Bizim eski edebiyatımızda, sultanlara nasihat için yazılmış çeşitli kitaplar vardır. Bunların en ünlülerinden birisi Büyük Selçukluların ünlü veziri Nizamülmülk‘ün Siyasetname‘si.
Osmanlı sahasında da buna benzer çok eser yazılmış. Ama en ilgi çekicisi Koçi Bey Risalesi‘dir. İki sultana yazılmış ve devletin nasıl idare edilmesi gerektiğini anlatan bu harikulade samimi ve eğitici layihalar, maalesef bugün ancak tarihçilerin bildiği bir eser…
Tabii bu eserlerde yer alan tavsiyeler, öğütler, tenbihler saltanat baz alınarak düzenlenmiştir.
Bugün durum farklı. Her şeyin okulu var. Yöneticilik de artık başlı başına bir disiplin.
Ancak özellikle bizim gibi gelişmekte olan veya az gelişmiş ülkelerde, siyasi liderler ülkeyi el yordamıyla idare ederler.
Çünkü onları iktidara getiren amil, hemen hemen daima, dirayet ve liyakatten çok başka faktörlerdir. O yüzden de deneme yanılma yoluyla öğrenirler bir çok şeyi. Tam kıvama geldikleri zaman da mütekaid olurlar…
* * *
Tabii liderlik, tıpkı şairlik, bestekarlık gibi hususi bir kimya gerektirir. İnsan tecrübe ile iyi bir idareci olabilir ama iyi bir lider olamaz.
İdareciler, memleketi dirlik düzenlik içinde tutarlar. Ama liderler milletlerine yeni ufuklar çizerler, onları bulundukları yerden alıp daha ileriye götürürler.
İdarecinin madeni, akıl ve feraset; liderin madeni, yürek ve cesarettir. Kimyaları da farklı çalışır.
Milletleri millet yapan liderlerdir. Devlet kuranlar da! Ama devletin uzun ömürlü olmasını sağlayan iyi yetişmiş idarecilerdir.
Demokrasiler, idarecilerin yönetimidir. Liderlerin değil.
Demokrasilerin bünyeleri liderleri kaldırmaz. Çünkü liderler, kimyaları gereği, demokrasilerin tekdüzeliğinden rahatsız olurlar. Onların kendi milletleri için yapmak istedikleri, zaman zaman kurulu düzenle çatışmalarına yol açabilir. Bunun yakın tarihimizde benzerleri yaşanmıştır ve yaşanmaktadır.
* * *
Ancak bu söylediklerimiz, oturmuş demokrasiler için geçerlidir. Oturmuş, bütün kurumları sağlıklı çalışan ve gerçekten hukukun üstünlüğüne dayanan demokrasilerde belki de karizmatik liderlere ihtiyaç olmayabilir.
Ama bizim gibi yarı prematüre ve az gelişmiş ülkelerde, daha doğrusu henüz gelişmesini tamamlayamamış ülkelerde, karizmatik liderlere ekmek su kadar, belki daha da fazla ihtiyaç duyulur.
Nitekim, demokrasilerini tamamlamış ülkeleri bu konuma getirenler de liderlerdir.
Amarika’yı Amerika yapan George Washington‘dur, Lincoln‘dur, Wilson’dur, Rosvelt’tir.
Fransa’yı Fransa Yapan, De Guelle. Keza İngiltere’yi ingiltere yapan Churchill.
Türkiye’yi Türkiye yapan da Mustafa Kemal!
Mustafa Kemal’den sonra Türkiye, bütün dünyaya kendisini kabul ettirebilecek bir lider çıkaramadığı gibi, ülkeyi iyi idare edecek idarecilere de hasret kaldı. Her gelen bir öncekine rahmet okuttu. Ülke ferasetsizliğin, beceriksizliğin elinde zebun oldu.
Özal’ın yükselişi, Batı’nın değerlerini tasvipten kaynaklanmıştır. Onun vizyonu, halka rağmendir. Özal’a duyulan sempatinin en büyük nedeni, devlet adamını, ulaşılmaz olmaktan çıkarmasıdır.
Oysa bizim beklediğimiz, halktan yana ve Batıya rağmen bir tavırdır. Buna milletçe hasretiz.
* * *
Kendi halkına inanan onurlu bir devlet adamının nasıl davranması gerektiğine dair tarihimizde ciltler dolusu örnekler vardır. Ama ben size yaşayan bir iki devlet adamından bir kaç örnek vereceğim.
İran’daki yönetimi tasvip etmediğimi bilirsiniz. Ancak, İran’ı yönetenlerin sergiledikleri tavır, zaman zaman beni kıskandırıyor, hayıflandırıyor.
Bildiğiniz gibi İran’ın dini lideri Ali Ekber Velayeti, geçtiğimiz günlerde Almanya’daydı. Burada onuruna bir yemek vereceklerdi. Şeref konuğu Velayeti, içeri girip de, masalara sıra sıra içki şeşelerinin dizildiğini görünce, restini çekti:
“Ben burada İran İslam Cumhuriyeti’ni temsil ediyorum. Ve ben de müslümanım. Ya bu içkileri kaldırırsınız ya bu yemeğe katılmam”
Almanlar büyük şaşkınlık içinde perişan bir şekilde, yalvar yakar oldular. Sonunda masalar içkilerden temizlendi ve yemekler yenildi.
İkincisi aslen Türk olan İran Cumhurbaşkanı Rafsancan‘i ile ilgili. Cuma hutbesinde anlatıyor:
“Amerika, bizimle müzakereleri başlatmak için el altından baskı uyguluyor. Ama biz onlara yüz vermeyeceğiz”
………
Tahran’da, 150 yerli ve yabancı basın mensubunun bulunduğu basın toplantısında bir muhabir soruyor:
“Amerika, sizin Orta Asya Cumhuriyetleriyle ilgilenmenizden hoşnutsuz. Bu sizin ilişkilerinizi nasıl etkileyecek?”
Rafsancani‘den cevap:
“İran’ın Orta Asya cumhuriyetleriyle işbirliği öylesine tabii ve gereklidir ki, bunu hiç kimse ama hiç kimse engelleyemez. İran ve Orta Asya Cumhuriyetleri birbirlerini tamamlayan unsurlardır. Dışardan gelecek hiç bir baskı, bunu önleyemez. Bu gerçeği hiç kimse değiştiremez. Amerika bile!”
* * *
Ben bu cevapları ve tavırları bir Türk liderinden görmek isterdim… Ama nafile…
Herhalde ömrümüz bu onurlu tavırları sergileyebilecek bir devlet adamının, bir liderin çıkması yolunda yokolup gidecek. Onlar ise, onları beklerken öldüğümüzü bilmeyecekler…
Selam o şerefli insanların başımızı taçlandıracağı zamana!
Selam Oğuz Nesli’ni yeryüzünde yeniden söz sahibi yapacak mangal yürekli alplere!…