Bahadıroğlu ağabeyimizin etrafında dönüp dolaştığı fikir, bizim geçmişte birkaç kişiye kızıp camiaya küstüğümüz, sonra camiayı terkettiğimiz, Risale-i Nur’u şu noktalara getiren hizmetlere hiç katkıda bulunmadığımız ve üstelik bu hakkı haiz kendileri gibi fedakâr zevatı da insafsız ve edepsizce eleştirdiğimizdir…
İki günlük eleştiride dişe dokunur bulduğum buydu.
Ve bunu izah ederken, haklı çıkarmak için kullandığı manivelalar hep sübjektif ve hamasi. Hatta zaman zaman, karşı tenkidin haklılık psikozu içinde, söylediklerinin nereye varacağını bile hesaba katmamış. Yanılıyorsam hakkını helal etsin.
Yaptığı tek şey, 35 yıldır yapılıp durandır. Birileri bu davayı alıp götürüyor, birileri de davaya ihanet ediyor. Üstelik bunlar, hizmete hasretmeleri gereken çabalarını da hizmet görenlerin işlerini bozmaya hasrediyorlar.
Bizce bu eleştiri artık banalleşti. Bunları geçin. Risale-i Nur cemaati hâlâ bu tür küskünlüklerle tahrip olacak bir boyutta ise asıl bunu konuşmak lazım…
Bazı şeyler var ki, onların gerçek yüzünü Cenab-ı Hak bilir. İyi bir Nurcu olduğumu söyleyemem. Ancak itikad ve anlayışta, yaklaşım ve değerlendirmede, siyasette, politikada, hep ondan öğrendiğim ölçüleri kullanmaya azami gayret gösterdiğimi ve göstereceğimi söyleyebilirim.
Üstad’ın mahiyeti hakkında fikrim ve inancım da Mustafa Sungur abinin fikri ve inancı gibidir.
Eğer Risale-i Nur hizmetinde olmak, sadece sizin kurumlarınızda ve bilfiil sizin idareniz altında çalışmak değilse, kimi hangi ölçülerle hizmetin dışına attığınızı anlamak daha da güçleşir.
***
Gelelim en has talebeleri bile, Şerif Mardin kadar onun davasına hizmet edebilmiş değiller cümlemizle ilgili eleştirinize.
Üzülerek belirteyim ki, bu cümle maksadını aşmış görülüyor. Biz Müslümanlar’ın düz mantıkla hareket ettiğimizi unutmuşum.
Yani Şerif Mardin’in kapsamlı sosyolojik bir inceleme olan eserine atıfta bulunarak böyle bir eserin Nur cemaatinden çıkmamış olmasını eleştirelim derken, sanki üstadın has arkadaşlarını (eshabını) da itham etmişiz gibi bir durum ortaya çıktı.
Bu hiç aklımın ucundan geçmemişti. Ama madem ki böyle anlaşılmış, kusur, benim ifademde. Bu durumda, bana af dilemek düşer. Onların her birisine saygım ve hürmetim başka hiçbir şeyle kıyaslanmayacak derinliktedir.
Bu çerçevede kısa bir hatıramı anlatayım:
Üniversiteyi bitirince iş derdine düştüm. Vakıflar Müdürlüğü, memur alacaktı. Ben de imtihana girmek istedim. Bu konuda yardımı olabilecek Birinci ağabeyin yanına gittim ve filancaya bir mektup yazarsa işin olabileceğini söyledim.
Tereddütsüz yazıp verdi. Sonra merak ettim ve mektubu açıp okudum. Özetle, Bu kardeş bizim dostumuzdur. Ona göre muamele edin diyordu.
İçim coşkuyla taştı. Birinci ağabeyin dostu olmak şerefini dünya nimeti için harcamak yakışık almazdı. Ve nihayet o mektubu muhatabına vermedim. Onun dostluğunu kıyamet günü kullanmak üzere saklıyorum. İnşallah kefenime de koyduracağım. Yakın dostlarım bunu bilirler.
Benim onlara bakışım böyle mavera sevgilerle doludur. En ednasını -böyle bir tabiri kullandığım için beni bağışlasınlar- en harika insana değişmem. Nasıl ki sahabelerin rüçhaniyeti hiçbir şey ile kıyaslanmaz; öyle de Nur hizmetinde selef ve mütekaddimin olan bu insanları da müteahhirin ile kıyaslamak ahmaklıktır, basiretsizliktir…
Ben onları kıyas dahiline almadığım için, cümlem haddini aşmıştır, özür dilerim.