“Hazar Yükselirken” başlıklı yazımızda, Afganistan Türkleri’nin siyası lideri Azad Beg’in Türk dünyası ile ilgili görüşlerini aktarmıştık.
Uzun, çileli ve türlü dolapların döndürüldüğü siyasi ve askeri bir mücadelenin içinden gelen Azad Beg’in Türk dünyasının gelecekte gerçekleşmesi umulan birlik ve beraberliğinin sağlanması yolunda, temel unsur olarak Türkiye’ye tahsile gelen gençleri gördüğünü de kaydetmiştik.
Azad Beg’in o ikazından sonra, biz de bu öğrencilerle biraz ilgilenmeye başladık. Gördüklerimiz, hiç de ümit verici değildi. Korkarım, Türkiye ile yeni Türk Cumhuriyetleri arasında dostluk, kardeşlik bağlarının gelişmesinde köprü olmalarını beklediğimiz bu gençler ihmalkârlığımız yüzünden “düşman” olarak memleketlerine dönecekler.
Bir kere ciddi uyumsuzluk çekiyorlar. Sonra pahalılık ve enflasyon karşısında ne yapacaklarını da şaşırmış durumdalar.
Türkiye’ye gelirken 100 dolar burs alacaklarını öğrenen bu gençler çok sevinmişler. Kendi ülkelerinde bir maaşın 10 dolar olduğunu hesap eden öğrenciler, bu yüzden Türkiye’ye gelirken sadece okumak değil zengin olmak gibi heveslere de kapılmışlar.
Ancaaak, Türkiye’ye gelip de kazın ayağını görünce şafakları atmış…
Tam bir şok içindeler!
Yemek ve damak zevkine kadar bir çok konuda uyumsuzluk yaşıyorlar…
***
Bütün bu saydıklarımız zaman içinde hallolabilecek meseleler. Ancak öyleleri var ki onların tedavisi mümkün değil.
Şu anda Türkiye’de 8-10 bin kadar öğrenci bulunuyor. Milli Eğitim Bakanlığı, bu öğrencilere öncelik tanıyarak, hepsini Kredi Yurtlar Kurumu’na ait yurtlara yerleştirmiş bulunuyor. Bu, gerçekten takdir edilecek bir konu. Ancak bize aktarılanlar doğruysa Kırgızistan ve Özbekistan’dan gelen öğrencilerle Azerbaycan’dan gelen öğrencilere farklı burs uygulanıyormuş. Bu huzursuzluğa sebep oluyor.
İkincisi, bu öğrenciler yurtlarda blok halinde barındırılıyorlar. Türk öğrencilerle ihtilatları çok zor. Bunların acilen Türk öğrencilerle temasa gelecek şekilde koğuşlara dağıtılması gerekiyor. Kızıl rejimin bilinçli bir politika ile birbirine düşman hale getirdiği Kırgızistanlı öğrenciler Kazakistanlı öğrenciler, sürekli dalaşma halinde. Özbekistan’dan gelenlerle Türkmenler birbirini istemiyor. Yan yana bile gelmekten sakınıyorlar. Bu durum, giderek daha da bloklaşmaya sebep oluyor.
Görüldüğü gibi bu öğrencileri, memleketlerinden getirip üniversiteye yerleştirmek yetmiyor. Eğer, Türk dünyasının gelecekteki birlik ve beraberliğine giden yolun bu öğrencilerin oluşturacağı dostluk köprüsünden geçeceğine inanıyorsak, ağabey Türkiye bu gençlerle biraz daha yakından ilgilenmelidir. Bunun tek yolu da bu öğrencilerin mümkün olduğu kadar Türk öğrencilerle harmanlanmasıdır. Hep beraber yaşamaya devam ettikleri için Türkçe öğrenmeleri de gecikiyor. Adaptasyon sağlayamamalarının temelinde biraz da bu yatıyor. Aslında bu konuların yazılmasına bile gerek yoktu. Şuurlu bir devlet bunları zaten düşünür ve çare bulurdu…
Ne yazık ki biz, bunları yazmak zorunda kalıyoruz.
***
Geçtiğimiz günlerde Azerbaycan Cumhurbaşkanı Ebulfeyz Elçibey ile birlikte Türkiye’ye gelen Azerbaycan milli şairi Halil Rıza Ulutürk, Türkiye’de aniden fenalaşınca Ebulfeyz’in ricası ve Demirel’in talimatıyla hastaneye kaldırıldı. Sağlık Bakanı Aktuna’nın aracılığı ile Cerrahpaşa’da tedavi altına alınan Halil Rıza, yanında refakatçi olarak bulunan hanımıyla birlikte şu anda hastanede perişanlıkları yaşıyorlar. Tek kuruş paraları kalmamış. Tedavisi pahalı. Bu zat, Azerbaycan istiklali yolunda İtibar Mehmetof ve bugün Karabağ’da Ermenilere karşı savaşan birliklerin komutanı Rahim Gaziyef’le birlikte Moskova ve Lefertova zindanlarında yatmış bir kahraman. Şimdi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Genel Cerrahi bölümünde yatıyor. Hastane kendi imkânlarıyla bakımını sürdürmeye çalışıyor. Ama tuhaftır ki, onu da orada karısı ve hastalığı ile yapayalnız bırakmış durumdayız. Böyle affedilmez ihmallerle Türkiye’nin o illerde kök salması biraz zor.
Marifet Batı’nın viskisini, değerlerini oraya taşımak değil. Marifet kendi muhabbetimizi oraya taşımaktır. Ne var ki bu konuda da devletten bir babayiğitlik görülmüş değil şu ana kadar.
***
Türkiye’de varlığını sürdürmeye çalışan bir başka öğrenci grubu var ki, durumları daha da berbat. Bunlar iki yıl önce Halk Cephesi tarafından Türkiye’ye gönderilmiş öğrenciler. Değişik fakültelerde okuyan bu öğrencilerin bir kısmına burs veriliyor, bir kısmına verilmiyor. Burs alanlar arasında da farklılıklar var. Bu öğrenciler adeta “seyip” bırakılmışlar ne soranları var, ne görüşeni… Yabancı Diller Yüksek Okulu’ndan yararlanmaları da yasaklanmış…
Bunların da ciddi bir şefkate ve ilgiye ihtiyaçları bulunuyor.
Bir başka dram ise Çapa Öğretmen Okulu’nda yaşanıyor. Çapa Öğretmen Okulu’nda okumaları için getirilmiş 32 kız var. Bunlar daha orta ve lise yaşlarında. Bu öğrenciler getirilirken “Siz iki yıl tahsil göreceksiniz” denmiş. Buraya gelince 5 yıl okumak zorunda olduklarını öğrenmişler. Sonra aileleriyle görüşme imkânları yok. Oysa bu konuda da bu çocuklara yanlış bilgi verilmiş. Duyduğumuz kadarıyla bir iki vakıf, bu öğrencilerle ilgilenmeye başlamış, aileleriyle görüşmelerini sağlamak için çaba içindeymiş.
***
Evet, bütün bunlar masa başında bize ulaşan problemler. Bu problemler hiç de bilinçli bir devletin işleri değil. Bu Türk devletlerine, bizim mi ihtiyacımız var, onların mı bize ihtiyacı var, tam olarak bilmiyorum ama Avrupa’nın burnunun ucunda, komşuları tarafından hiç de sevilmeyen laik Türkiye Cumhuriyeti’nin sanırım, o ülkelerin bize olan ihtiyaçlarından daha çok o ülkelere ihtiyacı var. Onlar sayesinde değil mi ki, Batı da Amerika da bize şirin şirin bakıyor. Onlar sayesinde Singapurlar’dan Japonlar’dan “birlikte olalım” mesajları alıyoruz. Onlar olmasaydı, PKK ateşini söndürme çabalarımıza bile kolay kolay müsaade etmezlerdi…
Burada Özellikle Başbakan Süleyman Demirel ile Milli Eğitim Bakanı Toptan’a sesleniyorum. Lütfen, büyük ve idealleri bulunan bir devlet olarak bu gençlere sahip çıkalım.
Aksi takdirde oraya viski bile götüremeyeceksiniz?