Bu, eserlerinin her biri Türk milliyetçilerinin başucu kitabı olmuş meşhur gazeteci yazar Cemal Anadol’un bir eserinin adı.
Hazar Yükselirken
Anadol, Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu hocamızın Türk adını, Türk soyunu, anayurtlarını ve üç kıtaya yayılışını özetleyen nefis makalesiyle başladığı eserinde, adeta eski ve yeni Türk coğrafyalarında dalgalanmaya başlayan bayraklara kesintisiz bir rüzgar üflüyor.
Anadol, bu yeni cumhuriyetlerin tarihlerine de kısa bir bakış atarak, onlara gerçek düşmanlarını yeniden ve bir kere daha hatırlatmaya çalışıyor…
Bu amansız düşman ise tefrika!
Ne diyor Mehmet Akif:
“Girmeden tefrika bir millete düşman giremez
Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez”
Büyük bir cengaver olduğu kadar büyük bir devlet adamı ve hatırı sayılır bir şair olan Yavuz Sultan Selim ise:
“İttihad-ı milletimde tefrika endişesi
Kuşe-i kabrimde hatta bî karar eyler beni” diyor.
Diyor ama nafile. Bay Mirza Hayıt’ın ünlü eserini okuduğunuz zaman, “Çin’in kuzey komşuları”nın içine düştükleri tefrikaya bakarak, insanın hemen hemen, “kızıl işgali haketmişler” diyesi geliyor…
Rusya’nın 19. yüzyılın hemen başından itibaren Azerbaycan bölgesini işgale başladığı dönemlerde de durum aynı! Azerbaycan’da birlik bozulmuş, her şehir bir hanlık olmuş ve üstelik yek diğeriyle küs duruma gelmiş… Bunu iyi değerlendiren Çarlık Rusya’sı da kısa sürede canım Azerbaycan’ı, adeta doğrayarak ve her karış toprağına yüzlerce, binlerce Türk kanı akıtarak kendi hakimiyeti altına almış.
Ondan sonraki macerayı ise hepimiz biliyoruz. Çarlık Rusya devrilince daha da insafsızlaşan Rus ayısının postu, Türk kanıyla kızıla boyanır.
***
Kitabın, Azerbaycan’ın o talihsiz günlerini hatırlatan satırları arasında ilerlerken, bir iki ay kadar önce Türkiye’ye gelip giden Afganistan Türkleri’nin siyasi lideri Azad Beg’in sözlerini hatırlıyorum…
Himmeti, kaygısı kendi milleti olan bu büyük Türk milliyetçisi insan, Riva Otel’de yaptığımız görüşmede, ısrarla “Aman Azerbaycan’a dikkat!” diyordu.
“Orayı möhkem tutun. Azerbaycan, Şark’ın tabii kapısıdır. Azerbaycan’da sükûnet olmadıkça, diğer Türk illerindeki sükûnet ve dirlik anlamsız kalır. Orası Türk dünyasının uzak şarkı ile orta şarkı arasındaki yegâne kapıdır. Bu kapı üzerindeki hakimiyet, yalnızca ve ancak Türkler’e ait olmalı ki, Doğu’daki atalarla Batı’daki evlatlar beraber olabilsinler. Bu olmazsa cüdâlık (ayrılık) devam eder. Cüdâlık oldukça zebanlar (diller) ayrı düşer. Ayrı zeban, ayrı millet demektir.”
Türk coğrafyasının geniş bir haritasını çizen ve bu coğrafyada acilen çözüm bekleyen sorunların kuş bakışı bir özetini yapan Azad Beg’in, bu sorunların kısa sürede çözüleceği yolunda bir ümidi olduğunu söylemek güç!
Ona göre şartlar müsaitti. Talih de bizden yana dönmüştü ama, bu cumhuriyetlerin hiçbirinde, esen talih rüzgarlarını Türk milletinin geleceğine açılan yelkenlere yönlendirebilecek azamette lider yoktu.
Şu bir gerçek ki, hâlâ iş başında bulunan bu eski komünistlerin -iyi niyetli olsalar bile- içinde yetiştikleri sistemin bir sonucu olarak, birlik ye beraberliğin ehemmiyetini yeterince anlamaları mümkün değil. Sonra belirli bedeller ödenmeden demokrasiye, serbestliğe kavuşmaları da beklenmemeli. Bu bedeli ilk ödemeye başlayan Azerbaycan oldu. “Eğer ağabey Türkiye isabetli politikalar izlerse, Azerbaycan’ın ödeyeceği bedel ağır olmaz. Aksi takdirde, Azerbaycan’da daha çok gözyaşı ve kan dökülür korkarım. Buna mani olacak bir tek Türkiye’dir. Türkiye’nin de bu cesareti gösterip göstermeyeceğini zaman gösterecektir.”
Türkiye, Batı’ya endeksli politikalardan dolayı, Kafkaslar’da kendi menfaati doğrultusunda hareket edemiyor. Azerbaycan’a yardım etmek için, bizim ve onların kan düşmanı olan Ermenistan’a da yardım ediyor.
Doğrusunu söylemek gerekirse, tamamen kendi inisiyatifiyle hareket edebilen bir Türkiye’nin, Ermenistan’ı barışa zorlamak için, ona yardımda bulunmasını anlayışla karşılamak mümkün. Ama Ermenistan, Türkiye’nin yardıma “eli mecbur” olduğuna inanıyor ve daha çok şımarıyor. O yüzden de, Azerbaycan’la ilişkileri düzelteceğine, ordusunu modernleştiriyor, yeni bağlantılar kuruyor.
Bunu gören Azerbaycan halkı, haklı olarak Türkiye’ye kızıyor…
***
Şunu da belirtmek gerekir ki, bu tepkiler büyürse, kaybedecek olan Türkiye göstergeli politikalar izleyen Cumhurbaşkanı Ebulfeyz Elçibey olur. Ebulfeyz Elçibey’in Azerbaycan’da kaybetmesi, bütün Orta Asya’da iplerin İran’ın eline geçmesine yol açacaktır. Türkiye bizce bu konuda çok dikkatli olmalıdır.
Azad Beg’in dikkat çektiği bir meseleyi daha burada zikredelim. Şöyle diyordu:
“Ne oradaki yöneticilere güvenin ne burdan gidenlere. Türk dünyasını birleştirecek birileri varsa, oradan buraya gelen öğrencilerdir. Eğer Türkiye bu öğrencilerin yüzde 50’sini istediği anlamda yetiştirip gönderebilirse, önümüzdeki yıllar içinde birlik ve beraberlik sağlanır, gelecek asır da Türk asrı olur. Aksi takdirde, Kırgız, Kırgız kalır; Kazak Kazak! Özbek’le Mesket, Kırgız’la Tacik birbirini yemeye devam eder. Nereye kadar? Başka bir mütegallibe gelinceye kadar…”
Azad Beg’e hak vermemek mümkün değil. Buradan gidenlerin orada sergileyecekleri “güven kırıcı” tutumları da bunlara eklersek, Türk dünyasının birliği önünde daha nice engellerin bulunduğunu söylemek abartma olmaz.
***
Tabii bu karamsar tablolar içinde elbette ki, iyi müjdeler de yok değil. Bunları zaman zaman yazıyoruz. Şimdi size aktaracağımız tespit ise ünlü Rus tabiat bilimcisine ait. 1911 doğumlu Lev Gumiliev, yazdığı eserlerle kızıl iktidarın gadabını çekmiş bir yazar. Hazar Devletini Keşf adlı eserini yazarken, yaptığı jeolojik çalışmalar ve gözlemler sırasında, enteresan bir konu dikkatini çekmiş. Gumiliev, Hazar Denizi’nin zaman zaman yükselip alçaldığını tespit etmiş. Hazar’ın yükseldiği zamanlarla Türkler’in yükseldiği zamanların paralellik gösterdiğini belirleyen Gumiliev, Hazar’ın 1950’li yıllardan itibaren yeniden yükselmeye başladığını görerek “Gelen asırda Türkler’in yıldızının yeniden parlayacağına işaret etmiş.
Oysa biz bile, ancak 1989 yılından sonra bu kelimeyi ağzımıza alabildik. Cemal Anadol, bu konuyu kitabının girişinde anlatıyor. Biz de onu size sunmak istedik.
Nereden nereye…