Uzun zamandır yazmak içimden gelmiyor. Zira mevsim hak sözün rağbet gördüğü mevsim değil. Kulakların sağır olduğu bir çağda dudak ile yapılan haykırışlar anlamsızdır. Bizim lisanımızda da kalplere tesir edecek esrar olmadığı için yazmamayı tercih ettim.
Bugün uyanır uyanmaz gönlüme Kerbela hüznü düştü. Onların başına gelen mukadderatı düşündüm. Rasulullah’ı (sav) düşündüm. Neden Rabbin en sevgili kulu iken her birimizin başına gelebilecek en ağır sınavların en büyükleri ona verilmişti? Anasız, babasız, kimsesiz bırakılmış, bir beşerin yaşayabileceği tüm acılar ve fitneler yaşatılmıştı. Düşününce içim yandı, gözlerim yaşardı ve sonra birdenbire haddimi aştığımı hissettim. Hâşâ farkına varmadan kendimi Allah’tan (c.c.) merhametli bir konuma koyuyordum. Çünkü o acıları ona yaşatan, onu ve torunlarını o sınavlardan geçiren, onlara o mukadderatı takdir eden Allah’tı (c.c.) ve O kendisine “rahmet”i farz kılmıştı. O insanlar da öyle ağır bela ve musibetleri hak edecek bir şey de yapmış olamazlardı. Bu başa gelenlerin altında başka hak edişler olmalıydı.
YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN BURAYA TIKLAYIN
Yazının tamamı sonnethaber’de