Şanssız bir dava adamı; Bediüzzaman

Dün Bediüzzaman hazretleri için Ankara Kocatepe’de Mevlid okundu. Ben arzulamama rağmen gidemedim… Aslında biraz da bu işlere tabiaten soğuğum… Gençliğimizde, çok istismar edilip kullanıldığımızdan olacak, ben bu tür ihtifallere, toplanmalara, dağılmalara nedense ısınamıyorum. Ve bu yüzden de çok şey kaybediyorum.

Okullu olduğumun ilk yıllarından -ilkoluldan sonra iki yıl ara verdiğim için sınıfdaşlarımdan büyüktüm- itibaren Türkiye’nin meseleleriyle yakından ilgilenmek zorunda kaldım…

Pansiyonda kalıyorduk. Benim yapılanmamda büyük emeği olan Osman Aslan abimizin etkisiyle Yeniden Millî Mücadeleci olduk. Samimi gayretler, dergi satmalar, mücadeleler, Yahudiler’e karşı düşmanlıklar, zar zor elde ettiğimiz üç beş kuruşluk harçlıklarımızı dâvâ için dergiye vesair şeylere vermeler ve sonunda koca bir hiç…

Gözyaşları ve sabırla toplanan paralar, bugün IDP’nin başında bulunan Aykut Edibali için şahsî servet oldu. Koca bir dâvâ da, topu topu iki milletvekilliğine tahvil edilip Çiller’in ayakta kalmasına harcandı.

***

Sonra Nurculuk… Lise birinci sınıftan itibaren Risale-i Nur cemaatini tanıdım. Gaziantep’de birkaç dersane vardı. Cumartesi günü en geniş sohbet toplantısı olurdu. Nazım Gökçek ağabeyimiz, bir havari güzelliği içinde ders yapardı… O sohbetlerde ruhumun gerçekten yıkandığına şahid oldum. Onların, meleklerle oturup kalktığına inanıyordum. Risale-i Nur talebesi, efsanevi sahabeliğin günümüzdeki örnekleriydi. Nur talebeleri, asrı saadette yaşanan harikalıkların, gerçekten yaşanmış olduğuna bir kanıt gibi duruyorlardı hayatın içinde…

Sonra İstanbul’a geldim. Üniversite için. Bir süre sonra gördüm ki, Risale-i Nur talebeleri de bayağı bildiğimiz insanlarmış.

Birileriyle yaptığımız küçük bir tartışma ile dersaneyi terkettim. Nurculuk’tan da Nurcular’dan da küstüm. Çünkü ben Risale-i Nur’u ve Nurculuğu, Asrı Saadetin kıyamet öncesindeki versiyonu bilmiş ve öyle hissetmiştim.

Bir süre ne Nur eserleri okudum, ne dersanelere gittim. Ama bir gün derin bir kalbi hal yaşadım. Ve gördüm ki, manen kaybeden benim. Nurculara kızıp bu eserlerden uzak durmak benim zararıma. Yeniden Risale-i Nurlar’a sarıldım. Hem de kendisini Nurcu sananlara bu eserlerin gerçek mahiyetini kavratacak çapta onlara hâkim olmak maksadıyla…

***

Bediuzzaman’ı iyi anlayacak ve onun dâvâsını öne çıkaracaktım… Sonra herkesle banştım. Daha önce beraber olduklarım küçük menfaatler, matbaalar, kitapların getirisi için birbiriyle kavga edip bölündükçe ben kendimi hep merkezde hissettim.

Dünya üzerinde bir tek nurcu kalmasa bile ben tek başıma bu dâvâya inanabilir ve üstadın eteğine yapışabilirdim.

Ama Risale-i Nur cephesinde iç tükenişler ve eriyişler sürüyordu… Çözülmeler, çözülmeler, çözülmeler… Kendisini “öz” diğerlerini “sahte” bulan sayısız Nurcu gruplar oluştu. “Bizler” yok olmuş, “bizler” ve “onlar”, hatta “onlara yakınlar” ve uzaklar diye bir yığın gruplar ortaya çıkmıştı.

Ben ise hep aynı yerdeydim ve herkese eşit uzaklık ve yakınlıktaydım. 1978-79’lardan itibaren de kişisel ilişkilerim kesilmeye başladı…

***

Bana göre artık, kimse Risale-i Nur’un derdinde değildi. Herkes onun manevî nüfuzunu nasıl ranta dönüştüreceğinin peşindeydi. Uzun bir müddet, koca bir cemaati Süleyman Demirel’in kuyruğuna taktılar. Son günlerde Risale-i Nur ve Bediuzzaman ile ilgili tuhaf şeyler yazan aziz dostumuz Mustafa Kaplan, o zamanlar kafayı yemiş bir Demirelciydi. Benim onun kadar Demirelci olmamama kızardı. Hatta Isparta’dan çıkacağı söylenen –kim söylemiş onu da bilemiyorum– ve Türkiye’yi kurtaracak adamın Demirel olduğuna adı gibi emindi(!).

Herhalde, Risale-i Nur’u bililerinin kuyruğu yapmak için çabalayanların uydurdukları bu tür kehanetler tutmayınca, bizim Mustafa kardeş, Bediuzzaman’ın mahiyeti ve İslâmî süreç içinde üstlendiği fonksiyonundan da şüphe etmeye başladı.

Hakkı da var. Çünkü bizzat üstad, “Mübalağa anarşisttir, zıddını celbeder” diyor…

***

Mehmet Kutlular, cumartesi günleri, İstanbul’daki Asyacı Nurcular’ı Cağaloğlu’na -o zaman gazete binası ordaydı- toplar “siyasî nur dersleri” yapardı. Ve, Van kalesinden boşluğa uçtuğu anda “Eyvah dâvâm!” diye feryat eden sahib-i zamanı, AP’nin iğrenç propagandalarına malzeme oluyordu. Belki niyetleri bu değildi, belki o ortamda Risale-i Nur üzerindeki baskılar azaltılıp yeni ufuklar açılmak istenmişti ama sonuç, Risale-i Nur için darbe oldu.

Kabul etmek lâzım ki, Bediuzzaman şanssız bir dâvâ adamıydı.

Vefat ederken, talebelerini başına toplayıp “Risale-i Nur’a gölge olmayın” diye endişelerini dile getirdi… Tıpkı Hz. İsa gibi, aslında o da, kendi öğretisinin bizzat kendi havarileri tarafından zedeleneceğinin farkındaydı…

Ama o ikazını yapmıştı.

Yarın: Bediuzzaman niçin şanssızdı.

Hakkında Mehmet Ali Bulut

1954’te Gaziantep’in İslâhiye ilçesinin Kerküt köyünde doğdu. İlkokulu burada tamamladı. Gaziantep İmam Hatip Lisesini ve ardından Gaziantep Lisesini bitirdi. 1978 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap ve Fars Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nden mezun oldu. Aynı Fakülte’nin Tarih Bölümünde doktora tezi hazırlamaya başladı. 1979 yılında Tercüman Gazetesi’ne girdi. Tercüman Kütüphanesinin kurulması ve kitapların tasnifinde görev aldı. Birçok kitap ve ansiklopedinin yazılmasına ve hazırlanmasına katkıda bulundu… Daha sonra gazetenin, haber merkezi ve yurt haberlerinde çalıştı. Yurt Haberler Müdürü oldu. Köşe yazıları yazdı… 1991 yılında Haber koordinatörü olarak Ortadoğu Gazetesi’ne geçti. Bu gazete 5 yıl süreyle köşe yazarlığı yaptı. Yeni Sayfa ve Önce Vatan Gazetelerinde günlük yazıları ve araştırmaları yayınlandı. 1993 yılında haber editörü olarak İhlas Haber Ajansı’na girdi. Kısa bir süre sonra ajansın haber müdürlüğüne getirildi. Mahalli bir ajans konumundaki İhlas Haber Ajansı, onun haber müdürlüğü döneminde Türkiye’nin ve Ortodoğu’nun en büyük görüntülü haber ajansı konumuna yükseldi. 1997 yılında İHA’dan ayrılmak zorunda kaldı. Bir grup arkadaşıyla birlikte Veri Haber Ajansı’nı kurdu. Finansal sıkıntılardan dolayı Ajansı kapattı. 1999 yılında BRT Televizyonuna girdi. Haber editörü ve program yapımcısı olarak görev yaptı. 2001 Mayısında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın danışmanlığına getirildi. 3 yıl bu görevde kaldı. Bir süre Ali Müfit Gürtuna’nın basın ve siyasi danışmanlığını yaptı. Turkuaz Hareket’in mantalitesinin oluşturulmasında büyük katkısı oldu. Bugün Gazetesi Yurt Haberler müdürü olarak çalışan Bulut, emekli ve sürekli basın kartı hamilidir. Eserleri: Karakter Tahlilleri, Dört Halifenin Hayatı, Geleceğinizi Okuyun, Rüya Tabirleri, Asya’nın Ayak Sesleri, Ansiklopedik İslam Sözlüğü, Türkçe Dualar, Fardipli Sinha, Derviş ve Sinha, Ruhun Deşifresi, Gizemli Sorular, Ahkamsız Hükümler, Can Boğazdan Çıkar, Sofra Başı Sağlık Sohbetleri gibi yayınlanma aşamasında olan çeşitli eserleri bulunmaktadır. Roman ve Hikaye: Mehmet Ali Bulut’un Roman türünde yazılmış Fardihli Sinha, Derviş ile Sinha adında iki romanı ve aynı serinin devamı olarak Zu Nima ve Fardipli Sinha 2 ve Fardipli Sinha 3 tamamlanma aşamasındadır. Diğer çalışmaları: Çeşitli dergilerde yayınlanmış çok sayıda makalesi, şiirleri bulunan Mehmet Ali Bulut son dönemdeki yazılarını haber7.com’da yayınlamaktadır. Bulut evli ve bir kızı vardır.

Ayrıca Bakınız

“Tenkitte ölçü”nün aşırılıkları (1)

22-23 Ekim tarihlerinde kaleme aldığım “Şanssız bir dâvâ adamı; Bediuzzaman” başlıklı yazımız, ya gerçekten maksadı …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir