Bugün, çalma fırsatı bulamadığı için ahlaklı sayılan bir toplumun içine düştüğü çete sarmalının bir anatomik tahlilini yapmaya çalışacağım kendimce.
Bir zamanlar, “malı götürmek” için uygun fırsatlar ihtiva ettiği bilinen(!) bir görevde idim. Bir gün odama iki kişi geldi. Bir tanıdığımın adıyla. İçeri aldım Hayırdır, nedir, ne oluyor, derdiniz ne demeye fırsat kalmadan biri söze girdi:
-Sen yetim hakkı yiyorsun, biz de payımızı almaya geldik! (Yani onların da gözü yetim hakkında!)
Ben anlamadım, afalladım. Şaşkın şaşkın yüzlerine baktım. Sonra asıl muhatap olması gereken adama döndüm ve “ya ne diyor bu adam” diye aval aval baktım… O da son derece pişkin. Ve gerçekten alacaklıymış gibi yüzüme karşı:
-Anlamadın mı? Adam payını istiyor. Var mı tek başına milletin malını götürmek!
Anlamıştım! ‘Kafa koparmaya’ gelmişlerdi. Ben leş yiyordum(!), onlar pay istiyorlardı!
O birkaç saniye içinde sayısız tedbirler aklımdan geldi geçti. Silahım olmadığına şükrettim. Güvenliği çağırıp dışarı attırabilirdim. O an bunun doğru çare olamayacağını düşündüm. –Yanılmışım. Çünkü polise gitmememi haklılıklarına kanıt sandılar- Bazı şeyler söyledim ama anladıkları yoktu. Aynı cümleyi tekrar edip duruyorlardı:
–“Bize payımızı vereceksin!”
Baktım olmayacak, onların diliyle konuştum: “Bu iş böyle olmaz. Gidin bana yetimin malını kendi uhdeme aktardığıma dair bir işaret bir kanıt getirin, aldığımı sandığınız paraları size vereyim” dedim. Çünkü yüzbin dolarlardan filan sözediyorlardı!
İkna oldular. Araştıracaklar, soruşturacaklar ve gelip ‘evet sen şu işlerden götürmüşsün, bizim de payımız bu!’ diyecekler ve ben de paylarını verecektim(!)
Bunları böyle kısaca anlattığıma bakmayın. Ne çektiğimi bilen bilir. Kendilerince epeyi araştırmışlar ve sonra bir kanaate varmışlar ki bu adam temiz! Ardından gidip onları yanıltıp üzerime salan şahsı da bir güzel benzetmişler… (yiğitlermiş yani!)
Fakat bu arada ben kendime sürekli şu soruyu soruyorum: “Ne yaptım veya nasıl bir görüntü verdim ki bu insanlar böyle bir yargıya vardılar da murdar paralar aldığımı düşündüler?”
Sonunda, eski kulağı kesiklerden birisi bana ‘aliciğim, bulunduğun makam, dünyalık tutmak açısından uygun bur yer ya ondandır” deyince uyandım. Meğer öteden beri o makam hakkında öyle bir kanaat de varmış. Yani güya oraya gelenler dünyalıklarını tutarmış. Benim becerememiş(!) olmam kimin umurunda. Herkesin malı götürdüğü(!) bir ortamda benim dürüst olabileceğime kim inanırdı ki(!)?
Çünkü toplum, o makamlara gelenlerde izah edilemeyecek mal artışları ve suistimaller gözlemlemiş. O biz de o makamdayız….Herkes alemi kendisi gibi bilir ya!
O makamlarda bulunup da malı götürmemek olmayacağına göre(!) doğal olarak benim de götürmüş olabileceğimi düşünmeleri doğaldır. Gerisi de racon işi zaten!
Uzun ve zorlu bir mücadeleden sonra, benim, sandıkları gibi bir adam olmadığımı yani ‘malı götürmediğim’i anlamışlardı amma Bağdat da harap olmuştu; yuvam, hayatım, şirazem dağılmış, saçlarım ağarmış, per perişan olmuştum. Bir süre eşin dostun himmetine bile kaldım.
Zaten yeni yönetim de gelir gelmez, aynı gerekçe ile beni hemen uzaklaştırmışlardı. Herhalde yüklerini tutmak için aceleleri vardı! Ne ise günahlarını almayalım!
O hadiseler elbette içimde buruk acılar bırakarak mazide kaldı ama etkisinden tam kurtuldum diyemem. Bütün bu süreçte beni en çok yıkan, en çok yaralayan ise iyi, dürüst bildiğim insanların bile ‘Sen de müstahakmışsın be abi! Zamanında yükünü tutsaydın ya!” demeleri olmuştur. Rabbin huzurunda onlarla yüzleşmeyi ahd etmişim inşallah!
* * *
Derdim sizi kendi problemlerimle yormak değil inanın. Bütün bunları, şu çete dediğimiz ve yıllardır milletin yakısından düşmeyen ‘silahlı para toplama örgütleri’nin varlık sebebini ve nereden kaynaklandığını anlatabilmek için aktardım. İnsanları çeteleşmeye götüren süreç ve sebepleri izah edebilmek için…
Fakat gelin biz yine suçu sisteme atalım!
Sistem özetle şöyle işliyor: Önce birileri halka hizmet maksadıyla -siyaseten veya bürokratik yollardan- devlet imkânlarının başına getiriliyor. Bunlar kısa bir müddet sonra, herkesi kıskandıracak bir hayat yaşamaya başlıyorlar. Bunu gören birileri de “Ben keriz miyim” diyerek çete kurup bu imkânları paylaşmak için onların tepesine çöküyorlar.
Böylece muhteşem bir işbirliği doğuyor. Biri koruyor, diğeri kolluyor. (siz azımı çok anlayın işte) Sonra taraflar adeta ortak oluyorlar. Onlar müteahhitleri, müteahhitler de iş başındakileri kollayıp yönlendirerek, birlikte memleketi idare(!) edip gidiyorlar. Bunu bilmesi gerekenler de biliyor elbet ama…
Sen, ben, biz harama tenezzül etmeyeceğimize göre(!) en iyisi sistemi suçlamak. Bütün bu kötü işlerin müsebbibi sistem(!)yani. Ama laf olsun diye şöyle demekte de yarar var:
Siyasetçiler tok, bürokratlar erdemli olmadıkça asla çetelerin sonu gelmez! Bir çete tasfiye edilmişse bilin ki o bir başka çetenin ayaklarına basmaya başlamıştır. Ayağına basılan daha güçlü olduğu için, ötekini tasfiye ettiriyor…
Haa hiç mi dürüst çalışmalar yok derseniz… “Elbette var!” Dürüst çalışmalar da var, dürüst çalışanlar da. Ama bir dana bir nahırı bozar bilirsiniz!
Evet gerçekten de temiz insanlar hala çoğunlukta. İnsanlık ölmedi yani. Ve üstelik biz elhamdülillah geleceğe umutla bakıyoruz. Kurtla kuzunun birlikte yayılacağı adaletli ve erdemli zamanların geleceğine inanıyoruz Allah’ın izniyle. O zamanların gölgesi başımıza vuruyor. Belirtileri, emareleri görüp seviniyoruz. Belki de gelmek üzere! Zaten şu düzenin bin bir çete ve hortumcuya rağmen ayakta kalmasını da o dürüst dediğimiz kişilerin himmeti ve gayreti sağlıyor…
O zamanın geldiğini nasıl anlayacağız diye merak ediyorsanız, söyleyeyim.
Bir gün kimsenin sizi bir şeylerden kurtarma gayretinde olmadığını gördüğünüzde bilin ki o vakit gelmiş. Ama Türkiye’de hala birileri bizi sürekli bir şeylerden kurtarmaya çalıştığına göre demek ki çetelerimizi sevmeye ve onlarla yaşamaya devam edeceğiz.
Çünkü onların kimisi vatan kurtarmak için, kimisi adalet sağlamak için, kimisi mağdur edilmiş insanlara sahip çıkmak için, kimisi aldıkları paraların üzerine yatanları cezalandırmak için, kimisi senedini-çekini ödemeyenlerden tahsilat yapmak için, kimisi de insan onuru için… (!) vesaire vesaire maksatlarla kurulmuşlardır ve çoook paralara ihtiyaçları vardır. Para onlara lazım. Siz ne yapacaksınız ki zaten parayı! Hem zaten çete dediğin parasız olmaz. Siz hiç paralarla, dolarlarla oynamayan çete gördünüz mü? Hatta bir kısmı, işledikleri cinayetler karşılığında yabancı çetelerden bile para alır! Yani görüyorsunuz, taşeron çeteler bile var; “İtina ile adam öldürülür abi!” çeteleri!
Özet olarak ben size diyeyim ki, siyaset kurumu dürüst, hukukumuz adil, polisimiz emin, askerimiz tok ve sırtı pek, toplumumuz ahlaklı, fertlerimiz düzgün olmadıkça –ki bu söylediklerimin çok zor olduğunu siz de biliyorsunuz- ne bu çeteler biter, ne de kan ve göz yaşı!
Ne diyordu Işıkara; “Depreme alışacağız, onunla birlikte yaşamayı öğreneceğiz beyler!”
Biz de kendimizi düzeltemediğimiz sürece çetelerimize alışmak zorundayız. Hatta insaflı çeteleri besleyelim ki, bizi kötülerinden korusunlar(!) Malum, ‘Neye layık iseniz onunla idare olunursunuz’ denilmiş.
Cenab-ı Hak “Bir topluluğu yok etmeyi dilediğimizde –bir toplum niye helak edilmeyi hakeder o da ayrı bir bahis- o toplumun en çok suç işleyenlerini onlara baş ve önder yaparız” buyuruyor. Bir başka ayette ise ‘sefih’ kelimesi geçiyor. Yani bir toplum dejenere olduğunda, Cenab-ı Hak, o toplumun en sefihlerini baş yapıyor, onların eliyle toplumu cezalandırıyor bir nevi.
Hz. Peygamber’in ‘yöneticilerinize bela okumayın. Islahları için dua edin’ demesinin sırrı da bu. Onlara gelecek bela topluma gelmiş olur çünkü…“Bu çetecilik vesaire, adalet terazisinin şaştığı, zenginle fakir arasındaki makasın açıldığı, komşusu açken mide fesadı geçirenlerin çoğaldığı, merhamet duygusunun kaybolduğu, ehil olmayanların iş başında olduğu, ilim ve irfanın değersiz, zenginliğin erdem sayıldığı toplumlarda ortaya çıkan bir marazdır” dersem, maksadımı anlatırım ama bilmem ne dersiniz!
…….
Eşim öğretmendi. Bankaların içinin boşaltıldığı dönemlerde bir gün, derste öğrencilerle ahlak üzerine sohbet etmiş. Sonra onları sınamak istemiş ve sınav yapmış. Sınav sırasında uzun süre kasıtlı olarak sırtını sınıfa dönmüş ki, ‘göreyim, imkân olursa kim ne yapacak’ diye.
Sonra birden bire sınıfa dönmüş ve “herkes olduğu gibi kalsın, bu sınavı saymayacağım” demiş. Sınıfın tamamını kopya çekerken yakalamış. Bir ders önce ahlak üzerine, erdemlilik üzerine konuştukları için, en çok en ahlaklı bildiği öğrencilerin bile kopya ile yakalanmış olmasına içerlemişti bir eğitimci olarak. O hadiseden sonra kendince “Herkes hırsız olmuş. Çalamayanlar da fırsat bulamayanlardır” diye bir yargı geliştirmişti.
Ben kendimizi temize çıkarmak için yine kusuru zamana havale edeceğim. Kimse alınmasın diye. Malum, ‘bu asır zor bir asır. İnsandaki yaşama hırsı cihazı, öyle yaralanmış öyle yaralanmış ki, az para ile yetinemiyor. Baksana inanan insanlar bile, üç kuruş dünyalık için en kudsi vazifeyi terk edebiliyorlar’
İnsanımız refah içinde yaşamak için artık her şeyini feda edebiliyor. Şahid olduğum bazı örneklerden dolayı geçenlerde “din ahlaklı olmak için yetmiyor” dediğimde bazı okurlarım şiddetli tepki gösterdiler. Ben tekrar ediyorum. Artık din (sadece din olarak) ahlaklı olmaya yetmiyor. Özellikle de akçalı konularda.
Nefs her türlü ahlaksızlığına bir gerekçe buluyor çünkü! Malı götürenlerin hangisi dinsiz ki be kardeşim! Herkes malı götürmek için bir cevaz buluyor işte. Kimisi vatanı kurtarmak için, kimisi düzenden intikam almak için, kimisi zaten din düşmanı saydığı bu devleti yıpratmak için, götürüyor da götürüyor. Biz de peşlerine takılmış gidiyoruz!
Allah akibetimizi hayretsin…