Bahçeli’nin Teklifi ‘Eyvah’ Dedirtti

Yazar Mehmet Ali Bulut, MHP lideri Devlet Bahçeli, Irak sınırında tampon bölgeler oluşturulmasını isteyince “eyvah” dediğini belirti ve sebebini şöyle açıkladı.

KÜRT KİMİN UMURUNDA BE KARDEŞ!

MHP lideri Devlet Bahçeli, Irak sınırında tampon bölgeler oluşturulmasını isteyince “eyvah” dedim; “bu fikre şimdi herkes balıklama atlar. Allah vere iktidar da oltaya gelmese.”

Allahtan CHP hemen olaya sahip çıktı da iktidar uyandı, teklife mesafeli durdu.

Ben Bahçeli’nin böyle bir teklifte bulunmasını yadırgamadım. Çünkü maalesef bizim milliyetçiliğimiz -ki genelde tüm ırkçı milliyetçilikler, bir tür sığ düşünmenin eseridir- çağdaş ve günün meselelerine uygun öneriler sunma kabiliyetini kaybetti. Türk milliyetçisi düşünmüyor, yeni fikirler üretmiyor. Osmanlı dönemi milliyetçilerinin ürettiği fikirler ışığında oluşturdukları şablonlar çerçevesinde meseleler karşısında evet ve hayırdan ibaret iki tavır sergiliyorlar.

Halbuki, Türk milliyetçiliği fikir üretebilen bir vatanperverliktir. Ve ta kaynağından itibaren de ‘müsbet’tir. Yani, diğer ırkları aşağılamaktan uzak, doğrudan millete hizmet etmeyi esas alan bir anlayıştadır.

Aslında ortaya çıkış zemini açısından Türk milliyetçiliğinin, ‘diğerini dışlayan’ bir tavır almasının imkânı yoktu. O yüzden Türk milliyetçiliği – ki Atatürk milliyetçiliği de bu çizgidedir- kendisini bu vatanın bir parçası sayan herkesi, Türk kabul eder ve benimser.

Bu tür bir milliyetçilik anlayışı, kimseyi rahatsız etmezdi, etmiyordu. Problem çözme ve yeni oluşumlar karşısında yeni fikirler üretme noktasında da taraftarlarının elini güçlendirirdi. Nitekim, “Türk İslam sentezi” denilen ‘imtizac” böyle bir açılımın eseriydi. Bediüzzaman bile böyle bir milliyetçilikten rahatsız değil. Hatta “Bu milletin himmeti hakikat-i mümtezice ile pervaz eder (yani Türk ve İslam’ın birlikteliği ile) ” der.

Nitekim ‘Nerede Türk varsa İslam’dır, İslamiyet’le bağını kesmiş olan Türklerin, Türklükle de alakası kalmamıştır” demesi de bundandır. Böyle bir milliyetçilik anlayışının doğal olarak sorumluluk alanı da geniştir. Sadece Türkün değil Müslümanın da menfaatini gözetir. Mamafih eski milliyetçilik anlayışımızda, mazlum duruma düşmüş‘Müslüman’ bir Kürd, bir Arap, bir Çeçen veya Çerkez, bir Boşnak yahut Arnavut; en az Kerkük, Kıbrıs, Karabağ, Doğu Türkistan ve Batı Trakya Türkü kadar yüreklerimizin şefkatini celbederdi…

Ama maalesef, Marksist Leninist PKK’nın, Kürtlerin hesabına yaptığını iddia ettiği insafsız eylemleri Türk milliyetçilerinin de kimyasını etkilemeye başladı.

Bir taraftan PKK’nın sergilediği vahşet, diğer taraftan yine Marksist Leninist zeminde yeşeren anti İslamcı ulusalcılar da milliyetçi söylemler kullandıkları için; müspet çizgide gelişen Türk milliyetçiliğini,‘dışlayan’ ve ‘ötekileştiren’ ırkçı bir kimlik takınmaya zorluyorlar.

MHP’nin tabanı da bu zorlamadan etkileniyor. Her gün teröre kurban verilen canlarımız da bu yaklaşımı besliyor maalesef. Böyle bir ortamda milliyetçilerden sinirlerine hakim olmalarını ve geniş ufuklu fikir üretebilmelerini beklemek zor. O açıdan böyle bir teklifin MHP’den gelmesi garipsenemez.

Fakat kesinlikle çözüm de değildir! Hatta yaranın enfeksiyon kapmasından başka amaca da hizmet etmez!

***

CHP’ye gelince.

CHP, bu ülkede hep yasaklamanın ve baskının temsilciliğini yapmıştır adeta. Halkı, baskı altında tutmak varken, istibdat ve cebir uygulama ihtimali varken serbestlikten, demokrasiden, vicdan hürriyetinden yana olmaya yanaşmaz. Çünkü o, bu millete zorla dayatılmış ‘Altı OK’ cuntasının bânisidir. İslam karşıtlığı söz konusu ise kesinlikle ve rahatlıkla DTP ile de işbirliği yapar. Mamafih yaptı geçmişte.

Dolayısıyla ne Türk milleti CHP’nin umurundadır, ne de Müslüman Kürtler…

Hem CHP’nin fikir üretmesi de gerekmiyor! Bütün fikirleri 1940’lı yıllarda zaten üretilmiş! CHP’nin düzeni malum: kıtlık, yokluk, yoksulluk, yoksunluk, karaborsa, Allah diyenin ipte sallandırıldığı bir düzen. CHP düzeninde Kürtlere ve hakiki Alevilere nasıl davranıldığını görmek isteyenler açıp Mustafa Muğlalı olayını okusunlar!

***

Peki, bu tampon bölge teklifine sadece MHP ve CHP önerdiği için mi karşı çıkmak gerekiyor?

Elbette hayır!

Gerçi ben kendi payıma CHP’den gelen her türlü teklife itina ile yaklaşırım. Çünkü insan ürkmesi hayvan ürkmesene benzemez. CHP geçmişte yaptıklarıyla, milleti öyle ürküttü ki, artık ‘Allah bir’ dese ‘acaba!’ diyecek hale getirdi.

Ama inanın bu teklife karşı çıkmam teklifin MHP’den veya CHP’den geliyor olmasından değil. Mahza ve bizzat teklifin kendisine karşıyım.

Bu teklif, şu meselede çare de değil. Pansuman bile değil. Olsa olsa, açık bir yarayı, onu azdırıp kangrene çevirecek mikroplarla dolu bir paçavra ile sarmaya benzer.

PKK, sınırın ötesinden gelmiyor ki! Şehirlerimize inmiş, dağlarımızda cirit atıyorlar.

Bütün bunlar gösteriyor ki, biz hala meseleye doğru teşhis koyamamışız. Terör, bu işin sadece servis hizmetidir. PKK’nın vahşetlerine, onların yöntemleriyle mani olmak, işin kolaycı yanı. Zaten onların istediği de bu!

Ortada ne kadar dışlama, kan, gözyaşı olursa PKK o kadar büyüyecek ve Kürt halkını temsil etme iddiası da o kadar artacak!

***

Asker, şiddetten başkasını bilmez. Dünyanın neresinde olursa olsun, bir mesele askere havale edilmişse, asker önce, özgürlük alanlarını daraltır. Sonra sıkı bir kontrol başlatır ve ardından herkesi evine tıkıştırır. Böylece ortalık süt liman olmuş olur!  12 Eylül sabahı da öyle olmamış mıydı?

Asker yetkilerinin kısıtlandığından rahatsız, daha çok yetki istiyor. Ne yapacak bu yetki ile peki? Bölgede Olağanüstü Hal ilan edecek! Polis hizmetini de kendisi görecek! Şüphelendiğini sorgusuz sualsiz içeri alacak, birilerinin içeriye alınanların peşine düşmesine mani olacak.

Peki şu anda yeniden talep ettiğiniz tedbirleri, o bölgede OHAL çerçevesinde yıllarca tatbik ettiniz de çare mi oldu?

Çare olsaydı, bugün bunlar tartışılır mıydı?

***

Efendiler, şu meselenin çözümünde askeri tedbirler çare değil. İnanın baskı da çare değil. Eğer şu terör, maksatsız bir anarşi olsaydı, derdim ki, Almanlar gibi dökün üzerine benzin yakın!

O da çare değil Zaten bölgede bunu Saddam yaptı. Bunu ondan önce de Firavun yapmıştı!

Ama muvaffak olamadılar. Olamazlar da. Zulüm ile, istibdat ile, tampon bölgeler oluşturarak bir sorun çözülmez. Sadece yüreklerdeki gayzı ve öfkeyi arttırırsınız.

Öyle ise önce işin adını doğru koyacaksınız. Halkınıza halkınız gibi davranacaksınız. İnancına saygı gösterecek, onun başkaları tarafından istismar edilmesine, aleyhinize kullanılmasına mani olacaksınız ki, bu da ‘kalplerin telifi’ ile olur. Baskıyla, zulümle olmaz. Koruculuk sistemiyle hiç olmaz.

Zaten koruculuk sistemi, ağalığın yeniden inşasından başka bir amaca da hizmet etmedi. Ha bir de boş zamanlarında şehirlere inip mafyacılık yapıyorlar.

***

Bu terörün önünün alınamamasının birçok yönü var. Bir yönü devlete; yani sisteme ve rejime bakıyor. Bir yönü hükümete yani siyasete bakıyor. Bir yönü insana, yani millete bakıyor. Millete bakan yönü, iman ile alakalı olduğu için izahı bu yazının boyutunu aşar.

Meselenin en kolay çözüme kavuşturulacağı nokta, devlete bakan yönüdür. Devlet genelde, ideolojik yaklaşmıyorsa adil davranır. Ama bizim gibi, ‘ideolojisi mantığını aşan devletler’ halklarını; ‘benden yana olanlar’ ve ‘ötekiler’ olarak ikiye ayırır ve birini şımartırken diğerini ezer. Milleti meydana getiren unsurlara tek tek sorun. Bakalım şu rejimden memnun olan var mı?

Hayır! Bir dedikleri iki edilmeyen askerler ve bir kısım sistem bekçileri dışında kimse bu rejimden memnun değil. Demek ki birinci problemimiz bu. Önce adil bir devlet yapısı oluşturacağız!

Hükümete bakan yönüne gelince. Hükümet şapkasını önüne koyup, neden bugüne kadar bütün yatırımların belli merkezlerde toplandığının muhasebesini yapmalı. Eskişehir’in ötesinde, Kırıkkale silah fabrikası dışında yatırım olarak ne sayabilirsiniz bilmiyorum İskenderun Demirçelik Fabrikası dışında.

Gaziantep’in kendi başına yaptığı birtakım yatırımları ve çabaları, Yozgat’ın son birkaç yıldır gösterdiği performansı bir tarafa bırakırsak, Ankara’nın öbür yanı, batısından en az 50 yıl geri.

AK Parti, şimdi bölgeye giriyor ama yanlış yöntemlerle. Zaten asırlardır, ağa ve devlet sırtından geçinmeye alışmış bir halka, devlet kesesinden birtakım yardımlarda bulunmak, onları daha beter ‘seele’ yapar.

Hükümet gerçek bir doktor gibi önce bölge insanlarının dertlerini teşhis etmeli. Tabii ki, bunu yapmasına mani olacak çok unsurlar var. -Terör onlardan sadece bir tanesidir. Hatırlayın PKK’nın ilk hamisi Suriye ve Yunanistan’dı.-

Bugüne kadarki hükümetler hep uzaktan yazılmış reçetelerle bölgeye yöneldiler. Görmeden, hastanın asıl derdinin ne olduğunu bilmeden yapılan bu tedaviler (İane, yem yiyecek yardımı, yeşil kart, vatandaşın vergiden, elektirik faturalarından illegal muafiyeti. vs.) hastalığı daha da şiddetlendirdi. Çünkü açlıktan kıvranan ve o yüzden mide ağrısı çeken insanlara biz buradan hazım ilacı gönderdik.

Eşkıyalık ve kan davası gibi husumetlerle vücudu iltihaplanmış topluma, iltihabı arttıracak ilaçlar (Hamidiye alayları ve köy koruculuğu vs. gibi) göndermek, acaba tedavi midir, yoksa ölüm meleğine davetiye midir?

Bu bir istibdattır. Yaraları sarmak yerine yıllarca uzaktan gönderilen ilaçlarla o bölge insanını daha da hasta ettik. Padişahlık ve Tek Parti dönemini kınayabiliriz. Ama güya demokrasiye geçtiğimiz daha sonraki zamanlarda da şu istibdat dönemlerinin yöntemlerini kullanmaktan geri durmadık!

Biçare milletin halini anlamadık. Mamafih bölge halkı da tembelliğiyle buna fırsat vermedi. Karşılıklı vehim ve korku belasından dolayı hükümetlerin yapmak istedikleri iyi şeyler de netice vermedi. Verilen teşvikler iç edildikçe hükümetler de bölgeyi gözden çıkardı.

İmdi, MHP ve CHP, askeri kesimin hazırcı ve kolaycı yaklaşımlarına çanak tutarak eski halin daha da şiddetlenerek devamını sağlayacak bir teklifte bulunuyorlar. Halk nezdinde giderek meşruiyetini yitiren şu vahşet örgütüne itibar kazandıracaklar.

AK Parti asla bu oyuna gelmemeli. Gidip o bölgede çadır kurmalı. Yerinde inceleme ve teşhis koyan doktor gibi hastayı gözle görmeden, röntgenini almadan MR’ını çekmeden ilaç yazmamalı. Ve bütün bunları demokrasiden asla taviz vermeden, baskı ve şiddete başvurmadan ve terör öfkesine kapılmadan yapmalı.

Oraya göndereceği ‘hâzık hekim’ler, ‘zül cenaheyn’ (Türk ama Kürtten nefret etmeyen Türk)  olmalı. Bölge halkından birilerini gönderdiğinizde, var olan husumetlerin önünü alamazsınız. Çünkü geçmişteki ağalık şimdi siyasetçilik perdesi altında sürüyor. Bölgeye göndereceğiniz şu insanların eline Bediüzzaman’ın Münazarat adlı eserinde tam bir asır önce hazırlanmış şifa reçetelerini de veriniz ki, o bölge için doğru bir hal çaresi bulunmuş olsun. Yoksa PKK’nın her vahşeti sonrasında OHAL önünüze‘çare’ olarak konulur. O da sadece PKK’yı besler ve onu Türk devletine karşı kullanan mihrakların taleplerini arttırır!

O üstadı dinlemelisiniz. İşte o zaman, şu terör belasının belini kırmakla kalmaz, aynı zamanda kendinize harika bir dost millet kazanmış olursunuz.

Ha eliniz değmişken, oralardan şöyle yukarılara çıkıp, Ermenilerle olan husumetimize de bir çare bulun ki, bu milletin himmeti pervaz etsin de önümüzdeki bin yıllar bizim asırlarımız olsun. İnşallah!

*** *** ***

Bu yazı “09.Ekim.2008 19:09:31” tarihinde gasteci.com’da “Kürt kimin umurunda be kardeş!” başlığında yayınlanmıştır.

Hakkında Mehmet Ali Bulut

1954’te Gaziantep’in İslâhiye ilçesinin Kerküt köyünde doğdu. İlkokulu burada tamamladı. Gaziantep İmam Hatip Lisesini ve ardından Gaziantep Lisesini bitirdi. 1978 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap ve Fars Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nden mezun oldu. Aynı Fakülte’nin Tarih Bölümünde doktora tezi hazırlamaya başladı. 1979 yılında Tercüman Gazetesi’ne girdi. Tercüman Kütüphanesinin kurulması ve kitapların tasnifinde görev aldı. Birçok kitap ve ansiklopedinin yazılmasına ve hazırlanmasına katkıda bulundu… Daha sonra gazetenin, haber merkezi ve yurt haberlerinde çalıştı. Yurt Haberler Müdürü oldu. Köşe yazıları yazdı… 1991 yılında Haber koordinatörü olarak Ortadoğu Gazetesi’ne geçti. Bu gazete 5 yıl süreyle köşe yazarlığı yaptı. Yeni Sayfa ve Önce Vatan Gazetelerinde günlük yazıları ve araştırmaları yayınlandı. 1993 yılında haber editörü olarak İhlas Haber Ajansı’na girdi. Kısa bir süre sonra ajansın haber müdürlüğüne getirildi. Mahalli bir ajans konumundaki İhlas Haber Ajansı, onun haber müdürlüğü döneminde Türkiye’nin ve Ortodoğu’nun en büyük görüntülü haber ajansı konumuna yükseldi. 1997 yılında İHA’dan ayrılmak zorunda kaldı. Bir grup arkadaşıyla birlikte Veri Haber Ajansı’nı kurdu. Finansal sıkıntılardan dolayı Ajansı kapattı. 1999 yılında BRT Televizyonuna girdi. Haber editörü ve program yapımcısı olarak görev yaptı. 2001 Mayısında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın danışmanlığına getirildi. 3 yıl bu görevde kaldı. Bir süre Ali Müfit Gürtuna’nın basın ve siyasi danışmanlığını yaptı. Turkuaz Hareket’in mantalitesinin oluşturulmasında büyük katkısı oldu. Bugün Gazetesi Yurt Haberler müdürü olarak çalışan Bulut, emekli ve sürekli basın kartı hamilidir. Eserleri: Karakter Tahlilleri, Dört Halifenin Hayatı, Geleceğinizi Okuyun, Rüya Tabirleri, Asya’nın Ayak Sesleri, Ansiklopedik İslam Sözlüğü, Türkçe Dualar, Fardipli Sinha, Derviş ve Sinha, Ruhun Deşifresi, Gizemli Sorular, Ahkamsız Hükümler, Can Boğazdan Çıkar, Sofra Başı Sağlık Sohbetleri gibi yayınlanma aşamasında olan çeşitli eserleri bulunmaktadır. Roman ve Hikaye: Mehmet Ali Bulut’un Roman türünde yazılmış Fardihli Sinha, Derviş ile Sinha adında iki romanı ve aynı serinin devamı olarak Zu Nima ve Fardipli Sinha 2 ve Fardipli Sinha 3 tamamlanma aşamasındadır. Diğer çalışmaları: Çeşitli dergilerde yayınlanmış çok sayıda makalesi, şiirleri bulunan Mehmet Ali Bulut son dönemdeki yazılarını haber7.com’da yayınlamaktadır. Bulut evli ve bir kızı vardır.

Ayrıca Bakınız

Ayağı Yere Basmayan Bir Yazı (II) – (İfsat İktidarının Sonu)

Geçen yüzyılın başında onların taleplerine izin vermeyen Osmanlı’yı yıktılar ve İsrail devletinin kurulması önündeki manileri …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir