İnsan doğal bir tapıcıdır… Ve yalnızca tanrıyı sever… Onu tatmin edecek tek şey Allah sevgisidir…
Canlıları dört sınıfta toplamak mümkün…
Birincisi melekler. Bunlar “mutlak erdem ve hayır”a proğramlanmış yaratıklardır. Bütün işlevleri müsbet olanı gerçekleştirmektir. Seçme kabiliyetleri yoktur. Kendilerine yüklenen misyonu icra ederler…
İkincisi şeytanlardır. Bunlar da “mutlak şer ve kötülüğ”e proğramlanmışlardır. Bütün işlevleri, saptırmak, ve şerrin galip gelmesini sağlamaktır. Bunların da ciddi bir seçme kabiliyetleri yoktur. Kendilerine yüklenen misyonu icra ederler…
Üçücüsü bitkiler ve hayvanlardır. Şer ve hayır ile ilgili bir misyonları yoktur. Mütemmim varlıklardır. Misyonları tezyin ve teavündür.
Dürdüncüsü insan’dır. Yetenekleri itibarıyla melek olmaya da şeytan olmaya da hayvan olmaya da yeteneklidir… Seçme ve tercih yapma vasfı ve yeteneği bulunan bir varlıktır…
* * *
Evren incelendiğinde görülür ki, yegane maksat hayat cevherini temin etmektir. Kainat bütün müştemilatıyla hayat enerjisini üretmek ve bu üretilen hayat kudretinin idamesini sağlamak çin yaratılmış gibidir…
Bütün mevcudat hayata bakar, hayata hizmet eder, hayatın levazımatını (hayatın var olabilmesi için gerekli şeyleri) yetiştirir… Evreni yaratan kudretin asıl maksadının “hayat” olduğunu gösterir…
Canlılara baktığımızda insanı en merkezde buluruz. Dikkatle baktığımızda adeta, hayattan maksadın, insan olduğunu hissederiz. Ve diğer üç sınıfın bütün işlevleriyle insana baktığını görürüz…
Nitekim Cenab-ı Hak, Melekleri ve Cinleri Ademe secde etmeye çağırarak, bu amacını açığa vurmuştur…
Keza güklerin, yerlerin ve ikisi arasındakılerin insanın emrine verildiğini hatırlatması, bunun bir başka şekilde ifade edilmesidir…
Bu hoktada insanın aklına “Ben bir hiçim. Ne ehemmiyetim var ki, bu kainat, maksatlı olarak benim için yaratılmış, benim emrime verilmiş olsun?” şeklinde bir soru gelebilir.
İşte bunu iyi kavramak lazım…
Evet insan gerçi bir hiçtir. Nefsi ve bedeni varlığı geçiçidir. Fakat misyonu itibarıyla evrenin gören gözü, işiten kulağı, kavrayan aklı ve varlığı abes olmaktan kurtaran sırrıdır…
Şeyh Galib’in, “Hoşça bak zatına kim zübde-i alemsin sen / Merdüm-i dide-i ekvan olan Ademsin sen” dediği gibi, insan unsuru evrenden çıkarıldığında, yaradılışın hiç bir hikmeti kalmıyor…
İnsanın ehemmiyetini burada anlatmaya göcümüz yetmez. Bütün ilimlerin yegane kaynağı ve amacı, bu ehemmiyeti, anlaşılır hale getirme çabasıdır.
* * *
İnsan, yetenekleri, donanımları ve latifeleriyle Tanrı’nın bütün hallerini kavrayabilecek yegane varlıktır. Çünkü O’nun ruhunu taşıyan yegane varlıktır… Cevherinde özünde, kopup geldiği azametli kudrete derin bir iştiyak duyar… Bilinçli yahut bilinçsiz…
Cenab-ı Hak, insanı bizatihi kendisi için yaratmıştır. O yüzden de onu muhayyer bırakmıştır… Hem melek , hem şeytan, hem hayvan ve nebatata ait unsurları kendinde taşır…
En önemlisi de onu bütün bu serbestliğine rağmen bazı his ve duygularıyla kendi kudretine mahkum kılmış… Sevme, sahiplenme ve tapınma bunlardandır…
Tapınma, sığınma ve dayanma insan tabiatının en temel postülalarıdır. İnsan bunun gerekçelerini izah etemez. çünkü bunlar yardılışta ona kodlanmış şifreler gibidir…
İnsan aç yaşayabilir ama tapınma ve güven duygusu olmadan yaşayamaz… Çünkü Allah “Seni kendim için yarttım” diyor…
Ancak bu tapınma, çoğu zaman istikametini bulamaz. İnsan tapınma ihtiyacını duyar ama kime niçin taınması gerektiğini her zaman doğru tesbit edemez… O yüzden ilahi mesaj almamış toplumlarda güneşe, yıldıza, ateşe veya benzeri varlıklara tapınmıştır…
Bir ateistin reddi bile bir tapınmadır… Akla tapınmadır, insanın özüne tanrı tarafından emanet olarak bırakılmış “ilahçık”a -yani ego’ya. Onun vasıfları ilahi olduğu için Allah ile irtibatı kesildiğinde kendisini tanrı yerine koyar. Çünkü Tanrı’nın bize üflediği, tanrılık vasıflarıdır. Kendisin ibilelim diye… – tapınmadır.
Dolayısıyla insan doğru tapınmayı kaybettiği andan itibaren kendisine putlar üretmeye başlar…
Bugün insanlık ruh ve beyin olarak, taşa toprağa, aya, güneşe tappılmayacağını anlayacak bilimsel olgunluğa ulaşmıştır… Ama tuhaftır ki aynı, bilimsel olgunluk ona Tanrıyı kaybettirmiştir…
Çağdaş medeniyetin telkin ettiği tanrı “akıl ve bilim”dir… Oysa bunların ikisi de mahluktur… Roma ve grek inkarcılığını akıl ve bilim ile besleyip hayat tarzı haline getiren Batı medeniyeti, insanı gerçek Tanrısı’ndan mahrum edince insanlık da kendine tapacak başka tanrılar aramaya başladı…
Dokunulabilir fakat ulaşılmaz tanrılar… Tıpkı Samiri’nin Buzağısı gibi…
Zihni şeytani güçler tarafından ontrol edilen bir takım insanlar bu açmazı iyi tesbit ettiler. İnsanın tapınmadan yaşayamayacağını gördüler ve kendilerini tanrı yerine koyup, insanları heykellerine baş eydirdiler…
En yoğun örneklerini Mısır Firavunlarında ve Romalılarda gördüğümüz bu yaklaşımın bizim çağımızdaki mümessili Komünist diktatörler oldu…
Kendilerini ulaşılmaz kıldıktan sonra meydanlara heykellerini diktiler insanları dehşet ve korkuyla bu heykellere tapınır hale getirdiler…
* * *
Bu korkunç zaafı son keşfeden ise medya oldu… Medya beşeri zaafımızı paraya tahvil etmek için “tanrı yıldızlar” üretti… “Gençliğin ilahesi”, “Karanlığın prensi”, “Göklerin hakimi” gibi içi boş ama parıltılı manevi kişilikler oluşturdular…
Bunun en tipik örneği Michael Jackson‘dır. Son klibinde sergilediği tavır, bir Roma tanrı kıralının tavrından farklı değildir…
Onun da tuvalete ihtiyacı olduğu, uyuduğu, acı çektiği, kanının kırmızı olduğu hiç bir zaman akla getirilmedi. “imaj” diye sahte bir kavram üretilerek bu kişiliğie Tanrıya ait vasıflar giydirildi…
Doğru inancı kaybetmiş, Tanrı inancından mahrum bırakılmış gençlik de tapınma duygusunu bu parıltılı heykellerde buldu ve onlara secde etti…
Bugün medya, sinema, tiyatro, siyaset meydanları sayısız karton ilahlarla dolmuş taşmış… İnsanlık gerçek imanı kaybettiği için, içindeki Tanrı özlemini bu yaratıklarla gideriyor…
Bir fasid daire içinde, birbirini besleyen iki canavar gibi biri diğerini yutarak besleniyor…
* * *
Bu karton tanrılardan kurtulmanın tek yolu doğru imanı bulmaktır…
Beşer geçmişte de zaman zaman yolunu şaşırmış ve ilahi ikaza muhatap olmuştur. Dini metinlerde bunun sayısız örneklerini bulursunuz…
Fakat bu kere yaşadığımız topyekün bir körlüktür.
İnsanlık çok acil olarak bu imaj yaratma ve tanrı üretme huyundan vazgeçmezse çok kısa birsüre sonra, doyumsuzluk sınırına ulaşacak insanlar vahşetin en korkuncunu birbirine reva göreceklerdir…
Çünkü inandığı tanrıların yalan olduğunu görecektir. Onun yaratacağı boşluğu dolduracak hiç bir şey yoktur…
Nitekim Cenab-ı Hak “Ey insanlar dikkat edin. Sizin doygunluğa ulaşmanız, tatmin olmanız, yalnızca bine anmanızla mümkündür” buyuruyor.
Mete Buluthan