YARASALAR GÜNDÜZ UÇUYOR, DEMEK KARANLIKTAKİLERİN DE KEYFİ KAÇTI
Pazartesi sabahı uyuyamadım. Kalkıp terasa çıktım. Güneş doğdu doğacak.
Baktım yarasalar sağa sola uçuşuyor. Bu saatte çoktan karanlık dünyalarına çekilmiş olmalıydılar.
Ama hayır, güneş doğmuştu ve yarasalar şaşkın bir şekilde hala uçuşuyorlardı.
Kendi kendime “galiba karanlığın da huzuru kalmadı. Bu saatte bu yarasalar uçuştuğuna göre!”
***
İki gün sonra sabah, telefona gelen mesajla uyandım: “Emekli orgeneral Hurşit Tolun gözaltında”
“Haydaaa! Galiba cidden karanlıkların içinde bir şeyler oluyor. Demek birileri karanlığın üstüne ışık tuttu. O yüzden de yarasalar rahatsız oldular” diye düşündüm.
Derken bir mesaj, bir mesaj daha.
Hakikaten bir şeyler oluyordu. Muazzam bir şeyler.
Düşünebiliyor musunuz, burnundan kıl aldırmayan Kemalistlerimiz, -Atatürk’ü sevdikleri halde- gözaltına alınabiliyor, bugüne kadar benzeri olmamış bir şekilde orgeneraller hem de ordu evindeki odalarında baskın yiyip alınabiliyor ve Genelkurmay’dan tıs çıkmıyor.
Tutuklamaların yapıldığı günden bir iki gün önce bir arkadaş aradı, -sanki ben bilirmişim gibi – Başbuğ ile Erdoğan’ın ne konuşmuş olabileceğini sordu. Ben de şaka olsun diye:
-Biribirlerine ‘şah!’ çekmişlerdir. Yakında, filler düşer ve kimin kime ‘şah çektiği’ ortaya çıkar, dedim.
Sonra, birbirine şah çektiklerini sandığım bu iki insanın aynı ülkenin birlikte çalışmaları gereken kurumları olduğunu düşününce içim ürperdi!
Birlikte hareket etmeleri gereken iki kurum arasında böyle şeylerin olabileceğinin akla gelemsinin sebeplerini düşündüm. Son 100 yıl, bir şerit gibi gözümün önünden geçti.
İttihat ve Terakki’nin yaptıkları, ardından, aynı gurubun içinden gelen komitacı bir kadronun yeni kurulan genç cumhuriyetimizin dimağını ele geçirmesi, bu komitenin cebren ve hile ile milleti, kendi medeniyetinden, örfünden, geleneğinden, inancından, dininden ve tarihinden koparması, inkılap adı altında batının dayatmalarının millete zorla kabul ettirilmesi… geçti gözümün önünden.
Ve dedim ki, bu Kemalistler, bir gün yaptıklarının hesabını ödeyebileceklerini veya yaptıklarının kendi başlarına da gelebileceğini hiç düşünmemişler anlaşılan…
Evet, maalesef, şimdi artık ektiklerini biçme zamanı onlara gelmişti.
Ve yazık ki güvendikleri ağabeyleri (ABD, İsrail, AB); yani uzun bir süre uşaklık ve jandarmalığını yaptıkları ağabeyleri hiç de onlara sahip çıkmıyor ve savunmuyordu…
Bu cidden çok önemli bir süreçti!
Hatta bir milat!
Eğer şu olup bitenler milletin hayrına neticelenirse, 2 Temmuz, hayırlı bir gün olarak tarihe yazılır. Yok eğer yeni ve örtülü bir ‘sevr’ getirecekse, ‘karanlık bir gün’ olarak anılır bundan sonraki tarihte. Bu kadar mühim şu yaşadıklarımız!
“Olanda hayır vardır” desem işi kurtarırım ama ben bugün neticeler üzerinde durmayacağım. Sadece bazı sorular sormakla yetineceğim. Biraz düşünmek için.
Asıl sorulara geçmeden önce bir hatırlatma!
Yıl 1920.
Ve bugünkü gibi yine Temmuz ve ayın 8’i
Yunan kuvvetleri, Bursa’ya girmişler. Bursa’ya giren ordunun başında Başvekilleri Venizelos’un oğlu teğmen Sofokles var.
Sofokles doğruca Osmanlı devletinin kurucusu olan Osman Gazi’nin türbesine gider. O mübarek zatın sandukasına ayağını dayayarak –o fotoğrafı basında yayınlandı, tıpkı Amerikalıların bizim askerlerin başına geçirdikleri çuval gibi- şöyle der:
-“Kalk koca Türk! Senden ırkımın intikamını almaya geldim. Bak kurduğun devlet parça parça oldu. Bursa’yı eski sahibine iade ettik. Zelil neslin şimdi elimizde bir köle durumunda bulunuyor. Kalk! Seni bir kere daha öldüreyim de ırkımın intikamını alayım!..”
Ve bunun bir benzerini, Kudüs’e giren İngiliz komutan, Selahattin Eyyubi’nin mezarı başında söylemişti.
Soru 1. Şu anda Ak Parti’den yana tavır amlmış gibi görünen Avrupa ve Amerika, bizimle ve topraklarımızla ilgili plan ve taleplerinden vaz mı geçtiler?
Soru 2. Vazgeçmedilerse, bugün AK Parti’ye verdikleri desteği nasıl anlamamız gerekiyor? Çünkü Ak Parti’nin temsil ettiği misyon ile onların bu topraklar üzerinde yaşayanlar için düşündüğü misyon taban tabana zıt!
Soru 3. Hem başbakanlık, hem Sayın Başbuğ, görüşmede ‘Ergenekon’ konusunun gündeme gelmediğini söylediğine göre aksi bir şey söylemek mümkün değil elbet. Ama mevcut durum şu soruyu sormamıza mani değil: -Bugüne kadar, değil orduevindeki bir emekli generale, dışarıdaki bir emekli başçavuşu bile ordunun müsaadesi olmadan dokunulamadığına göre, bu son göz altılara asker neden müsaade etti?
Kimse bana hukuk devleti martavallarından söz etmesin. Kendi payıma elli beş yıldır bu hukuk devleti(!) martavallarının ne anlama geldiğini biliyorum artık.
Soru 4. İktidar, Sayın Başbuğ’un önüne nasıl deliller koydu ki, mutabık kaldılar, en azından sesi çıkmadı? Çünkü bugün yapılanlar ancak ‘yüksek bir devlet mutabakatıyla’ olacak işlerdir. –Bu arada, CHP’nin artık irabda bir mahalli olmadığı anlaşılıyor-
Soru 5. Bu operasyon, gerçekten Türkiye’nin içindeki güçlerin kozlarını paylaşması mıdır? Yoksa İran’a saldırmayı -daha doğrusu bölgenin enerji kaynaklarını ele geçirmeyi- düşünen Amerika’nın, Orta Doğu’yu dikensiz gül bahçesi’ne çevirme operasyonu mudur?
Soru 6. Amerika, bölgedeki katıksız ve katışıksız müttefiki olan TSK’yı gözden mi çıkardı? Ak Parti ile işbirliği yapmak, sonuçlara gitmek açısından daha mı pratik? Değilse, ne? ABD’nin TSK’dan vaz geçmesinin sebebi MASAK veya Afganistan’a asker göndermemek veya Amerika’nın Irak’taki operasyonlarından rahatsızlık duyduğunu belli etmek veya İran’a yönelik bir operasyona taraf olamamak olabilir mi?
Soru 7. Bugüne kadar İslamcı politikaları ve toplumun dine yönelişini durdurmak için AB, ABD ve –son 10 yıldır da- İsrail ile sınırsız ve sorumsuz işbirliğine giden Kemalistler ve ordu, bir gün keserin döneceğini hiç hesap etmedi mi?
Soru 8. 80 yıldır, ‘ateis bir omurga üzerine giydirilmiş baasçı bir şia dokusu’ndan ibaret olan Kemalist rejime bekçilik yapacağım diye yıllarca, halkının manevi değerlerine karşı tavır alan, ‘Bizim İslamiyet ile bir ilgimiz yok, İslamiyet bize zorla dayatılmış” diyecek kadar tarih bilincinden yoksun komutanları bağrında barındıran bir ordunun, bir gün halkına ihtiyaç duyacağı hiç aklına gelmedi mi?
Soru 9. Yıllarca halkına karşı militan laikçiler ve batılı emperyalistlerle işbirliği yapıp dindarları dışlayan, CHP dışında, iktidara elini uzatan herkesi darbelerle tasfiye ederek ‘milli güçleri, harici kuvvetlerle işbirliği yapmaya mecbur eden’ Kemalistlerin ve ordunun şu olup bitenlerdeki rolü, “ABD ve AB ile işbirliği yapıyorlar” diye eleştirilen iktidardan daha mı az?
Soru 10. Başbuğ, “Türkiye zor bir dönemden geçiyor” demiş. Acaba bunun, nerede ise tamamen kendi eserleri olduğu hiç akıllarına gelmiyor mu?
Soru 11. Rifat Hisarcıklıoğlu, evdeki kasasından milyonlarca euro ve zinet eşyası çıkan ATO Genel başkanı Sinan Aygün’ü neden savunma ihtiyacı duydu? Bu, ‘Kayseri merkezli siyaset’in ibresinin ‘laikçi – Ergenekoncu’ çizgiye kaydığını mı gösteriyor? Malum Demirel’in de yüksek rakımlarda ibresinde sapmalar olmuştu da…
Soru 12. Eğer öyleyse, ‘Kayseri merkezli siyaset’ AKP’nin genel gidişatında ve siyaset yapa şeklinde bir sıkıntı mı seziyor? Yani AK Parti’nin Ortadoğu politikaları ile Çankaya’nın yaklaşımları arasında problem mi var?
Ve Soru 13. Bir vatandaş olarak olup bitenlerin, ne kadarının Türkiye’yi ve Türk insanını, ne kadarının Amerika’yı ve onun bölgedeki çıkarlarını ilgilendirdiğini bilmeyi merak ediyorum, sizce mahzuru var mı?
Ve son bir soru. Şu hayhuylar içinde Türkiye Rusya ile ‘çok boyutlu ortaklık’ planları yapıyor? Bu ilişki ve işbirliğini Amerika onaylıyor mu onaylamıyor mu? Her iki halde de ilginç sorular sorulması gerekir çünkü.
***
Ne ise ben daha çok zihninizi bulandırmayayım. Ufkunuzu da karartamayayım. Bütün bu soruları meseleler üzerinde zihin yormak isteyenler için sıraladım. Bizi fazla ırgalamıyor. Artık iman çağı başladı ve her şey daha güzel ocak. Emin olabilirsiniz.
Bakın bir ayette Cenab-ı Hak “Siz planlarınızı yapın ben de planlarımı yapıyorum. Ben plan kurucuların en hayırlısıyım” buyurur.
Evet, bu günler müşevveş, karışık ve kimin ne yaptığı belli olmayan günler. Ama inanın güzel günler.
Bakın dokunulmazlara dokunuluyor artık.
Eskiden biz ‘din elden gidiyor’ diye yürürdük, şimdi birileri ‘din geliyor’ diye bağırıyorlar. Yarasalar gün ortasında dışarı çıkıyor ne olup bittiğini anlamak için. Ve işte birileri de onları bir bir enseliyor.
Bu olup bitenler kimin işi, kimin planı, kimin hesabına olup bitiyor tem belli değil evet ama inanın adalet-i ilahiye ve takdir şaşırmaz. O vaad edileni tahakkuk ettirmek için işleyip durur.
Bediuzzaman, I. Dünya Savaşı’nda mağlup olmamızın hikmetini anlatırken adeta mağlubiyetten memnun gibi… ‘meraklanmayın, onlara müşevveş bir mazi, bize parlak bir gelecek düştü’ diyor ve sonra ekliyor:
“Evet, evet… Sivrisinek tantanasını kesse, balarısı demdemesini bozsa, sizin şevkiniz bozulmasın, hiç teessüf etmeyiniz.” Telaşa düşmeyiniz. “Ümitvar olunuz! Bu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sadâ İslâm’ın sadâsı olacaktır!”
***
Ve yine bir Hz. Musa hatırlatmasıyla konuyu tamamlayalım. Biliyorsunuz, Hz Musa ile Firavun mücadelesinde, sonunda Firavun pes eder ve Musa’ya ‘tamam halkını al ve git’ der. Kafasında sinsi bir plan var:
Musa ve halkı gidip kızıl denize dayanınca, arkadan insafsız ordusu ile bastıracak ve tümünü kılıçtan geçirecek.
Yani CHP’nin mademki bize oy vermiyorlar öyleyse… demesi nevinden, Firavun da “Madem ki bana hizmet etmeyeceksiniz canınız cehenneme!” diyor, Hz. Musa ve halkı için.
Ve gerçekten de öyle yapıyor. Ama Allah’ın o mazlum halka yardım edebileceği ihtimalini hesaba katmıyor.
Olanları hepiniz biliyorsunuz. Deniz yarıldı. Musa ve halkı geçti, ardından firavun da ordusuyla birlikte onları takip etti. Ve deniz kavuştu. Canı cehenneme giden Firavun oldu.
İşte böyle! hiiiiç canınızı sıkmayın. Siz dürüst olun, adil olun, ve hayata güzellikler katmak için çalışın çalışın çalışın… Sonuçları var etmeyi Allah’a bırakın!
*** *** ***
Bu yazı ” 03.Temmuz.2008 19:58:36 ” tarihinde gasteci.com’da ” Yarasalar gündüz uçuyor, demek ki karanlıktakilerin de keyfi kaçtı” başlığında yayınlanmıştır.