21 yıl önce 20 Temmuz sabahıydı, Türkiye susadığı bir zafere gözünü açıyordu. O gün Türk ordusu, Türkler için bir cehenneme dönmeye başlamış Kıbrıs’a çıkarma yapmış, Rum barbarlığına son vermişti…
Radyolar, Türk ordusunun Kıbrıs’a çıktığını ve harekatın başarıyla sürdürüldüğünü duyurmaya başladığı an biz tarlada babamla çalışıyorduk.
O yıl Üniversite birinci sınıftaydım. Yaz tatili münasebetiyle köyde bulunuyordum ve tarlada babama yardım etmeye çalışıyordum…
Başlangıçta olaydan habersizdik. İncir ağacına asılı radyo marşlar çalıyor, kahramanlık türküleri veriyordu.
Babam da ben olağaüstü bir durumun söz konusu olduğunu seziyorduk ama ne olduğunu tam olarak bilemiyorduk. Derken Saat 08.30 sıralarında Radyo o muhteşem haberi verdi:
Türk Ordusu Kıbrıs’a çıktı. Barış harekatı başarıyla sürdürülüyor. Geçilmez sanılan Beşparmak dağları tamamen askerlerimizin kontrolü altına girmiş bulunuyor…
Boğazlarımın düğümlendiğini hissettim. Babama baktım, o ağlıyordu! Sonra kıbleye yönünü döndü:
‑Allahım bu senin askerindir, onu muzaffer eyle, diye dua etti…
Ondan sonraki saatlerimiz nasıl geçti. Yorulduk mu, yorulduksa bunu hissettik mi hatırlamıyorum…
Daha sonraki aylarda yıllarda Kıbrıs Barış harekatıyla ilgili, birbirinden ilginç rivayetler, harika olaylar dinledim…
Harikalıklar farklı farklıydı ama bütün anlatılanlar, savaşın arka planında ilahi kudretin tecellisini yansıtır gibiydi… Sanki Türk ordusuyla birlikte bizim göremediğimiz ordular Türk ordusuna destek vermişti… Hani kur’anda bahsi geçen ilahi ordular…
Üçler, yediler, kırklar, erenler, şehidler hep oradaydılar ve bir zulmün son bulmasına katkıda bulunmuştular…
Elbette ki bu rivayetlerin bir çoğunun geri planında bu miletin zafere susamışlığının getirdiği motivasyonlar vardı… Efsaneler, hikayeler, abartılar da katılmış olabilirdi ama şu bir gerçekti ki bir çok harikalıklar yaşnamştı…
Çünkü o savaş, zalime haddini bildirmek, mazlum azın, zalim çoğunluğa hakimiyetini sağlamak için verilmiş bir savaştı…
O savaştır ki, güzel adamıza 21 yıldır sürdürülen barış ve huzuru getirdi…
* * *
Bugün yeryüzünde Kıbrıslıların o dönemde yaşadığı acıların aynısını yaşayan müslüman halklar var. Çaresizlik ve sahipsizlik içinde kaderleriyle başbaşa bırakılmışlar…
Hergün yüzlerce masum çocuk ölüyor, binlerce temiz kızın namusu kirletiliyor, yüzbinlerce kadına tecavüz ediliyor, silahsız ve savunmasız insanlar eşleri, çocukları, anaları ve bacılarının gözleri önünde bir hayvan gibi boğazlanıyorlar…
Orada katledilen insanların yara sayısı kadar domuz öldürülmüş olsaydı, kıyamet koparacak ülkelerin bu işe seyirci kalmaları ise bütün bu yaralara tuz biber ekmektedir…
Onların imdadına yetişen, yaralarına em olan, feryatlarına imdat veren bir “Anavatan”ları yok…
Böyle diyor Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Rauf denktaş:
“‑Biz şanslıyız. Eğer Türkiye olmasaydı bugün Bosna’da yaşananların aynısı o gün Kıbrısta yaşanacaktı. Ama ne yazık ki Bosna’nın bir Anavatını yok”
Sayın Denktaş yanılıyor. Türkiye Bosna’nın da anavatınıdır. Onlar da Türk halkı gibi bir anaya, bir kardeşe, bir babaya sahipler… Ancak bir farkla…
‑Bu anavatan’ın başında, o gün Kıbrıs’a çıkarma yapan liderler gibi yürekli liderler yok!…
Böyle demek daha doğru olur, sanırım…
Dersu Uzal’a diye nefis bir film seyretmiştim. Film Altınordu’den geriye kalmış, dağ başında yaşayan bir insanın hayatını anlatıyor… Bu insanın kaplan fobisi var… Kaplandan korkuyor. Ne zaman bir kaplan izine rastlasa başına bir felaket geleceğine inanır. Ama sonunda bir şehirlinin silahıyla can verir…
Bizim lidaerlerimizi de Dersu Uzala’ya benzetmek mumkün.
Kimi’nin Kızıl Ordu fobisi var. Kiminin, “Batı bize ne der” fobisi var. Kiminin “fundamentalis öcüler” fobisi var. Kiminin “Laiklik” fobisi var. Kiminin “islam” fobisi var.
O yüzden de hiç birinin cesareti kalmamış. Herkes kendi gölgesinden korkar olmuş…
Bu insiyatifsiz, bu cesaretsiz, bu gölgesinden korkan pısırık, ödlek ve “ana çocuğu” liderler yüzünden Türk milleti de eli kolu bağlı, korkak ve azece bir millet haline gelmiş bulunuyor…
O günün fatihleri kadar cesur ve milletin iradesini yönlendirme gücüne ve imkanına sahip iki liderimiz olsa, Bosna bu dıramı yaşamazdı…
Sayın Denktaş, “Boşnakların Anavatan’ı yok” derken sanırım, “Türkiye’de, siyasi iradeyi temsil edenler arasında onlara sahip çıkacak kadar cesur lider yok” demek istiyor.
Ne de olsa politikacıdır, onlarla muhatap durumdadır… Elbette ki politik konuşacak!