Aziz Nesin, hiç şüphesiz dine ve dindarlara karşı en amansız bir hasımdı…
Kendisi ateistti. Bunu her seferinde ilan ederdi. “Allahu Teala sizin Allahu Tealanız. Benim Allahu Tealam yok” diyordu…
100’ün üzerinde kitap yazdı. Ne var ki “Türkçe’yi en berbat kullanan yazar” olmaktan kurtulamadı. Atatürk Üniversitesi’nde geçtiğimiz yıl yapılan bir bilgisayar çalışmasından çıkan sonuç buydu…
Nesin’in adı Mehmet Nusret.
Bu isimleri beğenmediği için kendisine “Aziz” ve “Nesin?” isimlerini seçti… Ne olduğuna ise bir türlü karar veremedi…
Talebeliğini askeri okullarda geçirdi. Hayata üsteğmen olarak atıldı. Ancak bu görevi sırasında hırsızlık yaptığı belirlenerek ordudan atıldı… O tarihten sonra da orduya, askere, devlete, millete ve mukaddesata hep düşman oldu…
Ömrü aldanma ve aldatmalarla geçti…
Kendisini de aldattı, kendisine inananları da…
Ve “ben ölmeyeceğim” dediği bir anda, ölüm onu yakalayıverdi… Yani yine aldattı.
* * *
Tavsiyesine uyulursa, cenaze namazı kılınmayacak. Herhangi bir mezarlığa da defnedilmeyecek. Cenazesi kadavra olmak üzere tıp talebelerine verilecek.
Ve tabii, imamın, “nasıl bilirdiniz” deme şansı da olmayacak…
İyi ki de öyle. Bilmem onu hayırla yad edecek bir Allah dostu çıkar mı!
Sanmıyorum…
Çünkü Nesin, sadece din düşmanı değildi. Aynı zamanda amansız bir mukaddesat düşmanıydı…
İnsan elbette inanmak kadar inanmamak hakkına da sahiptir… Ama o, bu hakkını kötüye kullandı. İslam’a ve onun temiz, görklü Peygamberinin namusuna, ismetine ve dolayısıyla bütün inananların mukaddesatına dil uzattı…
Kafir olmak, küfrünün hakkını vermek başkadır, hasmını tahkir etmek başkadır. Aziz Nesin, fikirle bir halt edemediğini anlayınca insanları tahrik etme yolunu seçti…
Bundan da inkarcılar iğdiş keyfi çıkardılar…
Bizim de ona gayzımız inkarcılığından dolayı değildir. Yeryüzünde bir yığın inkarcı, dinsiz, ateist insan var. Beni rahatsız etmiyorlar. Elbette toprağın gübreye de ihtiyacı var…
Ta ezeldeki takdirden beri bazılarına “inkar kelimesi” hak oldu. Dolayısıyla bizim, herkesin inanmasını beklemek gibi bir hakkımız olamaz. Yani bu dünya inananlarla inanmayanların birlikte yaşadığı bir yuvarlak… İki kesim arasındaki mücadele de haktır…
Ama insan, insan olmanın seviyesini korumak zorundadır.
Peygamberimiz, “Kafirlere küfretmeyin ki onlar da sizin mukaddesatınıza küfretmesin” buyuruyor. Biz de Aziz Nesin’e hep öyle yaklaştık…
Ama o, “mübtezelliği”, “onurlu hasım” olmaya tercih etti. İslam’ı eleştirmek yerine onun peygamberine dil uzattı… Mendeburken, murdar oldu…
* * *
Şimdi göreceksiniz. Bir kısım insanlar onu kahraman yapacak. Olsun!
Nitekim son zamanlarda onu “kökten dincilere karşı onurlu bir savaşçı” diye lanse ediyorlardı… Oysa Nesin, kökten dinciliğe değil, dinin kendisine karşıydı…
Dolayısıyla da dindarların cephesinden bakılınca o bir dinsizdir, bir ateisttir. Bir ateistin kökten dinciliğe karşı olması tabiidir. Bunu böyle söylemektense “Nesin İslam’a karşı amansız bir savaşçıydı” deseler daha onurlu davranmış olurlar…
Onun, çıkardığı Sivas fitnesinin yıldönümünde vefat etmesi ise ilginç bir rastlantı. Özellikle de Sivas olaylarının intikamı için icra edilmiş Başbağlar Vahşeti’nin yıldönümün aynı gününde ölmesi ilginç bir tesadüf!
Nesin Hristiyan değil ki “toprağı bol olsun” diyelim…
Yahudi değil ki “Yahuva ruhunu takdis etsin” diyelim…
Müslüman değil ki, “Allah rahmet eylesin” diyelim…
Bir dinsize ne denir, bilmiyorum. Herhalde “canı cehenneme” demek en isabetlisi olur!
Nasıl olsa Cehennem diye bir şey yok(!)
Ne diyor Cenab-ı Hak:
“Buyrun, ateşe. Nasıl olsa siz onu yok sayıyordunuz, yine yok sayın!”
Sanırım orada Ebu Leheb ve Ebu Cehil ile komşu olurlar. Çünkü üçünün de dünyada izlediği yol aynı…
Eee ne demişler: Kişi sevdiği ile beraberdir!
Ne de yakışırlar birbirine Ebu Lehep’le!
Ebu Leheb’in karısının taşıdığı odunlarla tutuşturulmuş ateşin başında, hep birlikte yarenlik ederler herhâlde!