

Kabul etmek gerekir ki ‘asker korkumuz’ var!

Kimse inkâr etmesin, şu veya bu şekilde askerde hepimizin kulağını çekmişlerdir. Eskiden keserlermiş bile. Hatırlayın daha geçen yıl, bir teğmen, pimi çekilmiş bombayı masum bir erin eline verip beş ‘mehmedi’mizi parçalattı.

Niçin! Disipline etmek için.

Acaba, şu kaza(!)nın, o takımda, o bölekte, o aylada asker yapan diğer erat üzerinde ne gibi kalıcı  bir şartlanmışlık yaratmıştır?

Küfür yememiş, boş tenekenin başında sabaha kadar nöbet tutturulmamış, tamamen keyfi bir muamele ile, sadist bir takım askerlerin hışmına uğramamış kaç ‘erkek’ var acaba türkiyede? Siz bütün bunları maksatsız yapılan işler sanıyor olabilirsiniz. Hayır. Onların hiç biri maksatsız değildir. Lazım olduğunda bir emirle hizaya girmeniz, bir ‘höt!’le arz-ı ubudiyet etmeniz içindir… Tanklar caddelerde yürütüldüğünde, uçaklar alçak uçuş yaptığında, koşup gidip en yakındaki askerin elini öpmemiz için yapılan şartlandırılmalardır!

Sayın Osman Durmuş’un halini de öyle anlamak lazım. Yoksa eminim o da başörtüsüne karşı takınılan tutumdan rahatsızdır. Öyle değil mi hocam?

Ne ise Allah’tan ki, iletişim çağı çocukları öyle asker masker korkusu bilmiyor. Allah razı olsun şu internet midir nedir bunu icad edenden. Gizli saklı bir şey kalmıyor. Meğerse siyasetçilerimiz arasındaki askeri ifade ile ‘it dalaşı’ onların arasında da varmış.

Düşünün bir kere, kocaaa genelkurmay başkanları içerdeki curufattan zehirlenmemek için sefer tasıyla evinden kışlaya yemek götürmüş.

Ziya Paşa’nın “Anlar ki laf ile verir dünyaya nizâmât / Bin türlü zeseyyüb bulunur hanelerinde” dediği gibi, biz kışlada, onları geleceğimizin teminatı için talim ve terbiye ile uğraşır zannederken, meğerse ha bire, milleti, kafeslemek, başine balyoz indirmek, yarasa olup gece operasyonları yapmakla uğraşıyorlarmış.

Allah’tan bu yeni nesil korku morku bilmiyor. Ne kadar saklasalar da ne kadar gizleseler de yapıp ettiklerini bulup gün ışığına çıkarıyorlar…

Hiç de korkmuyorlar… maşallah…

Osman Durmuş hoca ve bizim gibi yaşı 40’ın üzerinde olanlara kalsa, asker her televizyona çıkıp yumruğunu masaya vurduğunda millet caddesinde toplanır, uygun adımla 10. Yıl marşını söyleriz:

“Çıktık açık alınla on yılda her savaştan,

On yılda on beş milyon genç yarattık her yaştan…“

***

Ama geçti. Elhamdülillah!

Yeni yetme gençler korkmuyor öyle hötlerden falan. Şartlanmışlıkları da yok çok şükür.

60 ihtilalini yaşamış; 450 milletvekilliğinden 411’ini alıp başbakan olmuş bir zatın keyfi, cebri ve zalimane bir mahkeme ile asıldığını gören bir Demirel nasıl gık diyebilirdi?

Karaoğlan Karaoğlan diye yücelttiğimiz  Ecevit, bir selam ile nasıl fikir değiştirebilirdi, cinnet mustatilline dönüştürülmüş ülkenin 12 eylül sabahında nasıl birden bire sukun bulduğunu yaşamasaydı…

Doğrusunu isterseniz, başlangıçta Sayın Erdoğan’ı da öyle sanmıştım. 28 Şubat sürecinde, -kendilerine çok şey borçlu olduğu anlaşılan- askerlere karşı çıt diyemeyen Erbakan gibi o da bir zılgıt yer yemez kaçar sanmıştım.

Kaçmadı çok şükür. Dikleşmedi de. Dik durdu sadece. Gözlerinin içine bakarak, ‘sizden korkmuyorum!’ dedi.

Böylece, askerlik adı altında milletin canına okumaya çalışanların maskeleri düştü. Artık biliyoruz ki, bu darbeci makulesi takım, dinden nasipsiz, askerliğin hasiyetinden yoksun, o kışlanın, ‘peygamber ocağı’ olduğundan habersiz ve nasipsiz üç beş eli silahlıdır.

Geçenlerde bir gazetede okumuştum, ‘genç subaylar, darbecilerden rahatsız’ diyordu. Eminim ki rahatsızlar. Hem de olmalılar.

İslamın en kahraman ordusu olan Türk milletinin askerini ila nihaye irtica adı altında islama karşı kullanabileceklerini mi sanıyorlardı. Asımın nesli sadece İmam Hatiplerde mi okudu sanıyorsunuz?

Hayır hayır. Bu asrın başında, şuraya bura tahsile giden Müslüman milletler şehadetnamelerini alıp dönmeye başladılar çok şükür. Şimdi her birinin bir kıtanın başına geçme zamandır.

Varsın korkusu olanlar, korkmaya devam etsin.

Maraş’ta bir Fransız askeri, bir Türk anasının başındaki örtüden rahatsız olmuştu. ‘Bu kılıkla buraya giremezsin’ diyenler gibi o da ‘buradan böyle geçemezsin’ demişti… Ve işte o gün Maraş, Kahraman oldu.

Osman hoca da bunu bilir aslında. Ama belli ki, askerlere şirin görünmek istemiş. Vaktiyle onun da kulağını çekmişlerdir muhakkak. Hem 12 Eylül sonrası az mı çile çektiler, az mı buruldular işkencelerde, zindanlarda ülkücüler… Ne yapsın.

Oysa ben hiçbir konuda olmasa bile sadece Emine Hanım’ın GATA’ya alınmaması konusunda MHP’den destek beklerdim. Çünkü örtü için bir zamanlar bir şey yapmayan Refahlılara ‘herkül olmak değil erkek olmak lazım’ diyorlardı. Görüyorum ki onlar da CHP tramvayına bindirilmişler…

İnsan ürkmesi, hayvan ürkmesine benzemiyor işte. Nesilden nesile aktarılıyor… Yoksa o da bilir onun sadece örtü olmadığını tıpkı bayrağın da bir bez olmadığı gibi… Hele peygamber yakıştırması! Tam bir mahalle kahvesi ağzı! Hiç de yakışmadı doğrusu. Yazık.

Yoksa MHP CHP’lileşti mi ki!

Hakkında Mehmet Ali Bulut

1954’te Gaziantep’in İslâhiye ilçesinin Kerküt köyünde doğdu. İlkokulu burada tamamladı. Gaziantep İmam Hatip Lisesini ve ardından Gaziantep Lisesini bitirdi. 1978 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap ve Fars Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nden mezun oldu. Aynı Fakülte’nin Tarih Bölümünde doktora tezi hazırlamaya başladı. 1979 yılında Tercüman Gazetesi’ne girdi. Tercüman Kütüphanesinin kurulması ve kitapların tasnifinde görev aldı. Birçok kitap ve ansiklopedinin yazılmasına ve hazırlanmasına katkıda bulundu… Daha sonra gazetenin, haber merkezi ve yurt haberlerinde çalıştı. Yurt Haberler Müdürü oldu. Köşe yazıları yazdı… 1991 yılında Haber koordinatörü olarak Ortadoğu Gazetesi’ne geçti. Bu gazete 5 yıl süreyle köşe yazarlığı yaptı. Yeni Sayfa ve Önce Vatan Gazetelerinde günlük yazıları ve araştırmaları yayınlandı. 1993 yılında haber editörü olarak İhlas Haber Ajansı’na girdi. Kısa bir süre sonra ajansın haber müdürlüğüne getirildi. Mahalli bir ajans konumundaki İhlas Haber Ajansı, onun haber müdürlüğü döneminde Türkiye’nin ve Ortodoğu’nun en büyük görüntülü haber ajansı konumuna yükseldi. 1997 yılında İHA’dan ayrılmak zorunda kaldı. Bir grup arkadaşıyla birlikte Veri Haber Ajansı’nı kurdu. Finansal sıkıntılardan dolayı Ajansı kapattı. 1999 yılında BRT Televizyonuna girdi. Haber editörü ve program yapımcısı olarak görev yaptı. 2001 Mayısında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın danışmanlığına getirildi. 3 yıl bu görevde kaldı. Bir süre Ali Müfit Gürtuna’nın basın ve siyasi danışmanlığını yaptı. Turkuaz Hareket’in mantalitesinin oluşturulmasında büyük katkısı oldu. Bugün Gazetesi Yurt Haberler müdürü olarak çalışan Bulut, emekli ve sürekli basın kartı hamilidir. Eserleri: Karakter Tahlilleri, Dört Halifenin Hayatı, Geleceğinizi Okuyun, Rüya Tabirleri, Asya’nın Ayak Sesleri, Ansiklopedik İslam Sözlüğü, Türkçe Dualar, Fardipli Sinha, Derviş ve Sinha, Ruhun Deşifresi, Gizemli Sorular, Ahkamsız Hükümler, Can Boğazdan Çıkar, Sofra Başı Sağlık Sohbetleri gibi yayınlanma aşamasında olan çeşitli eserleri bulunmaktadır. Roman ve Hikaye: Mehmet Ali Bulut’un Roman türünde yazılmış Fardihli Sinha, Derviş ile Sinha adında iki romanı ve aynı serinin devamı olarak Zu Nima ve Fardipli Sinha 2 ve Fardipli Sinha 3 tamamlanma aşamasındadır. Diğer çalışmaları: Çeşitli dergilerde yayınlanmış çok sayıda makalesi, şiirleri bulunan Mehmet Ali Bulut son dönemdeki yazılarını haber7.com’da yayınlamaktadır. Bulut evli ve bir kızı vardır.

Ayrıca Bakınız

Çanakkale Geçilmedi…

Elhamdülillah, bu millet bir kez daha Çanakkale’nin geçilmez olduğunu gösterdi. Bir kere daha, bu millet, …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir