Şimdi net hatırlamadığım (93 haziran’ı olabilir) bir tarihte, Türk cumhuriyetlerinden getirilen öğrencilerle ilgili bir yazı yazmıştım.
O yazıda, “Türkiye’nin geleceğe yaptığı en iyi yatırım, bu öğrencilerin Türkiye’ye getirilmesidir” demiştik…
Bu fikrimi bugün de sürdürüyorum. Ne ticari ilişkilerin geliştirilmesi, ne ikili anlaşmaların arttırılması, ne askeri savunma işbirliği ne de kültürel yakınlaşmayı teşvik edici anlaşmalar… Bunların hepsi ama hepsi kağıt üzerinde hayata geçirilmesi zor meselelerdir.
Bu anlaşmaların, pratikte, bu ülke halklarının ciddi olarak birbirine yakınlaşmasında etkisi yok denecek kadar azdır. Elbette faydadan hali değildir ama beklenen neticelerin elde edilmesinde yeterli kudrete sahip değildirler…
Oysa bugün 6‑7 devlete bölünmüş halklar bir tek millettir: Türk milleti.
Siyasi hegamonyalar, işgaller, sömürücü devletlerin oyunları ve kaderin ince cilvelerinden dolayı, aynı milletin değişik kolları ayrı ayrı devletler halinde tecelli etmiş ve zaman içinde dil ve hayat tarzı bakımından da birbirinden farklılıklar arzedecek duruma gelmişler…
Özbek’in, Azeri’nin, Türkmen’in, Kırgız’ın ayrı millet olduğunu hiç bir aklı başında tarihçe kabul etmez. Bütün bu isimlerin birer millet değil boy adları olduğunu bulur ve hepsini Türk çatısı altında inceler…
Türkiye Türkleri ile Orta Asya cumhuriyetleri arasındaki fark, sadece ve sadece coğrafyanın ve biraz da uzun süre birbirinden uzuk tutulmalarının getirdiği bir ayrılıktır.
* * *
Ama kader‑i ilahi, bu kardeşlerin yeniden bir araya gelmeleri, aynı babanın çocukları olduklarını öğrenmeleri hususunda muhteşem bir fırsat yarattı. Her şey hazırdı. sadece bu kardeşlerden birilerinin çekip çeviricilik rolünü üstlenmesi gerekiyordu…
Bu fırsatın gündeme geldiği dönemde buna en ehil Türkiye görünüyordu.
Türkiye esareti tatmamış, baştan beri bağımsız, gelişen dünyanın yeni imkanlarından az çok yararlanmış bir ülke olarak, bu kardeşlerini mevcut dünya koşullarına adapte edebilirdi. Bu imkanı vardı…
Ama biz akıl yolunu tutup bu imkanları kararlılıkla oluşturacağımaza hamaset atına bindik… Bütün tarihleri, Türk korkusu etrafında oluşmuş milletlerin uykusunu kaçırdık. Yeni bir Türk imparatorluğunun doğmakta olduğu mesajlarını verdik…
Bu korku bütün devletleri bu ittifakın aleyhine harekete geçirdi. İsrail, açık açık bu yakınlaşmanın İsrail aleyhine olduğunu duyurdu. Ardından Avrupa, Amerika ve Rusya tüfeklerini bize çevirdiler…
Sonunda bizim yetkililer, “Adriyetikten Çin seddine” sözlerinden pişman oldular, Rusya’dan özür dilediler ve geri adım attılar. Sanki o hamaset şarkılarını söyleyenler kendileri değilmiş gibi kuyruklarını bacaklarının arasına kıstılar…
Şu anda yaptığımız ise, karanlık bir gecede mezarlıktan geçen ödlek adamın yüksek sesle yarenlik şarkıları söylemesi gibi “gelin bizim köye birlikte gidelim” türküleri söylüyorlar…
Kardeşlerimizle diyaloğumuzu bile onların onayına havale etmiiş bulunuyoruz…
* * *
Bu anlattıklarımız olayın siyasi yönü.
Bir de etnik yönü var… Biz bu ülkelerden 10 binin üzerinde öğrenciyi getirterek buralardaki çeşitli üniversite ve okullara yerleştirdik. Bunu yaparken amacımız, halklar arasındaki yakınlaşmayı arttırmak, dilde görülen farklılıkları asgariye indirmek çabası gütmüştük.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, Türkiye’nin bütün bu hay huylar içinde yaptığı en isabetli şeydi, bu öğrencilerin getirilmesi…
Bunlar bizim ve kardeşlerimiz arasında kültür ve siyaset elçisi olacaklardı… Zaten ha deyince bu kadar uzun yaşamış bu insanların tam biir uzlaşmaya varmaları beklenemezdi. Bu kadar devletler ortaya çıktıktan sonra onları görmezlikten gelip Türk birliğine gitmek en azından şimdilik mümkün görünmüyordu. Zaten buna gerek te yoktu. Yeter ki, ülkeler arasındaki ilişkiler düzenlenebilsindi…
Başlangıçta bu insanlar bize “ağabey” diye sarıldılar. Her işlerinde gözümüzün içine baktılar. Bizi adam sanarak… Ama çok geçmeden, bizim aceze olduğumuza karar verdiler ve kiminle ilişkiye geçmek gerektiğini kavradılar. Kapılarını Japonya’ya Ameraka’ya, İsrail’e açtılar…
Kendisinden bağımsızlıklarını aldıkları ve nerede ise dışladıkları Rusya’ya da yeniden biat ettiler.
İmdiii size anlatacağım şey bütün bunlardan daha hacaletli, daha da küçültücü bir şey. 1992‑93 yıllıranda Türkiye’ye getirdiğimiz 10 bin kadar öğrencinin 4 bine yakını, kendileriyle hiç ilgilenilmediği, büyük maddi sıkıntılar çektikleri için memleketlerine döndükleri belirtiliyor.
Eski Bakanlar’dan Avni Akyol‘un ifadesiyle, Türkiye tarihinin en cahil ‑belki de ahmak demek istiyor‑ en “erkek olmayan” hükümeti, bu çocukları yok saydı ve onlarla ilgilenmedi.
Böylece de Allah’ın önümüze çıkardığı muhteşem bir fırsat heba edildi. Beraberlik ve birlik şarkıları da bir başka bahara kaldı. Tbaii ki insanlık tarihinde böyle baharlar ancak 100‑200 yılda bir gelir…
(Sana Haksızlık etmişiz Özal! Senin siyasetlerini bile beğenmezken, bak sana
İçim kan ağlıyor. Ve bu milletin, böyle basiretsiz idarecilerin insafına terk edilmiş olmasını anlayamıyorum. Kaderin niçin böyle bir fetva verdiğini de…
Elveda vuslat ve merhaba sonsuz hasret. Kalakaldık bu Anadolu toprağında. Dört yandan çepe çevre kuşatıldık. Bütün tabyalar düştü, bütün cepheler yıkıldı. Bir Batı Trakya geldi. O tabya da yıkıldığı gün ‑korkarım çok uzak değil‑ merkezde de bize hayat hakkı tanımayacaklardır…
O zaman biz çocuklarımızı okutmak için bakalım hangi gurbetlere göndereceğiz…
Gerçekten üzgünüm, yorgunum ve giderek ümitsizliğe düşüyorum. İmdat Ya Rabbi imdat!