Bildiğiniz gibi sütun komşumuz ve davada ağabeyimiz Yavuz Bahadıroğlu, Nur cemaatiyle ilgili yazdığımız bir yazıya iki günlük bir tenkit yazısı yazdı. Bizi insafa çağırdı. Ancak sanırım bu çağrıda insafa sığmayan bazı tesbitler de vardı, dün ikisine temas etmiştik. Bugün üçüncüsüyle devam edeceğiz:
3- Biz, eleştiri yaparken, “Nasıl olsa kırıp döktüklerimizi toparlayacak, ekleyip düzeltecek birilerinin bulunacağı rahatlığı içindeymişiz.”
Bu düpedüz sahiplenmedir. “Ben olmasam hiçbir şey olmaz” anlayışıdır. Asıl ego-santriklik bu değil mi?
Pekala bununla övünün. Çünkü siz çok şükür o toparlayıcılardansınız. Çünkü bizi işin içine almıyorsunuz ki, biz de sizinle birlikte bu işleri yapalım. Peşinen “içindekiler” ve “dışındakiler” diye ayırıyorsunuz insanları. Kim kimin içinde olduğu için “içte” kim kimin dışında olduğu için “dışta” olabiliyor anlayamıyorum.
Mesela bugün içerdekiler kim? Ve dışardakiler kim? Sizden birazcık farklı düşünen insanları nasıl “dışta” telakki edebiliyorsunuz.
O Rabbül alemin ki, birbirinden farklı düşünsünler ve her biri ilahi tecellinin bir başka cephesini görüp temaşa etsin diye insanları birbirinden ayrı yaratmış. Adeta kaç insan varsa, o kadar gözle kendi azametini temaşa ediyor.
Şu harika nimeti, şu azametli rahmeti nasıl tekdüze ve aynı perspektiften bakan nazarlarla ihata edebilirsiniz. Bırakın insanlar sizden farklı düşünebilsinler ve sizden değişik algılayabilsinler.
Sizin Nur içindeki şöhretiniz, sizin olmayanı size mal etmemeli. Sizin sözlerinizin bazı mahfillerde makes bulması, diğer insanları “sözleri makes bulmadığı için, ne haliniz varsa görün” tepeden bakmacılığı ile suçlamak da Nur’un tevazuuna, hoşgörüsüne uymuyor.
4- “Tek bir gencin bile eleştirilerinizden zarar görüp etkilenmesi ihtimali yüreğinizi titretmiyor mu?” diyorsunuz.
Elhak titretir ve titretiyor… Peki, indi ve şahsi yaklaşımlarla, sizden biraz farklı anladıkları için, sayısız insanı, geçmişte ve bugün Nur camiasının haricine atmak veya o dairenin dışına kaçmalarına sebep olmak sizin yüreğinizi titretmiyor mu?
5- Bahadıroğlu ağabeyim, kalemi tıpkı beni tavsif ettiği keskinlikte kullanarak, bizi yıkıp yakmaktan, kırıp geçirmekten, zemini bataklığa döndürmekten -bu ne anlama geliyorsa- sakınmazlıkla suçluyor.
İnanasınız ağabeyim, şu mevcud ve vaki tahribatta benim dahlim sadece şu tenkidat kadardır… Ama kendilerini “cemaatin ta göbeğinde” sayanların tahribi bütün vatan sathına yayılmış. Bu hususta “ben masumum hakim bey.”
6- Üstadın, “Hizmet-i Kuraniye’deki kardeşlerinizi tenkit etmeyiniz” dediğini hatırlatıyorsunuz. Sanırım bizi “gurur saikiyle tenkide kalkışan biri” sanarak böyle bir ithamda bulunuyorsunuz.
Beni yakinen tanıyanlar bilir ki, kendimi beğenmiş değilim. Ama nefsimi de tebrie etmem. Çünkü “nefis, emmaretün bissu”dur. Fakat ne sizin kadar şöhretim var ki gurura kapılayım, ne de sizin kadar edebi sanatları biliyorum ki cerbeze yapayım. Benimkisi olsa olsa, safiyane bir yanılgıya yolaçan iyi niyet olur.
7- Keza, her söylenen doğru, ama her doğruyu söylemenin doğru olmadığı kaziyesi bir kere daha önümüze çıktı.
Üstadın bu harika ölçüsü gerçekten şaşmaz bir kanun. Ama yerini ve zamanını iyi tesbit etmek gerekir. Biz bu günlere “kol kırılır yen içinde kalır” diyerek geldik. Kendi içimizde yaptığımız ithamları dışarıya yansıtmamaya çalıştık, ne oldu. Bir netice mi aldık.
İnanın, Risale-i Nur ve onun etrafında oluşan cemaat, artık kendi meselelerini aleni, halkın gözü önünde tartışabilecek cesamet, azamet ve metanettedir. Korkmayın tartışabilirsiniz. Yeter ki sizden biraz farklı düşünenlere de tahammül edin.
Hem yukarıdaki hüküm, dar daire için geçerlidir. Her doğruyu söylemek doğru değildir elbet. Ama öyle yerler vardır ki, doğruyu söylemek artık farz olur. Bir hadis-i şerifte Peygamberimiz (ASV), “Size karşılığında cenneti verecek olsalar bile yalan söylemeyin” buyuruyor… Bunu “doğru söyleyin” şeklinde de anlayabilirsiniz.
8- “Ölçüler kendilerini bağlı sayanlar için geçerlidir. Ölçüsüzleri bağlayan bir ölçü henüz keşfedilmemiştir” demişsiniz.
Elhak doğrudur. Tabii eğer bir hüküm irad etmek istiyorsanız. Ama şayet bizi kasd ediyorsanız, inanabilirsiniz ki, edebiyat yapayım derken, bizi ölçüsüzlükle itham etmişsiniz. Ben böyle bir halden ve bir mümini bu hal ile tavsif etmekten Allah’a sığınırım…
Sanırım her Nur talebesi de böyle yapar…
9- Keza “Bir kere eleştirdiğiniz konuya ya içten bakacaksınız, ya dıştan. Ne içten ne dıştan anlayışı insanı, hem nalına, hem mıhına konumuna getirir ki, bu tarzın sıhhatli değerlendirme yapmaya müsait olduğunu sanmıyorum” diyorsunuz.
Yahu ağabeyim, bu cümlelerle bizi hangi sınıfa koyduğunuzu görebiliyor musunuz? Hz. Peygamber, bildiği halde münafığa “münafık” demedi. Siz nasıl böyle bir aşırılığa düşersiniz? Sanki ortaya genel bir hüküm koyuyormuş gibi yapıp, muhatabınızı samimiyetsizlik ve insafsızlık ve hata ikiyüzlülükle itham etmek, ne Nurculuğa uyar ne Müslümanlık’la bağdaşır. Allah sizi affetsin.
10- “İşin içyüzünü bilenler açısından bazı tenkitler, “dane-i hakikat” çekirdekleri taşıyan abur-cubur gevezeliklerden ve dedikodulardan ibaret kalıyor” diyorsunuz…
Ve böylece de, işin içyüzünü bilenlerin böyle bir eleştiriyi hak ettiklerini itiraf etmiş oluyorsunuz. Kendisini cemaatin mağzı kabul edenlerin sözlerinden gayrısı dedikodu ve abur cubur gevezeliktir, öyle mi?
Eğer bugüne kadar samimi tenkitler olsaydı veya yapılan hataları düzeltmek için yapılan uyarılar kabul görseydi, sanırım bu anda bu yazdıklarımız essahtan dedikodudan ibaret olurdu. Ama görüyorum ki, aldığımız mesafeler arpaboyu.
11- Kendimizi tepe noktasına koyduğumuz, yahut kendimizi mutlak haklı gördüğümüz konusuna gelince…
Sayın ağabeyim, beni tanıyan herkese sorabilirsiniz. Benim daima “bir tek başarım dahi yoktur. Planlayarak başardığım hiçbir eserim yoktur. Elimde ne varsa bana rağmen olmuş şeylerdir” dediğimi söyleyecekler.
“Ben kendimi beğenmem” desem riya olur. “Beğeniyorum” desem yalan olur. Cenab-ı Hak, beni bu hallerden dolayı bağışlasın. Keza iyi bir yazar olmadığımı da bilirim. O yüzden de zaman zaman bırakmayı düşünmüşümdür ama dostlarımın tazyikiyle devam ettirmişimdir…
Ama sizin kaleminizden böyle ithamlara maruz kalabileceğimi bilseydim elime kalem alıp yazmazdım. Sanının bu yazdıklarınızı bir kere daha murakabeden geçirmeniz, sizin için de hayırlı olur cemaat için de.
12- “Binlerce kişiden oluşan camia onları ciddiye almamış, fikirleri makes bulmamıştır. Onlar da camiaya küsmüş ayrılmış, “Ne haliniz varsa görün” dercesine camiadan kopmuşlar” diyorsunuz.
Sayenizde efendim… Övünebilirsiniz.
Şu Şerif Mardin meselesine gelince… Onu yarın konuşalım.