Bundan böyle, börtü böcek çer çöp çiçek cinsinden şeyler yazacağım demiştim ya elim varmıyor ki.
Ama bugün yine de doğrudan siyasetle ilintili olmayan ama siyasete altlık teşkil eden iki üç konuya temas edeceğim.
Birincisi iktidar ve sermaye…
Malum bu ikisi asla biribirisiz olmaz. Nerede iktidar varsa, onun bir sermayesi de var. Yahut, nerede bir sermaye varsa onun bir iktidarı da var. Bunun, bir iki istisnası var gibi görülür, insanlık tarihinde; biri Calut ile Talut Savaşı diğeri ise Bedir Savaşıdır.
Yeryüzünde ideal (-yani din uğruna-) için yapılmış savaşlardır bu ikisi. En azından görünen yüzü budur.
Fakat bu savaşların ikisinde de servet ve sermaye dolaylı bir şekilde işin içine girer. (Mesela Bedir Savaşı, aslında Ebu Süfyan’ın servetine el koymak için yapılmış bir seriyedir ama Cenab-ı Hakkın muradıyla başka bir hal almıştır.)
Malum, Hz. Musa’dan sonra Filistin’e yerleşen İsrailoğulları, her zamanki gibi azıtınca Allah Sina yarımadasında oturan Amalikalıları onlara musallat eder. Amalikalılar Filistin’i işgal edip onları yurtlarından sürerler. Uzun süre çölde heder olan İsrailoğulları, sonunda Danyal alyhisselama müracaat edip, “Rabbine söyle bize bir lider versin de biz onun önderliğinde yeniden yurtlarımızı alalım” dediler.
Cenab-ı Hak da onlara Talut’u önerir. Talut yetenekli, güçlü ve cesur biridir ama zengin değildir. Hatta horlanan bir alt sınıfatan gelmektedir. (Tayip beyde ‘İma hatiplidir ve Beyaz Türk değildir’ diye az dışlanmadı biliyorsunuz! İlahi sırlar böyle işte. Tekrar edip durur ama görmek için göz lazım)
Fakat ilginçtir, varlık sahibi olanların “Serveti olmayan nasıl bize lider olur” şeklindeki itirazı, Danyal (as) tarafından garipsenmez.
Onlara şöyle der:
-Tamam Talut’un serveti yok. Peki o size, gücü, iktidar ve birlikteliği sembolize eden Musa’nın kayıp sandukasını getirse?
Servet sahipleri, bu teklife itiraz etmediler.
Demek ki, iktidarı asıl belirleyen servettir. Fakat servetten daha güçlü olan, kamuoyunun, yani yığınların desteğidir. Yığınların desteği, asla ‘adaletsizlik, haksızlık, vicdansızlık ve haram yiyicilik’ üzerine ittifak etmez… Bilmeden etse bile sürmez. Fark ettiği an silkeler atar. Onunla baş edilmez. Çünkü kamu vicdanı, fıtratın dilli, Rabbin muradıdır.
O yüzden, iktidarın tayininde, servetin karşısına çıkarılabilecek en güçlü faktör ‘kamuoyu’ denilen sessiz çoğunluktur. Kamunun vicdanı şer üzere ittifak etmediği için kanaati rahmanidir ve güçlüdür; baş edilmez.
Çünkü o daima, kudsiyet ile merbuttur. O yüzden “Alem-i İslam içinde mühim ve inkılapvari bir iş görmek islamiyetin desatirini inkıyad ile olabilir. Başka olmaz. Hem olmamış; olmuş ise de çabuk ölüp, sönmüş”
İmdi, şu vicdani kanaatin ittifakı ile iktidara gelen Ak Parti, iktidarın zahiri sebebi ve vasıtası olan ‘servet’i ve ‘sermaye’yi de kendi yanına çekmek için bir çaba içinde. Elbette iktidarda kalmayı isteyen her siyasi ekibin yapacağı budur. Nitekim geçmişteki tüm siyasi ekipler, kendilerine taraftar olan bir sermaye de oluşturdular. Yandaş sermayesi olmayanın –Ecevit gibi- iktidarı da kalıcı olamadı. Dolayısıyla Ak Parti’nin sermayeyi kendi safına çekmesi normaldir.
Fakat maalesef usul ve yöntemleri anormal!
Bu sözümün ne anlama geldiğini, korkarım, yerel yönetim sınavında görecekler… Muhalefet şu zaafı görse, iktidarın karşısına ‘becerikli ve dürüst’ isimlerle çıksa iktidar, İstanbul da dâhil birçok yerde riske girer.
* * *
İSTANBUL KAYBEDİLEBİLİR
İstanbul’da gelinen nokta şu:
CHP bile, ‘sağcı – mazbut, dindar’ diye niteleyebileceğimiz isimlerle seçmen önüne çıkmak zorundadır artık. Bu muhteşem bir gelişmedir.
Mazbut kelimesini ‘muhafazakâr sağcı’ manasına kullandım. Masonlar, roteryenler ve lionslar gibi genel anlamda solcu olmayan; azınlıklar, Museviler ve genel anlamda mukaddesatçı ve milliyetçi olmayan sağcılar ile DYP ve ANAP çizgisindeki merkez sağ ve milliyetçiler (MHP) de SAĞ içine dâhildir.
CHP’nin Ali Müfit Gürtuna ile paslaştığını duyuyorum. Ali Müfit Gürtuna, mevcut iktidar tarafından aforoz edilmiş olsa bile, şu yukarıda saydığım kesimlerden alacağı oy oranı, bugün bile yüzde 6-7 mertebelerindedir. CHP onun gibi ibr aday çıkarsa…
Saadet Partisi, Numan hoca ile şu günlerde soluk tazeledi. Numan Kurtulmuş, yıldızı parlak bir siyasetçi. Başbakan, onu çok kereler partiye çağırdı ama icabet etmedi.
Şayet Numan hoca, ‘para karşısındaki duruşu’ sağlam ve 1994-96 ruhunu taşıyan bir ekip kurup –ki elinde yeterince değer var- ‘dürüst’ kimlikli bir adayla çıkarırsa o da en az 5-6 hatta 7 puan alabilir. MHP’nin de 4-5 oyu vardır. Geçmiş dönem AK Partiye oy veren şu seçmenin yarısı kaçsa Ak Parti’nin işi zora girer.
Siyaset, artık, ‘kalelerin fethi’ işine dönüştüğü için, İstanbul’un Ak Parti’den alınması Akparti karşıtlarının üzerinde ittifak edecekleri en öncelikli yerdir. Çünkü İstanbul7u kaybetmiş bir AK Parti, kaidesini kaybetmiş heykel gibi boşlukta kalır…
Dolayısıyla Ak Parti, 2009 seçimlerini, 2004 seçimlerine benzetme gafletine düşmemeli. Çünkü o zaman, yerel yönetimler henüz Ak Partili değildi ve Ak Partili yerel yöneticilerin keli yarılmamıştı.
Şimdi icraatları görüldü. Kelleri yarıldı. Birçok yerde yerel imkânların nasıl fütursuzca kullandığı ayan oldu.
Ama bunlar yeniden aday olmak için can atıyorlar. Şayet Ak Parti mevcut yerel yöneticiler stoku ile önümüzdeki yerel seçimlere girerse, yüzde 10-15 fire verir. Dost acı söyler. Ben hafif söylüyorum, siz çok anlayın.
Başbakanımız inanmıyorsa Maliye Bakanına tamlat versin, şu zatların imkânlarını çaktıramadan inceletsin. Görecektir. Delil istemeye vesika beklemeye hacet kalmaz.
Benim kendi hasabıma yaptığım anket şu: Herhangi bir ildeki Ak Partili dostlarımdan soruyorum:
-“Vicdani manada oy kullansanız, mevcut belediye başkanınıza bir kere daha oy verir misiniz?
Aldığım cevapların yüzde 80’e yakını ‘hayır!’dır. Gerekçe de yukarıda söylediğimdir. Üstelik bu insanlar Ak Parti’ye en azından fikri önderlik yapmış olanlar.
Elbette bunların çoğu yine de gidip Ak Parti’ye oy verecekler. Fakat iş, ‘kerhen’ noktasına gelmiş durumda.
Merkezi hükümetin iyi icraatları, yerel yöneticilerin ‘tamahkarlığı’ sebebiyle güme gidebilir.
Mesela Kadir Topbaş! Kim ne derse desin, kendi zamanı için müthiş işler yaptı. Peki, hüsnü kabul görüyor mu?
Sanmıyorum!
Neden? Çünkü deniliyor ki, ‘evet güzel şeyler yaptı ama 1 olan dükkân sayısını da 16’ya çıkardı”. Büyük ihtimalle de bu başarıda belediyenin reel bir katkısı yoktur.
Ne ise… İşte kamu vicdanı ve kanaati burada işin içine giriyor. Sermayenin istemediği, bütün zinde güçlerin karşı durduğu, ççık tavır aldığı –Koç’un beyanatlarını hatırlayın- Tayyip Erdoğan, kamu vicdanında yarattığı iyi intiba; cesur ve dürüst kişilik sebebiyle bütün engelleri aşıp geldi. Çünkü sermayenin karşısına ‘Musa’nın Sandukası’ ile çıkmıştı ve iktidar oldu.
‘Musa’nın Sandukası’ meleklerin ‘saf ve temiz kanatları’yla taşınır. Başbakan onu, bilerek veya bilmeyerek ‘tamahkâr nefislerin hırslı kanatları’na bıraktı. O da yeniden kayıplara karıştı sanırım. Veya görünmez oldu.
Başbakan ‘bana delil getirin’ diyor, ‘yolsuzluk yapanı aramızda tutmayız’ diyor. Ama değişen bir şey olmuyor. Ben bir öneride bulunacağım sevgili başbakanımıza:
Belediye başkanlarının servetini -tabi eş dost ve çevresi ile birlikte- inceletsin. 5 yıl önceye göre değişen nedir bir baksın. Bakalım kaç kişinin yaşantısı maaşıyla mütenasip!
Hz. Ömer sevdiği bir adamını Mısır’a vali yaptı. Bir başka arkadaşını da onu gizliden kontrol etmek üzere görevlendirmişti. Bir süre sonra Mısır’dan zevk safa naraları yükseldi ve bunlar Medine’ye kadar ulaştı. Hz. Ömer, delil istemedi. O arkadaşına dedi ki “Git, onu hangi hal üzere bulursan öylece al bana getir’
Öyle yaptı arkadaşı. Vali hiç de Ömer (ra)’in yüzüne bakabilecek durumda değildi. Üstelik onlar sahabe idi!
Şimdi de öyle oysun demiyorum elbet. Bunu takip etmenin envai türlü yolu var. Ne ise herkes işini benden daha iyi biliyor…
Ben bu teklifi, genel merkeze çok yakın bir dostuma da söyledim. “Haram lokma avcılığını siz yapmazsanız, elinde haram lokma ile yakalanacak her bir örnek, yüz olur bin olur önünüze çıkar. O zaman millet sizden ‘Musa’nın sandukasını” yeniden isteyebilir. Ve tabii kaybedersiniz” dedim.
* * *
ELİ ÖPÜLECEK ADAMLAR
Üçüncü Başlığım, Türkiye’nin Güvenlik Konseyi üyesi olması…
Bu, gerçekten büyük başarı! Asla görmezlikten gelinecek bir iş değil. Bu başarıda diplomatların payı elbette var ama en büyük pay iktidarındır: Başbakanındır, ora senin bura benim dolaşan ve her gittiği yerde hayırlı hizmetlere el atan Cumhurbaşkanı’ındır! Fakat en ziyade iki bilim adamınındır. Ekmeleddin İhsanoğlu ve Rrof. Dr. Davutoğlu! Bu konuda iktidarın manevi ‘ak sakal’lılarından biri belki en birincisi olan ‘Derin Strateji’ sahibi Prf. Dr. Davutoğlu ciddi ve hususi bir teşekkürü hak ediyor.
İdris Naim Şahin, ‘ağabey’ diye sevdiğim bir isim. Ak Parti’nin yeni iktidar olduğu günlerdeydi. Gayrettepe’deki bir kuru fasulyecide otururken oraya geldi. Lutfedip masamıza oturdu. Fırsat bulmuşken, ona bir iki şey söyledim.
Demiştim ki:
“Abi Türk siyasetçilerinin iki büyük vazifesi, farz mesabesinde iki büyük görevi var. Bunlardan birincisi Ayasofya’yı yeniden ibadete açmak, diğeri de İslam halkaları arasında yeniden bir birliktelik tesis etmek!”
“Bu birliktelik, şimdilik sadece ‘kalplerin kazanılması’ şeklinde olabilir. Çünkü Batılı emperyalistler, ince ve derin politikalarla -Osmanlıyı yıkabilmek için- tüm İslam halklarını bizden soğuttular. Onları kışkırttılar. Biz de küserek onlardan yüz çevirdik…”
Ne yapıp edip onlara, “kardeşler” olduğumuzu yeniden anımsatmalıyız. Bunun için her şey mübahtır. Sporu ve folklor her ne ise… Siyasi yakınlık, ekonomik birliktelik aramak da lazım değil. Halkların birbirini tanımalarını sağlayabilsek kafi! Sadece bu bile iktidarınızı Allah nezdinde temize çıkarır”.
“Ayasofya’nın şu hali, Batı emperyalizmi altında olduğumuzun en açık kanıtıdır. Onun kapısına vurulmuş şu lehimi çözmeden bağımsız olamayız. Onu açabilmemek de kardeşlerimizin gücünü arkamıza almakla olur…”
İşte bunun gerçekleştiğinin bir emaresidir ki çoğu Müslüman olan 159 ülke, Türkiye’nin Güvenlik Konseyi’ne girmesine ‘evet’ dedi. Bunlar daha ilk meyvalar. Bakın daha arkadan neler gelecek inşallah!
Bunu sağlayanların ellerinden öpüyorum. Başta Davutoğlu hocamın, başbakanın, cumhurbaşkanımın ve hatta sevgili ağabey İdris Naim Şahin’in ki, eminim şu meselelerin öncelenmesine ciddi katkısı olmuştur.
İşte, “Türkiye sizinle gurur duyuyor!” dedirtecek bir başarı bu!